ABBÂDÎ, Ebû Mansûr

ABBÂDÎ, Ebû Mansûr (أبو منصور العبادي; Kutbüddîn Emîr Ebû Mansûr el-Muzaffer b. Ebi’l-Hüseyn Erdeşîr el-Abbâdî, ö. 547/1152) İranlı mutasavvıf, vâiz ve hatip.

Müellif: Süleyman Uludağ

491’de (1098) Sincâbâd’da doğdu. Babası, Gazzâlî’nin de vaazlarını takip ettiği, Emîr Abbâdî adıyla tanınan meşhur vâiz Ebü’l-Hüseyin Erdeşîr b. Mansûr’dur (ö. 1103). Merv’de şöhrete kavuştuğu için “Vâiz-i Mervezî” diye meşhur olan Abbâdî ilk tahsilini Merv’de yaptı. Tanınmış muhaddislerden hadis dersi aldı ve daha sonra hadis rivayet etti. Genellikle güvenilir bir hadis râvisi olarak kabul edilir. Fakat Abbâdî daha ziyade baba mesleği olan vâizlikle ün yaptı. Vaazlarında halkı coşturduğu için kendisine “Sultân-ı sühan”, “Hâce-i ma‘nâ”, “Allâme-i rûzgâr” gibi unvanlar verildi. Mevlânâ Celâleddin, Şems-i Tebrîzî’yi övmek için Abbâdî gibi bir ifade kudretine sahip olmayı arzuladığına göre (Dîvân-ı Kebîr, V, 188), Abbâdî’nin bu sahadaki şöhretinin daha sonraki asırlarda da devam ettiği anlaşılmaktadır.

Abbâdî Merv’de şöhrete kavuştuktan sonra Sultan Sencer’in elçisi olarak Bağdat’a gitti. Halife Muktefî-Liemrillâh’ın güvenini kazandı. Üç yıl kadar kaldığı Bağdat’ta vaazlar vererek halktan büyük ilgi gördü. Halifenin elçisi olarak Merv’e, oradan da tekrar Bağdat’a döndü. Elçilik göreviyle gittiği Hûzistan’da 2 Rebîülevvel 547’de (7 Haziran 1152) Askerimükrem’de vefat etti. Cenazesi Bağdat’a getirilerek Cüneyd-i Bağdâdî’nin bulunduğu Şûnîziyye Mezarlığı hazîresinde toprağa verildi.

Devrinde vâizliğin (müzekkirlik) çok rağbette olması, onun küçük yaştan itibaren bu mesleğe ilgi duymasına sebep oldu. Serbest düşünmeyi ve fikirlerini rahat bir şekilde ifade etmeyi sevmesi onu mutasavvıflara yaklaştırmış, tasavvufî eserleri okuyup bunlardan faydalanmasını sağlamıştı. Eserleri tasavvufî düşünceye olan meylini ve bu konudaki bilgisinin derinliğini açık bir surette göstermekteyse de münasebet kurduğu şeyh veya mutasavvıflar hakkında kaynaklarda herhangi bir kayıt yoktur. Sûfî tabakat kitaplarında kendisine yer verilmemesi, sûfîler nezdinde mutasavvıf sayılmadığını gösterir. Talebesi Ebû Saîd es-Sem‘ânî hadis rivayeti hususunda Abbâdî’nin itimada şayan olduğunu, ancak dînen doğru olmayan bazı hususları yapmakta mahzur görmediğini söyler. Nitekim Hamza b. Mekkî de Abbâdî’nin namaz konusunda ihmalkâr davrandığını nakleder ki, bütün bunlar onun dinî emirler karşısında pek hassas olmadığını göstermektedir. Din adamlarının halk üzerindeki nüfuzlarının kuvvetle hissedildiği bir dönemde yaşayan Abbâdî, hitabet gücüyle halkın güvenini kazandıktan sonra daha serbest konuşmuş ve daha rahat hareket etmiştir. Onun bu davranışı devlet adamları yanında itibar kazanmasını sağlamışsa da Hanbelîler’in tenkidine uğramaktan kurtulamamıştır. Çünkü o, İslâm tarihinde, herhangi bir ilimde ihtisas sahibi olmadan yalnız hitabet gücüyle büyük şöhret kazanan şahsiyetlerden biridir.

Eserleri. 1. Ṣûfînâme (et-Taṣfiye fî aḥvâli’l-mutaṣavvife). Dört bölümden meydana gelen bu eserin birinci bölümünde tasavvuf ve tarikat konuları ele alınır. İkinci bölümde sülûk ehli mübtedîler, evâsıt, müntehîler olarak üçe ayrılır ve her birinin yapması gereken işler anlatılır. Üçüncü bölümde tasavvufî haller zâhir ve bâtın olmak üzere ikiye ayrılır ve bu haller teker teker incelenir. Dördüncü bölümde tasavvufî ıstılahlar ve sûfîlerin âdâb ve erkânı üzerinde durulur. Abbâdî eserini sade bir dille yazmış, maksadını daha iyi anlatmak için sık sık müşahhas örnekler vermiş ve basit benzetmeler yapmıştır. Ona göre ümmet için nebî, talebe için hoca, cemaat için imam, hasta için doktor ne ise mürid için de şeyh odur. Abbâdî bu eserinde şeriatların birliği (vahdetü’ş-şerâi‘) meselesi üzerinde de durur ve bütün nebîlerin esas itibariyle aynı şeyleri tâlim ve tebliğ ettiklerini ısrarla belirtir. Ṣûfînâme, Gulâm Hüseyin Yûsufî tarafından neşredilmiştir (Tahran 1347 hş.).

2. Menâḳıbu’ṣ-ṣûfiyye. Sûfîlerden ve tasavvuf terimlerinden bahseder. Girişten sonra bir bab ve her biri ikişer bölüm (asl) ihtiva eden iki ana bölümden (rükn) meydana gelir. Eser, Necîb Mâyil-i Herevî tarafından neşredilmiştir (Tahran 1983).

3. Risâle fî ibâḥati şürbi’l-ḫamr. Şarap içmenin mubah olduğunu iddia eden bu risâlenin müellif nüshasını gördüğünü bildiren Sem‘ânî, bu fikirlerin Abbâdî’ye ait olmadığını, onun bu sözleri başkalarından naklettiğini söyleyerek onu savunmaktadır. Adı geçen yazar, bu eser hakkında, “Abbâdî’nin böyle bir risâle yazmış olacağını sanmıyorum; olsa olsa hükmü ihtilâflı olan nebîzden bahsetmiş olabilir” diyen İbn Hacer’in görüşüne katılmaktadır.

4. Merâsimü’d-dîn fî mevâsimi’l-yaḳīn. Hz. Ali ve Ehl-i beyt’in fazileti hakkındadır.

5. Miʿrâcnâme.

6. el-Vesîle ilâ maʿrifeti’l-fażîle.

Son üç eser ve yazmaları hakkında Gulâm Hüseyin Yûsufî, Ṣûfînâme’nin önsözünde geniş bilgi vermektedir. Abbâdî Ṣûfînâme’sinde Kitâbü’l-ʿUnṣur adlı başka bir eserinden söz ederse de bu eser günümüze kadar gelmemiştir.

BİBLİYOGRAFYA

Sem‘ânî, el-Ensâb, VIII, 337-338.

İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam (nşr. F. Krenkow), Haydarâbâd 1357-59/1938-40, X, 150.

Râvendî, Râḥatü’ṣ-ṣudûr, s. 209.

İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, XI, 157.

a.mlf., el-Lübâb, II, 309-310.

Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), III, 264; IV, 75.

Sübkî, Ṭabaḳāt (Tanâhî), VII, 299.

İbn Kesîr, el-Bidâye, XII, 230.

Tebrîzî, Reyḥânetü’l-edeb, III, 56.

Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr (trc. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1960, V, 188.

M. Th. Houtsma, “Abbâdî”, İA, I, 8.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1988 yılında İstanbul’da basılan 1. cildinde, 14-15 numaralı sayfalarda yer almıştır.