ÂRİFÎ AHMED PAŞA

(1830-1895)

Osmanlı başvekili.

Müellif:

Eski Hariciye Nâzırı ve Meclis-i Vâlâ Reisi Mehmed Şekib Paşa’nın oğludur. İstanbul’da doğdu. Özel hocalardan Arapça, Farsça, Fransızca, coğrafya, tarih, ekonomi-politik, devletler hukuku ve jeoloji dersleri aldı.

1845’te Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nde memuriyete başladı. Babası Viyana sefiri iken sefâret birinci kâtipliğine tayin edildi (1841). İki yıl sonra İstanbul’a dönerek Bâbıâli Tercüme Odası’na girdi. Âlî Paşa’nın maiyetinde, Kırım Harbi’ni sona erdiren Viyana (1855) ve Paris (1856) konferanslarına katıldı. Bâbıâli I. mütercimliğinde, Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığında, buna ilâve olarak Dîvân-ı Hümâyun beylikçiliğinde bulundu. 1871’de Hariciye Nezâreti müsteşarlığına, ikinci defa Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığına getirildi; kısa sürelerle Tophane müşirliği müsteşarlığı, Adliye Nezâreti icra cemiyeti başkanlığı ve hukuk dairesi ikinci başkanlığı yaptı.

Midhat Paşa’nın sadâreti sırasında 1872’de büyükelçi unvanıyla Viyana sefâretine tayin edildi. Tercümanlıktaki kabiliyeti ve edebî kültürünün Sultan Abdülaziz tarafından takdir edilmesinden dolayı 1873’te üçüncü defa Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığına getirildi. Buna ilâve olarak kendisine Matbuat müdüriyeti (1873) ve ikinci defa Hariciye müsteşarlığı görevi verildi (1874). Padişah tarafından gösterilen teveccühün bir delili olmak üzere 1874’te vezâret rütbesi ve 7500 kuruş maaşla Hariciye nâzırlığına getirildi. Murassa‘ Osmanî ve birinci rütbe Mecîdî nişanlarıyla taltif edildi. Bu sırada Sadrazam Hüseyin Avni Paşa, padişahın teveccühünü kazanmış olan Ârifî Paşa’nın sadârete gelmesi ihtimalini göz önüne alarak onun aleyhinde faaliyete başladı. Diğer taraftan da ondan hoşlanmayan Rus elçisi İgnatiyef’in entrikaları sonunda, Hariciye nâzırlığından alınarak Maarif nâzırlığına getirildi (1875). Aynı yıl içinde kısa bir süre Adliye nâzırlığında da bulunan Ârifî Paşa azledildikten sonra ikinci defa Viyana sefâretine tayin edildi.

Viyana’da bulunduğu sırada, tahttan indirilen Sultan Abdülaziz lehinde gazetelere beyanat vermek cesaretini gösteren Ârifî Paşa, “Vekil müvekkili azledemez. Binaenaleyh vükelânın kendilerini nasbeden bir padişahı hal‘ etmeleri doğru değildir” diyordu (bk. İbnülemin, s. 963). Bu medenî cesareti sefâretten azline sebep oldu (1876); ancak bu davranışı II. Abdülhamid’in teveccühünü kazanmasında rol oynadı. 1877’de âyan âzalığına, dört gün sonra âyan reis vekilliğine ve hemen arkasından ikinci defa Hariciye nâzırlığına getirildi. Bu sırada devam etmekte olan Osmanlı-Rus savaşının Osmanlı Devleti aleyhine neticeleneceğini düşünerek, sadrazamın ve diğer kabine üyelerinin fikirlerini almadan, Alman elçisine başvurup ondan Başvekil Prens Bismarck’tan barışa aracı olmasını rica etmesini istedi. Sefir de hemen harekete geçti. Fakat Sadrazam Edhem Paşa’nın durumdan haberdar olup barış istemenin zamansızlığını ve Ruslar’ın mağlûp olduklarını ileri sürmesi üzerine, tayininden on beş gün sonra istifasını verdi.

1877 yılı içinde Paris sefâretine tayin edildi; burada en çok dış borçların ödenmesi konusu ile meşgul oldu. İki yıl kadar sürdürdüğü Paris elçiliğinden azledildikten sonra ise Sicill-i Ahvâl Komisyonu başkanlığına getirildi (1879). Bu sırada sadrazam bulunan Tunuslu Hayreddin Paşa vezirlerin yetki ve sorumluluklarına dair padişaha bir lâyiha sundu. II. Abdülhamid, bazı devlet adamlarıyla birlikte Ârifî Paşa’ya da lâyiha hakkındaki görüşlerini sordu. O da lâyihayı tasvip etmediğini bildirdi. Bunun üzerine, Hayreddin Paşa azledildikten sonra, “başvekil” unvanıyla sadârete getirildi (9 Şâban 1296 / 29 Temmuz 1879). Aslında Hayreddin Paşa’nın azlinin en önemli sebebi İngiliz elçisinin baskıları idi. Tunuslu Hayreddin Paşa’yı liberal görüşlü ve kendi politikalarına yakın gören İngiliz elçisi Layard, kabinedeki İngiliz aleyhtarı kimseleri azlettirmek istiyordu; hatta tekrar Midhat Paşa’yı sadârete getirmenin yollarını arıyordu. II. Abdülhamid, İngiliz elçisinin 17 Temmuz 1879 tarihli mufassal lâyihasına, 23 Temmuz’da Hayreddin Paşa’yı azletmekle cevap verdi. 29 Temmuz’da başvekilliğe getirilen Ârifî Paşa’dan pek şikâyetçi olmayan Layard’ın asıl amacı İngiliz taraftarı bir hükümetin kurulmasını sağlamaktı. Bu yolla, daha sonra “Ermeni meselesi” haline dönüşecek olan “Anadolu ıslahatı” konusunda istediklerini yaptırmayı ümit ediyordu. II. Abdülhamid ise bu durumu çok iyi bildiğinden, sık sık hükümet değişikliği yaparak hem İngilizler’e daha fazla taviz verilmesini önlüyor, hem de zaman kazanmaya çalışıyordu.

Ârifî Paşa başvekillikte bulunduğu süre içinde, başta Ermeni meselesi olmak üzere, Berlin Antlaşması’nın ortaya çıkardığı Yunan ve Karadağ sınırı konularıyla da meşgul oldu. İngiliz entrikalarının arttığı bir sırada Mahmud Nedim Paşa’nın Dahiliye Nezâreti’ne getirilmesine karşı çıkması bahane edilerek iki ay yirmi gün sonra 18 Ekim 1879’da azledildi. Yerine Adliye Nâzırı Küçük Said Paşa tayin edildi.

Ârifî Paşa’nın azline asıl sebep olarak reformlar konusunda bütçeden hiçbir fon ayırmamış olması gösteriliyordu. Diğer taraftan Maliye Nâzırı Zühdü Efendi hazineye gelir sağlamak için gümrük gelirleriyle vasıtalı vergilerin belli bir süre bütün bankaların katılacağı bir yönetime verilmesini veya yabancı bir kuruluşun idaresine bırakılmasını teklif etmişti. İngilizler’in tekliflerinden daha tehlikeli olan bu tezi savunanları hıyanetle itham eden padişah, Ârifî Paşa hükümetinin de ıslahat konusunda yetersiz olduğunu ileri sürerek bu hükümeti değiştirdi. Yeni kabinede Layard’ın hiç sevmediği Gazi Osman Paşa, Said Paşa, Münif Efendi gibi kimseler yer alırken Ârifî Paşa da Said Paşa kabinesinde Şûrâ-yı Devlet reisliğine tayin edildi. Said Paşa’nın ikinci defa başvekâlete tayininde ise bu görevinden istifa etti (1880), kendisine 15.000 kuruş mâzuliyet maaşı bağlandı. Bir süre sonra üçüncü defa Viyana sefâretine tayin edildiyse de (1882) gitmesi ertelendi. Ahmed Vefik Paşa’nın ikinci başvekilliği sırasında tekrar Şûrâ-yı Devlet reisliğine ve Said Paşa’nın sadârete tayini üzerine de üçüncü defa Hariciye Nezâreti’ne tayin edildi (1882). 1883’te gümüş imtiyaz madalyası verilen ve 1884’te 30.000 kuruş mâzuliyet maaşı tahsis edilen Ârifî Paşa, devlet ve II. Abdülhamid’in politikası aleyhine yazı yazan Fransız Gabriel Charme’a cevap vermek istemesi sebebiyle hakkında çıkarılan dedikodular yüzünden Hariciye Nezâreti’nden azledildi. Ancak Kâmil Paşa’nın sadâretinde üçüncü defa Şûrâ-yı Devlet reisliğine getirildi (1885). Bu sırada kendisine altın imtiyaz (1886) ve altın Girit madalyaları verildi (1890). Kâmil Paşa’nın sadâretten ayrılmasıyla o da görevinden istifa etti (1891).

Ermeni meselesi yüzünden Kâmil Paşa’nın azledilmesinden sonra tekrar sadârete tayin edilmek üzere padişah tarafından saraya davet edildi. Ancak ileri derecede rahatsızlığı sebebiyle padişahın teklifini kabul etmeyen Ârifî Paşa, vükelâ arasında bulundurulup görüşlerinden istifade edilmek üzere Meclis-i Vükelâ âzalığına tayin edildi (1895). Fakat çok kısa bir süre sonra 5 Ocak 1895 günü müptelâ olduğu veremden kurtulamayarak öldü. Eyüp’te Bostan İskelesi yakınında bulunan babasının kabri yanına defnedildi.

Ârifî Paşa Arapça, Farsça ve Fransızca bildiği gibi hukuk ve tarihe de âşina, güzel yazı yazan bir kimse idi. Bilhassa diplomatik terimlerin Türkçe’ye çevrilmesinde büyük hizmeti görüldü. Aydın fikirli ve dürüst bir devlet adamı olduğunda birçokları müttefiktir. Herkese karşı iyilik ve insaniyet gösterirdi. Şeref ve haysiyetini daima korumasını bilen Ârifî Paşa, yarım asırlık memuriyet hayatında hiçbir leke almamıştır. Dostlarının hatırı veya ikbali istikametinde herhangi bir söz söylemez, fikrinde sebat ederdi. Siyasî konularda önemli ölçüde bilgi sahibi olmakla birlikte diplomaside fazla bir maharet gösterememiştir. Tahsili zamanına göre mükemmel ve edebî kültürü iyi idi. Nitekim yanında yetiştiği ve büyük desteklerini gördüğü Âlî ve Kâmil paşaların kanaatleri, Ârifî Paşa’nın tercümanlıktan öteye geçemediği yönündedir (bk. İbnülemin, s. 977). Sultan II. Abdülhamid, alafranga piyano çalmakta usta olan Ârifî Paşa’yı sık sık huzuruna çağırarak onunla mûsiki konularında sohbet ederdi.

Ârifî Paşa yerli nişanlardan başka Avusturya, Fransa, Rusya, İran, Belçika, Prusya gibi pek çok yabancı devlet nişanına da sahipti. Ali Fuat Bey ve Ethem Pertev Paşa ile birlikte Michaud’nun Histoire des Croisades adlı eserinin bir kısmını Emrü’l-acîb fî târîhi Ehli’s-salîb adıyla tercüme ederek yayımlamıştır (İstanbul, ts.).


BİBLİYOGRAFYA

, III, 279-280.

Ed. Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat (trc. Ali Reşâd), İstanbul 1328, s. 393.

Said Paşa, Hâtırat, İstanbul 1328, I, 32.

Kâmil Paşa, Hâtırat, İstanbul 1329, I, 7.

Abdurrahman Şeref, Târih Musâhabeleri, İstanbul 1340, s. 298.

Mehmet Zeki Pakalın, Son Sadrazamlar ve Başvekiller, İstanbul 1940, I, 46, 166.

a.mlf., “Ârifî Paşa”, , I, 512-514.

İbnülemin, Son Sadrıazamlar, İstanbul 1965, s. 961-988.

, IV, 513.

Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İstanbul 1986, s. 43-44, 49-50.

M. Tayyib Gökbilgin, “Ârifî Paşa”, , I, 568-570.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1991 yılında İstanbul’da basılan 3. cildinde, 370-371 numaralı sayfalarda yer almıştır.