AYDINOĞULLARI

XIV. yüzyıl başında Büyük Menderes’ten itibaren Tire, Ayasuluk ve Birgi bölgesinde kurulan bir Türk beyliği.

Müellif:

Kurucusu, Germiyanoğulları ordusunda subaşı olan Mübârizeddin Gazi Mehmed Bey’dir. Mehmed Bey önce, Aydın-ili topraklarında fethe girişen Menteşe beyinin damadı Sasa Bey’e yardım etti, ancak daha sonra bu bölgeleri ondan alarak Aydın-ili’ne hâkim oldu (1308). Bundan sonra fetihlere girişen Mehmed Bey İzmir’in müslüman kesimi ile Ayasuluk (Selçuk), Tire, Sultanhisarı ve Bodemya’yı da ele geçirdi. Bu şekilde geniş topraklara sahip olan Mehmed Bey idaresi altındaki yerleri beş oğlu arasında paylaştırdı ve kendisi en küçük oğlu ile birlikte Birgi’ye yerleşti. Bu arada Ayasuluk’ta bir donanma meydana getirdi. Bu donanma ile 1319’da Sakız adasına bir baskın yaptıktan başka, iki buçuk yıllık bir kuşatmadan sonra Sakız hâkimi Cenovalı Martino Zaccaria idaresindeki İzmir Limanı’nı ele geçirdi (1328 veya 1329). Bu arada, Sakız’a yeniden hâkim olan Bizans İmparatoru III. Andronikos Türkler’e karşı yakınlaşma siyaseti takip ederek Aydın ve Saruhanoğulları’yla birer antlaşma yaptı. Buna rağmen İzmir beyi olan Umur Bey babasını tasvip etmeyerek Sakız, Bozcaada, Semadirek adalarıyla Gümülcine yöresi, Mora sahilleri ve Gelibolu bölgesine akınlarda bulundu. Bu sırada Naksos dükü ile Eğriboz hâkimini haraca bağladı (1332).

Mübârizeddin Mehmed Bey ölünce (1334) yerine kardeşlerinin ısrarlarıyla Umur Bey geçti. Onun beyliğinin ilk günlerinde Venedik, Rodos ve Kıbrıs filolarından meydana gelen bir Haçlı donanması İzmir’i almak için taarruz ettiyse de geri çekilmek zorunda kaldı (Eylül 1334). Bundan sonra Umur Bey, Saruhanoğlu Süleyman Bey ile birlikte Yunanistan ve Mora’ya sefer yaparak sayısız esir ve ganimetlerle İzmir’e döndü (1335). Umur Bey aynı yıl içinde Alaşehir’i de hâkimiyeti altına aldı. Bu sırada Bizans İmparatoru III. Andronikos, isyan ederek Midilli’yi ele geçiren Foça Valisi Dominique’e karşı Saruhan ve Aydınoğulları’ndan yardım istemiş ve bu beylerin sayesinde Midilli ve Foça’yı geri almaya muvaffak olmuştur (1336). Umur Bey bundan sonra da Bizans ile olan dostluğunu sürdürdü. Nitekim Bizans, Arnavut isyanını Umur Bey’in gönderdiği askerî yardım sayesinde bastırabildi (1337). Hatta Umur Bey onun seferlerine de katılarak Karadeniz’e çıkmış, Kili ve Eflak ülkelerini yağmalamıştır (740/1339-40). İmparator III. Andronikos’un ölümünden (1341) sonraki devirde Umur Bey idaresindeki Aydınoğulları, Türk beyliklerinin en güçlülerinden biri olmuştu. Eğriboz, Mora, Girit, Rodos ve bütün Trakya sahilleri Umur Bey’den çekinmekteydi. Andronikos’un ölümünden sonra yerine on yaşındaki oğlu Yuannis geçmiş, ona vasî olan Kantakuzenos da muhaliflerine karşı Dimetoka’da imparatorluğunu ilân etmiş (1341) ve Umur Bey’den yardım istemişti. Umur Bey ona yardım için 1342 ve 1343 yıllarında Rumeli’ye gitti. Onun bu hareketi, Latinler’in yeni Papa VI. Clement’e başvurarak bir Haçlı seferinin açılmasına sebep oldu. Bu seferin tertiplenme sebeplerinden biri de ticarî idi. Zira Aydınoğulları, muhtemelen kuvvetli durumlarına güvenerek Venedik ile olan ticaret antlaşmasına riayet etmemişler ve gümrük vergilerini yükselttikleri gibi hububat ihracını da azaltmışlardı. Nitekim Papa VI. Clement’in teşvikiyle Venedik, Cenova, Kıbrıs Krallığı, Rodos şövalyeleri ve Naksos dükünün katıldığı Haçlı donanması İzmir Limanı’nı Aydınoğulları’nın elinden aldı (28 Ekim 1344). Fakat Haçlılar Umur Bey’in mukavemeti sebebiyle fazla ilerleyemediler. Aydınoğulları öteki Türk beylikleriyle birleşerek Haçlı donanmasını mağlûp ettiler (17 Ocak 1345). Bundan sonra Umur Bey’in Saruhanoğlu Süleyman Bey ile birleşerek Kantakuzenos’a yardım etmek için tekrar Rumeli’ye geçtiği görülmektedir. Ancak Süleyman Bey’in ölmesi bu seferi sonuçlandıramadan, Umur Bey’i İzmir’e dönmeye mecbur etmiştir (1345). Diğer taraftan Papa VI. Clement’in teşvikiyle harekete geçen Viennios veliahdı Torfil (II. Humbert) kumandasındaki Latin kuvvetlerinin İzmir’e taarruzu ise neticesiz kaldı (1346). Ardından Aydınoğulları, donanmalarıyla tekrar Ege denizinde faaliyete başladılar. Bunun üzerine Rodos şövalyeleri ticaretin aksamaması için İzmir Limanı’nı vermeye ve kalenin yıkılması şartıyla Umur Bey’le anlaşmaya razı oldular; fakat bu anlaşma papa tarafından tasdik edilmedi. Bu durum karşısında Umur Bey İzmir’i zaptetmek için harekete geçtiyse de şehre yapılan hücum sırasında şehid düştü (1348 ilkbaharı).

Umur Bey’in zamanı Aydınoğulları için her yönden önemli gelişmelerin görüldüğü parlak bir devre olmuştur. Umur Bey’in yerine büyük kardeşi Hızır Bey geçti. Hızır Bey Latinler ile yirmi maddelik çok ağır şartları haiz ve papa tarafından da onaylanan bir antlaşma imzalamaya mecbur kaldı (18 Ağustos 1348). Buna göre beyliğin elindeki bütün iskelelerden alınmakta olan gümrük vergisinin yarısının Latinler’e verilmesi, hıristiyan gemilerinin serbestçe Aydınoğulları limanlarına girebilmesi, bütün deniz kuvvetlerinin silâhlarını bırakması ve Latinler’in Aydın Beyliği’nde konsolos bulundurmaları kabul ediliyordu. Buna rağmen Aydınoğulları kısa zamanda toparlandılar ve 1350 yılında İzmir’deki Latinler’e saldırmak için hazırlıklar yaparak Eğriboz ve Girit adasını tehdit ettiler. Öte yandan, Levanten işlerine derin ilgi duyan Papa VI. Clement 1352’de öldü. Yeni papa VI. Innocent Venedik, Kıbrıs ve Rodos hükümdarlarına İzmir’i müdafaa etmeleri için tavsiyelerde bulunduysa da papanın bu tavsiyelerine pek kulak verilmedi. Nitekim önce Rodos’taki Hospitalier şövalyeleri Hızır Bey ile yeni bir antlaşma yaptılar. Arkasından Hızır Bey, Venedik-Ceneviz rekabetinden faydalanarak Cenovalılar ile de münasebetlerini kuvvetlendirip bir antlaşma imzaladı. Çok geçmeden Aydınoğulları ile Venedik arasındaki münasebetler de yeniden tesis edildi. Fakat Aydınoğulları ile Girit arasındaki barış müzakereleri uzun sürdü. Neticede Nisan 1353 tarihinde kaleme alınan antlaşma metni, iki ay sonra Girit idaresi tarafından tasdik edildi. Hızır Bey kendi ülkesi içinde ticarî emniyetin sağlanmasını kabul ediyor ve denizde Venedik teknelerini korumayı taahhüt ediyordu. O, bu antlaşmayla açıkça Venedikliler’e kuvvetini kabul ettirmişti. Buna göre hububat, kuru sebzeler, çiftlik hayvanları ve esirler üzerine % 6 vergi konuldu. Tüccar gerek ihracat gerekse ithalât için % 2 vergi ödemek mecburiyetinde idi. Bu şekildeki ağır vergilere rağmen Venedikliler, Cenevizliler tarafından Karadeniz’den uzaklaştırıldıkları için bu antlaşmayı kabule mecbur olmuşlardı. Bu antlaşma, tahminen Papa VI. Clement’ten on yıl önce başlayan ve Venedikliler’in önderliğini yaptığı Aydınoğulları’na karşı olan seferberliği kesin bir şekilde sona erdiriyordu. Hıristiyan dünyası geçici olarak Haçlı seferleri planlarını terketti ve beyliğin zengin bölgelerine ticarî bakımdan nüfuz etmeye çalıştı. Venedik ve Aydınoğulları arasında bundan sonraki çatışmalar büyük ölçüde önemini yitirdi. Hızır Bey 1360 yılı civarında öldü.

Ondan sonra beyliğin başına Mehmed Bey’in oğlu Îsâ Bey geçti. Îsâ Bey Osmanlılar’la dost geçindi; bunun yanı sıra 1371’de Venedikliler’le mevcut olan eski antlaşmayı yeniledi. Kosova Savaşı’nda (1389) Osmanlı ordusunda bulunan yardımcı kuvvetler arasında Aydınoğulları’nınkiler de vardı. Fakat savaşta I. Murad’ın şehid düşmesi ve Yıldırım Bayezid’in hükümdar olması üzerine, ona karşı Karamanoğulları’nın kışkırtmasıyla meydana gelen harekete Aydınoğulları da katıldılar. Bunun üzerine Anadolu seferine çıkan Yıldırım Bayezid Aydınoğulları’nın himayesindeki Alaşehir’i zaptetti. Bu sırada Îsâ Bey sultanın huzuruna gelerek itaatini bildirdi. Kendisine Tire’de oturmak şartıyla bir kısım yerlerin idaresi bırakıldı (1390).

Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Timur tarafından memleketleri kendilerine geri verilen beylikler arasında Aydınoğulları da bulunmaktaydı. Aydınoğulları’ndan önce Mûsâ Bey başa geçtiyse de çok kısa bir süre sonra öldü (1403). Mûsâ Bey’in yerine II. Umur emîr oldu. Bu sırada Aydınoğulları’ndan İbrâhim Bahadır Bey’in oğlu Cüneyd Bey İzmir’e, kardeşi Hasan ise Ayasuluk’a hâkim olmuşlardı. II. Umur akrabası olan Menteşeoğlu İlyas Bey’in yardımıyla Ayasuluk’u ele geçirerek Hasan’ı Marmaris’te hapsetti. Buna karşılık Cüneyd Bey, Emîr Süleyman’ın nakdî yardımlarıyla kardeşi Hasan Bey’i kurtararak Ayasuluk’a hâkim oldu ve sonunda II. Umur Bey’le anlaştı. Cüneyd Bey Alaşehir, Salihli ve Nif’i (Kemalpaşa) Aydınoğulları toprakları içine kattı. II. Umur Bey’in 1405’te ölümü üzerine Cüneyd beyliği tek başına idareye başladı. Cüneyd Bey, Fetret Devri’nde Osmanlı şehzadeleri arasındaki saltanat mücadelelerine de katıldı; her defasında bu şehzadelerden birinin tarafını tuttu; fakat o bu siyasetinde muvaffak olamadı ve her zaman kendisini affettirmenin yollarını buldu. Süleyman Çelebi onu Ohri sancak beyliğine tayin ettiyse de Cüneyd Bey oradan kaçarak tekrar beyliğinin idaresine hâkim oldu. Çelebi Mehmed ise Cüneyd Bey’e Rumeli’de Niğbolu sancağını vermişti (817/1414-15). Cüneyd Bey, Çelebi Mehmed’e karşı çıkan Yıldırım Bayezid’in oğlu Mustafa ile birleşti ve bu şehzadeye vezirlik dahi yaptı. Sultan II. Murad ona Aydın-ili’ni vaad ederek bu ittifaktan ayırmış, Cüneyd Bey de tekrar beyliğin başına geçmiştir (1422). Fakat yine rahat durmaması karşısında Sultan II. Murad, üzerine Anadolu Beylerbeyi Hamza Bey’i göndererek onu yakalattı ve ailesiyle birlikte idam ettirdi (829/1425-26). Böylece Aydınoğulları toprakları tamamıyla Osmanlı idaresi altına girdi.

Anadolu Selçuklu mimarisi ile Osmanlı mimarisi arasında bir geçiş özelliği taşıyan Beylikler devri sanatı içinde Aydınoğulları’nın önemli bir yeri vardır. Birgi, Selçuk ve Tire’deki ilk dönem yapılarında genellikle Anadolu Selçuklu sanatının etkileri görülmekle birlikte daha sonra meydana getirilen eserlerde Osmanlı mimarisinin gelişmesinde etkili olacak yeni denemelerle karşılaşılmaktadır. Aydınoğlu Mehmed Bey’in Birgi’de 712 (1312) yılında yaptırdığı Ulucami, Anadolu’daki ulucamilerin önemli örneklerinden biridir. Aydınoğulları’nın en önemli eseri ise Îsâ Bey tarafından 776’da (1374-75) Selçuk’ta yaptırılan Îsâ Bey Camii’dir. Özellikle avlu ve cephe mimarisi bakımından yenilikler taşıyan Îsâ Bey Camii bu hususta Osmanlı mimarisine öncülük etmiştir. Aydınoğulları’nın diğer belli başlı mimari yapıları olarak Tire’deki Mehmed Bey Camii, Ulucami, Karahasan Camii, İbn Melek Medresesi, Birgi’de Mehmed Bey Türbesi ve Sultanşah Türbesi sayılabilir (ayrıca bk. ANADOLU BEYLİKLERİ).

Aydınoğulları beyleri âlim, şair ve edipleri himaye ve teşvik etmişler, böylece adlarına bazı eserlerin kaleme alınmasını sağlamışlardır. Nitekim Aydınoğlu Mehmed Bey adına Sa‘lebî’nin ʿArâʾisü’l-mecâlis adlı peygamberler tarihi ile Teẕkire-i Evliyâʾ adlı Farsça bir eserin tercüme edildiği, Hoca Mesud tarafından Türkçe’ye çevrilen Süheyl ü Nevbahâr adlı mesnevinin de Gazi Umur Bey adına kaleme alındığı söylenmektedir. Îsâ Bey ise sarayında pek çok şair, âlim ve sanatkârı toplar, hangi din ve milletten olursa olsun onları himaye ederdi. Hatta meşhur Bizans tarihçisi Dukas’ın babası Bizans’tan kaçarak şöhretini duyduğu Îsâ Bey’in yanına sığınmıştı. Yine meşhur tabiplerden Hacı Paşa (Hızır b. Ali) Îsâ Bey’in yanında bulunmuş ve onun tarafından himaye edilmişti. Îsâ Bey adına ithaf ettiği Şifâʾü’l-esḳām ve devâʾü’l-âlâm adlı eserini 1381’de Ayasuluk’ta tamamlamıştı.


BİBLİYOGRAFYA

.

, s. 107-109.

, I, 313; II, 445-451, 497-501, 583-587.

, I. Defter, s. 137; II. Defter, s. 167.

, I, 232-236, 323-327.

Necib Âsım – Mehmed Ârif, Osmanlı Târihi, İstanbul 1335, I, 498-500.

Mükrimin Halil [Yınanç], Düsturnâme-i Enverî: Medhal, İstanbul 1930, s. 8-86, 126.

, s. 104-120.

Himmet Akın, Aydınoğulları Tarihi Hakkında Bir Araştırma, Ankara 1968.

Oktay Aslanapa, Türk Sanatı II: Anadolu Selçuklularından Beylikler Devrinin Sonuna Kadar, İstanbul 1973, s. 222-225.

a.mlf., Yüzyıllar Boyunca Türk Sanatı (XIV. Yüzyıl), İstanbul 1977, s. 40-42, 63, 126.

E. A. Zachariadou, Trade and Crusade: Venetian Crete and the Emirates of Menteshe and Aydin (1300-1415), Venice 1983, s. 37, 113.

Ahmed Tevhid, “Rum Selçûkî Devleti’nin İnkırâziyle Teşekkül Eden Tavâif-i Mülûk”, , I/1 (1326), s. 35-40; I/3 (1326), s. 191-199.

Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Anadolu Beylikleri Tarihine Ait Notlar”, , II (1928), s. 4-9.

I. Melikoff, “Aydın-og̲h̲lu”, , I, 783.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1991 yılında İstanbul’da basılan 4. cildinde, 239-241 numaralı sayfalarda yer almıştır.