BAYSUNGUR, Gıyâseddin

(ö. 837/1434)

Timurlu devlet adamı, güzel sanatların hâmisi ve hattat.

Müellif:

Şâhruh Mirza’nın oğlu ve Timur’un torunu olan Baysungur, 21 Zilhicce 799’da (15 Eylül 1397) Herat’ta doğdu. Annesi Gevher Şad Hatun’dur. Daha on sekiz yaşındayken babasının hâkimiyeti altında bulunan Tûs, Nîşâbur ve Esterâbâd şehirlerinin genel valisi olarak devlet işleriyle meşgul olmaya başladı. 1417’de devlet işlerinin yürütüldüğü Dîvân-ı Âlî-i Emîrî’de babasının yanında görev yaptığı için fiilen veliaht sayıldı. Onun burada divan üyesi olmayıp başkan olduğunu ileri sürenler de vardır (, IV, 6). Baysungur Kara Yûsuf’un ölümü üzerine 1421’de bir müddet Tebriz valiliğinde bulunduysa da anne ve babasının yanında kalmayı tercih ettiğinden Herat’a döndü. Babasının seferlerine iştirak etmediği zaman geniş yetkilerle onun adına merkezde devlet işlerini yönetti. Ayrıca çeşitli seferlere de katılan Baysungur babasının 1421 ve 1429’da Türkmenler ile, 1427’de de Özbekler ile yaptığı savaşlarda kahramanlıklar gösterdi.

Baysungur edebiyat ve güzel sanatlara olan ilgisiyle tanınmıştır. Nitekim Herat’taki kütüphanesini zamanının bir sanat merkezi haline getirmiş ve 1431’de Tûs, Nîşâbur ve Esterâbâd’a genel vali olmasına rağmen Timurlular’ın Herat’ta ortaya koymuş olduğu kültür ve sanat hayatının çekiciliği yüzünden buradan pek ayrılmamıştır.

Gıyâseddin Baysungur üç dilde (Türkçe, Farsça ve Arapça) şiir yazmıştır. Şairlerle ve tasavvuf ehliyle oturup kalkan ve onlarla görüşen Baysungur’un 500.000 beyit tutarında şiir söylediği, bunlardan 120.000’ini topladıktan sonra bu işten vazgeçtiği rivayet edilir. Hint’te Farsça şiir söyleyen ünlü şair Emîr Hüsrev-i Dihlevî’ye hayran olan Baysungur Farsça’yı çok iyi biliyordu. Firdevsî’nin Şehnâme’sinin giriş kısmından anlaşıldığına göre muhtelif nüshalarını karşılaştırarak 1430’da bir çeşit tenkitli nüshasını hazırlatmıştır. Zeki Velidi, halen Tahran’da Gülistan Sarayı Kütüphanesi’nde kayıtlı bulunan (nr. 6) ve nesta‘lik yazı ile yazılmış 346 sayfa ve yirmi bir minyatürden ibaret olan Baysungurî Şehnâme adındaki bu eserin giriş kısmının Baysungur tarafından yazıldığını ve şehnâmeciliğin tarihini ilk defa onun incelediğini kaydetmektedir; ancak Nöldeke buna ihtimal vermeyerek tenkitli nüshanın başkaları tarafından yapılmış ve giriş kısmının da eski bir girişten istinsah edilmiş olduğunu söyler (bk. , II, 429). İranlı bilgin Muhammed Kazvînî de yukarıdaki görüşe yakın olarak bu hususta elde yeterli delil bulunmadığını belirtir (bk. Rypka, s. 157, not 77).

Baysungur Azerbaycan’daki seferden dönüşünde kendini sanat işlerine vakfetti. Şüphesiz Herat’ın kültür ve sanat merkezi olmasında babasının da rolü vardı. Yalnız Baysungur bu sanat hareketlerini hızlandırdı ve ileri götürdü. 1421’de Azerbaycan’da Türkmenlerle yapılan savaş dönüşü Tebriz’den beraberinde o devrin ünlü nesta‘lik hattatı Mirza Ca‘fer-i Tebrîzî’yi Herat’a getirerek kütüphanesine müdür tayin etti. Daha sonra davet edilen sanatkârlar da onun idaresi altında Baysungur’un özel kütüphanesini bir sanat merkezi haline getirdiler. Bu tarihlerde Baysungur’un kardeşi İbrâhim’in vali bulunduğu Şîraz ve İsfahan da sanat bakımından önemli birer merkez olmalarına rağmen buralardaki bazı sanatkârların da Herat’a gitmesi bu iki şehrin önemini azaltmıştı.

Kaynakların verdiği bilgiye göre Herat’ta devrin en seçkin hattat, nakkaş, müzehhip ve mücellitlerinden meydana gelen kırk kadar sanatkâr bugün paha biçilmez derecede kıymetli eserlerini hazırlayarak Herat sanat ekolünü kurdular. Sanat tarihçisi Binyon bu ekolü “Baysungur Sanat Akademisi” olarak adlandırmıştır. Baysungur’a bağlı olmaları dolayısıyla kütüphane müdürü Ca‘fer-i Tebrîzî ve yanındaki sanatkârların çoğu Herat’a geldikten sonra “Baysungurî” nisbesini kullanmışlardır.

Menâkıb-ı Hünerverân burada çalışan yirmi yedi kişinin adlarını verir (s. 28-31). Bu tarihte hat sanatı henüz gelişme durumundaydı. Devrine göre dikkati çeken aklâm-ı sitte hattatlarından Muhammed Emîn b. Dânişmend, Mahmud Sultânî ve Azîz b. Muhammed yazının İran sahasında gelişmesine yardımcı olmuşlardır. Kaideleri yeni belirmeye başlayan nesta‘lik yazıda isim yapan hattatlardan Ca‘fer-i Tebrîzî, Şemseddin Muhammed b. Hüsâm el-Herevî (Şems-i Baysungurî), Pîr Hüseyin Kâtib, Abdurrahman Kâtib de yukarıdakiler gibi Baysungur Sanat Akademisi’nin üyeleri arasındaydı. Bunlardan birincisi ünlü Baysungurî Şehnâme’yi (838/1435) ve Gülistân’ı (830/1427), Şemseddin Sultânî olarak bilinen ikincisi de Hâcû-yi Kirmânî’nin Hümâ vü Hümâyûn (831/1428) adlı eserini ve ayrıca Dîvân-ı Ḫüsrev-i Dihlevî (820/1417) ile halen İstanbul’da Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan Dîvân-ı Ḥâfıẓ’ı istinsah etmişlerdir. Kütüphanede çalışan nakkaşlar da yazılan eserlerin minyatürlerini yapmakla görevli idi. Mevlânâ Halîl (Emîr Halîl) veya Halîl-i Baysungurî olarak bilinen minyatürcü adı geçen şehnâmeyi, Gıyâseddin Nakkaş ise Hümâ vü Hümâyûn’u resimlendirmişlerdi. Ayrıca yine Tebriz’den gelen Seyyid Ahmed Nakkaş ile Hacı Ali Musavvir dışında Üstad Veliyyüddin, Sîmî-i Nîşâbûrî ve Seyfeddin Nakkaş da o devrin tanınmış müzehhip ve minyatürcüleri arasındaydı. Cilt sanatı da Baysungur zamanında dikkate değer bir gelişme gösterdi. Kıvâmüddîn-i Tebrîzî ilk olarak kabartma cilt yapma sanatını getirdi. Bugün de Türkiye’de tezhip, minyatür ve ciltte Herat üslûbu revaçtadır.

Kısa bir süre içinde güzel sanatları zirveye ulaştıran Baysungur, İran sahasında henüz tesirini sürdüren Yâkūt el-Müsta‘sımî ekolünün en mâhir ve en usta temsilcisiydi. Aklâm-ı sitteyi Şemseddin Muhammed b. Hüsâm el-Herevî’den öğrendi. Herevî ona ders verdiği için imzalarında iftihar makamında olmak üzere isminden sonra Baysungurî nisbesini kullanırdı. Baysungur’un bugün Türkistan’da özel ellerde bulunan bazı levhalarından başka kitâbe olarak en meşhur eseri, Meşhed’de annesinin 1430’da yaptırdığı ve Türk-İran mimarisinin şaheserlerinden olan Gevher Şad Camii’nin (Mescid-i Gevher Şâd) güney eyvanı üstüne yirmi yaşındayken yazdığı metrelerce uzunluğundaki yazılarıdır. Önemli bir eseri de muhakkak hattıyla yazdığı büyük boydaki mushaftır. Bu eser, uzun müddet seferlerde ordunun önünde taşınmış, Safevîler zamanında sayfaları koparılarak devletin ileri gelenlerine hediye olarak verilmiştir. Günümüze intikal eden beş altı sayfası Meşhed ve Tahran kütüphanelerinde teşhirde bulunmaktadır.

Baysungur son derece cesur, hoşsohbet, nazik, hükümlerinde âdil, fakir ve yetimlere karşı müşfik bir kişi idi. Fazla içki yüzünden hastalanarak otuz yedi yaşında 7 Cemâziyelâhir 837’de (19 Ocak 1434) Herat civarında Bâğ-ı Sefîd Sarayı’nda vefat etti. Ölümü üzerine tutulan matemin azameti ancak babası Şâhruh, Hüseyin Baykara ve Ali Şîr Nevâî’nin vefatında görülmüştür. Cenazesi annesi adına yapılan medresede defnedildi. 1980’deki çarpışmalarda eski şehir çok zarar gördüğü için mezarın bugünkü durumu belli değildir.

Baysungur’dan sonra Herat’ta oğulları Alâüddevle ile Bâbür Mirza onun yolunda yürümüşlerse de o döneme ait eserlerdeki asalet ve güzelliğe bir daha ulaşılamamıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, nâşirin önsözü, s. 19, 37, 38, 39, ayrıca bk. s. 27, 28, 30, 59.

, s. 28-31, 141-142.

Habîb, Hat ve Hattâtân, İstanbul 1306, s. 60-61.

, III, 108, 366, 380, 385-387, 395-396, 400, 424, 427, 438, 453, 473, 499-501.

Abdülmuhammed Alizâde Îrânî, Peydâyiş-i Ḫaṭṭ u Ḫaṭṭâṭân, Kahire 1345, s. 142-144.

, II, 312.

L. Binyon – J. V. S. Wilkinson – B. Gray, Persian Miniature Painting, London 1933, s. 50-59, 68-71.

A. U. Poppe, A Survey of Persian Art, Oxford 1939, V, 888-911.

, s. 157, not 77.

Habîbullah Fezâilî, Aṭlas-ı Ḫaṭ, İsfahan 1391, s. 206, 324, 456, 458.

Hüseyin Nahcivânî, “Târîḫ-i Peydâyiş-i Ḳurʾân-ı Büzürg be-Ḫaṭṭ-ı Zîbây-ı Bâysungur”, Neşriyye-i Dânişgede-i Edebiyyât ve ʿUlûm-i İnsânî, IV, Tebriz 1337, s. 329-331.

Zeki Velidi Togan, “Büyük Türk Hükümdarı Şahruh”, , III/3-4 (1949), s. 528-537.

a.mlf., “Baysungur”, , II, 428-430.

a.mlf., “Herat”, a.e., V/1, s. 435-436.

M. Kemal Özergin, “Temirlü Sanatına Ait Eski Bir Belge: Tebrizli Ca’fer’in Bir Arzı”, , VI (1974-75), s. 474-476.

H. R. Roemer, “Bāysonḡor”, , IV, 6-9.

Dj. Khaleqhi Motlagh, “Bāysonḡorī Šāh-nāma”, a.e., IV, 9-10.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 5. cildinde, 276-277 numaralı sayfalarda yer almıştır.