CÂGÎR

Hindistan’da hüküm süren Türk devletlerinde geliri maaş yerine veya belli bir hizmet karşılığında memur ve kumandanlara tahsis edilen topraklara verilen ad.

Müellif:

Farsça (yer) ve gîr (tutan) kelimelerinin birleşmesiyle meydana gelen câgîr, sözlükte “tutulan, sahip olunan yer” anlamına gelir. Câgîr usulünün Orta Asya’da Türkler ve Moğollar arasında kullanıldığı ve Cengiz Han ile Timur’un kumandanlarına câgîr dağıttıkları bilinmektedir. Delhi sultanlarından itibaren Hindistan’da da uygulanan câgîr usulü Bâbürlüler döneminde sistemleştirilmiştir. Buna göre imparatorluğun sahip olduğu topraklar genel olarak hâlisa ve câgîr olmak üzere iki kısma ayrılıyor, Bâbürlü hânedanına ait olanlara hâlisa, bunun dışındakilere de câgîr deniliyordu. Yeni fethedilen topraklar da sultanın izniyle câgîr şeklinde dağıtılabilirdi. Ancak prensip olarak bütün topraklar sultana ait olduğu için câgîrler siyasî veya ekonomik ihtiyaçlar sebebiyle hâlisaya çevrilebilirdi. Nitekim Ekber Şah (1556-1605) bir ara bütün câgîrleri hâlisa ilân edip bunun yerine maaş vermeyi denemiş, fakat bir müddet sonra bundan vazgeçmiştir. Aynı gerekçelerle hâlisa toprakları da câgîr haline getirilebilirdi.

Câgîre dahil olan şehirler, kasabalar ve köyler devlet adamları, memurlar ve kumandanlara hizmetlerine karşılık olmak üzere rütbe ve makamlarına göre veriliyordu. Ancak istisnaî olan ve hiçbir karşılık gözetilmeden verilen bir çeşit câgîr daha vardı ki buna in‘âm adı verilirdi. Tahsis edilen toprağın büyüklüğü hizmet karşılığı olarak takdir edilen maaş oranında hesaplanıyordu. Kendisine bu şekilde toprak verilen kimse (câgîrdar), belli sayıda asker barındırmak ve gerektiğinde bunlarla birlikte savaşa katılmak zorundaydı. Câgîrdar maaşını ve diğer masraflarını karşılayabilmek için kendisine ayrılan toprakları işletir ve artan gelirinin bir kısmını da vergi olarak devlete öderdi. Bâbürlüler’de genel olarak iki türlü câgîr uygulaması vardı. Bir kimse yalnız başına câgîr alabildiği gibi birkaç kişi ile birlikte ortak câgîr alması da mümkündü.

Câgîr, câgîrdar devlete hizmet ettiği sürece devam ederdi. Bu açıdan câgîrdar resmî bir devlet görevlisi durumundaydı ve câgîrin büyümesi veya küçülmesi tamamen devlete bağlı idi. Herhangi bir bölgede câgîrdarların iyice yerleşip etrafları ile birlikte kuvvetlenmelerine karşı tedbir olmak üzere bazan bunların görev yerleri değiştirilir ve gittikleri yerde kendilerine aynı oranda yeni câgîr verilirdi. Başlangıçta câgîr için belli bir süre tayin edilmemekle birlikte Bâbürlüler’de bu süre 10-15 yıl kadardı. Câgîrdarlar hiçbir şekilde kendilerine verilen toprağı sahiplenemezlerdi. Câgîrlerin miras yoluyla intikali de söz konusu değildi. Bununla birlikte bir câgîrdarın oğlu şartları uygunsa câgîr isteyebilir ve bu isteği kabul edildiği takdirde ona da câgîr verilebilirdi.

Câgîrdarlar aynı zamanda kendi bölgelerinde asayişi ve toplum düzenini sağlamakla yükümlü idiler ve zaman zaman bölgeleriyle ilgili rapor hazırlayıp devlete istatistikî bilgiler verirlerdi. Ancak câgîrdarlar kendilerine verilen toprağın tek hâkimi değillerdi, yani câgîr ve o câgîrde çalışan insanlar üzerinde sınırsız yetkileri yoktu. Özellikle halkı kötü muameleden korumak için düzenlenen bir uygulamaya göre câgîrdarlar diğer mülkî idarecilerle beraber çalışmak zorunda idiler ve onlar tarafından da denetlenirlerdi. Mülkî âmirler her yıl bölgelerindeki câgîrdarların durumunu devlete bildirirlerdi. Bunun yanı sıra yine câgîrdarların durumunu rapor etmekle görevli halktan da bir kişi bulunurdu. Bütün bunlara rağmen bir câgîrdar yine de kanunlara riayet etmez ve görevini hakkıyla yerine getirmezse mülkî âmirin teklifiyle câgîri elinden alınır veya başka yere nakledilirdi.

Câgîrdarlar kendilerine verilen toprakları işletirken aynı zamanda devletin genel ekonomik şartlarına uymak ve çalışanların durumunu göz önünde bulundurmak mecburiyetindeydiler. Meselâ tabii âfetler veya kuraklık zamanlarında vergilerini azaltırlardı. Öte yandan câgîrdarlık bir bakıma ekonomik rahatlık sağladığı ve idarî-siyasî bir ağırlık taşıdığı için şartları uygun olanlar nakit maaş yerine bunu tercih ederlerdi. Câgîr sistemi, uygulamada bazı farklılıklar olmakla birlikte, Büyük Selçuklular’daki iktâ ve Osmanlı Devleti’ndeki timar sistemine esasta çok benzemektedir.

Bâbürlü Devleti’nin kuvvetli olduğu zamanlarda câgîr sistemi çok iyi işlemiş, siyasî ve ekonomik açılardan idareye büyük destek sağlamıştır. Özellikle Ekber Şah’ın ortaya koyduğu esaslarla câgîr sistemi Bâbürlü idarî yapısının temellerinden birini oluşturmuştur. Bu sistem bir taraftan câgîrdarların devletçe çok sıkı kontrol edilmesinden dolayı merkezî otoriteyi güçlendirmiş, diğer taraftan vergi toplama işini büyük ölçüde düzene koymuştur. Aynı şekilde devleti belli dönemlerde yüklü miktarlarda nakit maaş ödemek külfetinden de kurtarmıştır. Bunun yanı sıra câgîr sistemi, gerektiği anlarda sultana çok büyük bir orduya sahip olma imkânı sağlamıştır. Öte yandan Hindistan gibi çok sayıda farklı ırkların, çeşitli din ve dillere sahip insanların yaşadığı bir ülkede idarî birlik ve bütünlüğün o günkü şartlarda ancak merkezî otoritenin güçlü olması ile mümkün olacağı ve câgîr sisteminin de bu otoriteyi güçlendirdiği göz önüne alınırsa sistemin önemi açıkça anlaşılır. Ancak özellikle Evrengzîb’den (1658-1707) sonra devletin gerilemeye yüz tutması ile birlikte değişen şartlar içerisinde câgîr sistemi bir bakıma devlet için problem olmaya başlamıştır. Zira bir taraftan nüfus çoğalıp masraflar artarken diğer taraftan para değer kaybetmiş ve özellikle câgîr bölgelerinde hayat standartları çok düşmüştü. Bütün bunlar birçok kişiyi câgîr yerine nakit parayı tercih etmeye veya câgîri başkalarına kiralamaya zorluyordu. Bu arada çok sayıda câgîrdar gittikçe otorite tanımamaya ve görevlerini yerine getirmemeye başlamıştı. Bu da devlet otoritesinin sarsılmasına ve ülkedeki siyasî birliğin bozulmasına sebep oluyordu. Bu bakımdan câgîr sisteminin iyi uygulanması Bâbürlüler’in yükselmesinde ne derece olumlu rol oynadıysa sistemin bozulmasının da imparatorluğun gerilemesinde aynı derecede etkili olduğu söylenebilir.


BİBLİYOGRAFYA

Ebü’l-Fazl-ı Allâmî, The Âʾîn-i Akbarî (trc. H. Blochman), Delhi 1927-49 ⟶ 1989, I, 328-329; II, 41-42, 50.

S. Chandra, Parties and Politics at the Mughal Court 1707-1740, New Delhi 1979, s. XIX-LV.

A. C. Banerjee, The State and Society in Northern India 1206-1526, Calcutta-New Delhi 1982, s. 106, 123-124, 351-352.

W. H. Moreland, India at the Death of Akbar, New Delhi 1983, s. 67-70, 80-84, 129, 134.

F. Bernier, Travels in the Mogul Empire, A.D. 1656-1668 (trc. A. Constable), New Delhi 1983, s. 213, 224.

W. Irvine, The Army of the Indian Moghuls, New Delhi, ts., s. 14-22.

M. A. Nayeem, Mughal Administration of Deccan under Nizamul Mulk Asaf Jah, Bombay-Delhi 1985, s. 159-209.

P. S. Bedi, The Mughal Nobility Under Akbar, New Delhi 1985, s. 82-96.

J. N. Sarkar, Mughal Economi, Calcutta 1987, s. 288-289, 297.

Zakir Husain, “The Working of the Jāgīr System In the Deccan During the Last Years of Aurangzeb”, Journal of Objective Studies, II/2, Delhi 1990, s. 72-80.

Ömer Lütfi Barkan, “Timar”, , XII/1, s. 293-295.

“D̲j̲āgīr”, , II, 378.

Cl. Cahen, “Iḳṭāʿ”, a.e., III, 1088-1091.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1993 yılında İstanbul’da basılan 7. cildinde, 11-12 numaralı sayfalarda yer almıştır.