DUÂGÛ

Osmanlı devlet teşkilâtında ve tarikat hiyerarşisinde bir unvan.

Müellif:

“Dua eden, duacı” anlamındaki bu terim Osmanlılar’da saray, merkez ve esnaf teşkilâtlarında dua ile ilgili görevleri yerine getirenler için kullanılan resmî bir unvan niteliği kazanmıştır. Bazı kayıtlarda duacı, duahan şeklinde de adlandırılan bu görevliler günlük mesainin başlaması sırasında, belirli merasim ve şenliklerde duruma ve zamana uygun dualar okurlardı. Ayrıca tekke ve zâviyelerde zikrin veya âyinin sonunda dua etme veya ettirme ile görevli kişiler hakkında da aynı tabirler kullanılmıştır. Duahanlık aynı zamanda tarikat hiyerarşisinde de bir üst makamı ifade etmektedir. Nitekim Mevlevîlik’te duacı (duâgû) dedelerinin diğer dedegân arasında önemli bir yeri olduğu gibi âyin esnasında da önemli vazifeleri vardı. Mevlevî gülbangi denilen dua bunlar tarafından yapılırdı.

Merasimle icra edilen dualar yanında zamanla devletin bekası için hayır temennisinde bulunanlara ücret karşılığı sembolik bir görev verilmesi şekli ortaya çıkmış ve bu amaçla ayrılan tahsisat “duâgûluk ciheti” olarak adlandırılmıştır. Cihet tevcihleriyle ilgili beratların sonundaki, “Devâm-ı devletim ed‘iyesine mülâzemet edeler” cümlesi bu sembolik görevi ifade etmektedir.

Osmanlılar’da duâgûluk görevinin en yaygın şekilde kullanıldığı alan vakıflardır. Vakıflarda sıkça rastlanan cihetlerden biri olan duâgûluğun ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. XV. yüzyıl ortalarına ait Fâtih vakfiyesinde ve 895 (1489-90) tarihli Fâtih Külliyesi muhasebe defterinde, ayrıca bundan bir asır sonrasına ait Süleymaniye vakfiyesi ve Süleymaniye Külliyesi muhasebe defterinde dua ile ilgili herhangi bir görev bulunmamaktadır. Ancak İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde (s. 49), 949 (1542) tarihli Şahbola Hatun vakfiyesinde çeşitli görevler arasında bir duahan cihetinin bulunması XVI. yüzyılda bu görev şeklinin bilindiğini, ancak nâdir olarak tahsis edildiğini göstermektedir.

Vakfiyelerde özellikle ilim ve tarikat mensuplarına ayrılan duâgûluk vazifeleri, onları maddî bakımdan desteklemek gibi bir anlayıştan kaynaklanmaktadır. Fakat zamanla bu uygulama yaygınlık kazanıp suistimale açık hale geldi. Özellikle XVI. yüzyılın sonlarından itibaren bu vazife tahsisatında büyük bir artış oldu; vakıflardan, mukātaa ve gümrüklerden ayrılan duâgû tahsisleri büyük miktarlara ulaştı. Saray çevresinden himaye görenlere, saray veya devlet ricâliyle yakınlık kurmayı başaranlara duâgûluk görevleri tahsis edilmeye başlandı. Bu arada gazi ve mücahidlerin kılıç hakkı olup askeri teşvik için tahsis edilen gelir kaynakları da duâgûluk adı altında bazı tarikat mensupları ve din adamlarına verildi. Bu uygulama ilk defa III. Murad zamanında (1574-1595) yaygınlık kazandı. Sultan Murad, kerametine inandığı Şeyh Şücâ‘a ve diğer bazı şeyhlere vakıflardan, gümrük gelirlerinden ve mîrî mallarından çok büyük miktarlara ulaşan duâgûluk ücretleri tahsis etti. Bu uygulamayı ıslah için XVII. yüzyılın başlarından itibaren bazı çalışmalar yapıldı. Derviş Paşa (ö. 1606) sadâreti döneminde duâgû tahsislerinin bir kısmını keserek hazineye gelir kaydettiyse de eski uygulama devam etti. Nitekim stratejik bir konuma sahip olan Bozcaada’yı korumakla görevli askerlerin ücretleri ocaklık şeklinde o bölgedeki tuzlalardan temin edilmekteyken daha sonra bu gelirler tarikat erbabına duâgûluk olarak verilmiş, bu durum muhafızların dağılmasına yol açtığından adanın güvenliğini tehlikeye düşürmüştü. Aynı şekilde Kıbrıs adasında askere ait bazı timar ve zeâmetler de padişah emriyle tahrir defterindeki kayıtlarda değişiklik yapılarak Şeyh Sâlim’e tahsis edilmişti. Köprülü Mehmed Paşa sadârete gelince bu gibi tahsisatları azaltırken Şeyh Sâlim’in timar, gümrük ve vakıftan aldığı günlük 1000 akçelik duâgû ücretinin yarısını kesmiş, buna karşı çıkan Şeyh Sâlim’i de öldürtmüştü. II. Süleyman döneminde de (1687-1691) malî sıkıntı yüzünden hazineye yeni kaynaklar arandığı sırada duâgû ücretlerinden kısıntı yapılma yoluna gidilmiştir.

Duâgûluk tahsisatını alacaklarda aranan şartlar arasında dürüstlük ve iyi ahlâk başta geliyordu. Bu şartlara aykırı davrananların tahsisatı derhal kesilirdi (, nr. 43, s. 121/221). Duâgû ücretleri Haremeyn muhasebesi, Anadolu muhasebesi gibi maliyenin değişik kalemleri tarafından karşılanmaktaydı. 1784 yılına ait Hazîne-i Âmire giderleri arasında “mütekāidîn, duâgûyân ve hüddâmân”a ödenen ücretlerin 815.505 kuruş tuttuğu, bunun hazinenin toplam giderleri içerisindeki nisbetinin % 4,38 olduğu dikkati çekmektedir.

Duâgûlukla ilgili problemler uzun müddet devam etmiş ve birçok yolsuzluk ortaya çıkmıştır. Zaman zaman çıkarılan fermanlarla bu meselelere çözüm getirilmek istenmiştir. XX. yüzyıl başlarında bu konuda birkaç kanun çıkarılmıştır. 24 Rebîülevvel 1329 (25 Mart 1911) tarihli “Duâgû fodulalarının sûret-i imhâsı” hakkındaki altı maddelik kanunda, şartlarına riayet edilen vakıfların dışındaki duâgû fodulaları, bedelleri Evkaf Nezâreti tarafından ödenerek kaldırılmıştır. Geçim imkânlarından tamamen mahrum olan kör, yatalak, felçli ve kimsesiz kadınlara bedellerinin ödenmesi sürecek, ancak vefatları halinde kendileri gibi özürlü olmadıkça evlâtlarına ödeme yapılmayacaktı. Kaldırılan duâgû fodulalarına ödenecek olan 36.000 Osmanlı lirası 1326-1327 (1908-1909) yılları bütçesinden karşılanacaktı (Düstur, İkinci tertip, III, 254-255). 19 Rebîülâhir 1329 (19 Nisan 1911) tarihli diğer bir kanunda ise Evkaf Nezâreti’nce verilmekte olan duâgû vazifelerinin Rûmî 1327 (1911) yılından itibaren kaldırılacağı, bunların bedelleri vakfiyelerde akçe olarak belirlendiğinden kaldırıldıkları tarihte her akçe için 20 kuruş bedel ödeneceği, ödenecek toplam duâgû bedeli olan 2.367.300 kuruşun borçlanma yoluyla sağlanacağı belirtilmekte, böylece bu uygulamaya son verilmektedir (a.g.e., III, 352). Osmanlı döneminde medrese talebeleri ve diğer ilimle uğraşanlara tahsis edilen duâgûluk ücretlerinin bugün bazı ilim ve kültür vakıflarından öğrencilere karşılıksız verilen burslara tekabül ettiği söylenebilir.

Daha çok halk arasında kullanılan duahan tabiri, özellikle ramazan aylarında cami ve konaklarda hatim duası yapan ve buna uygun bazı dua kalıplarını ezberlemiş olan kişileri ifade etmektedir. Bunlarla ilgili çeşitli fıkra ve latifeler folklor edebiyatına aksetmiştir.

Bir esnaf kuruluşu olan fütüvvet ve lonca teşkilâtında da duacılık önemli bir görev olarak kabul edilmiştir. Esnafın âlim ve salih kişilerinin arasından kendilerince seçilen duacı, esnafa ait çeşitli törenlerin sonunda dua yapmakla görevli olduğu gibi açık çarşıların belirli yerleriyle kapalı çarşıların dua kubbesinin altında, özellikle her sabah dükkânlar açılırken dua etmekle de vazifeliydi. Alışveriş, bütün esnafın katıldığı bu duadan sonra başlardı. Günümüzde de hatim, mevlid vb. çeşitli dinî toplantıların sonunda duayı yapan kişiye duahan denilmektedir.


BİBLİYOGRAFYA

, II, 741.

TSMA, nr. E. 7473/2.

, nr. 43, s. 121/221.

Mustafa Nûri Paşa, Netâyicü’l-vukūât, İstanbul 1327, II, 98-99.

Düstur, İkinci tertip, İstanbul 1330, III, 254-255, 352.

Süleymaniye Vakfiyesi (nşr. K. Edib Kürkçüoğlu), Ankara 1962, s. 8-11.

Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İstanbul 1963, s. 93.

Halil Can, “Mevlevî Âyini”, Hz. Mevlana ve Mevlevi Ayinleri, İstanbul 1969, s. 25.

, s. 49.

Hüseyin Hatemi, Medenî Hukuk Tüzel Kişileri, İstanbul 1979, I, 347-349.

Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Mâliyesi, İstanbul 1985, s. 90, 100.

Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, İstanbul 1986, s. 95.

Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara 1988, s. 274 vd.

Takvîm-i Vekāyi‘, nr. 789 (5 Rebîülâhir 1329), nr. 808 (16 Rebîülâhir 1329).

Ömer Lutfi Barkan, “Fatih Câmi ve İmareti Tesîslerinin 1489-1490 Yıllarına Âit Muhasebe Bilânçoları”, , XXIII/1-2 (1963), s. 311-312, 324-325.

a.mlf., “Süleymaniye Cami ve İmareti Tesîslerine Âit Yıllık Bir Muhasebe Bilânçosu 993/994 (1585-1586)”, , IX (1971), s. 134-135.

, I, 478, 479.

Bekir Kütükoğlu, “Süleyman II.”, , XI, 160.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 541-542 numaralı sayfalarda yer almıştır.