ENSÂB

Arap literatüründe kabilelerin soyunu inceleyen ilim dalı için kullanılan bir terim.

Müellif:

Ensâb “soy” anlamına gelen neseb kelimesinin çoğuludur. Bir görüşe göre yalnız baba tarafından, diğer bir görüşe göre ise hem baba hem anne tarafından olan akrabalık bağına nesep denilir. Neseb, nüsbe ve nisbe kelimeleri bir kabileye veya bir beldeye mensup olmayı da ifade eder. Nesep bilgisi (ilmü’l-ensâb) konusunda uzmanlaşmış kimseye nessâb yahut nessâbe adı verilir. Nesep yakınlığı ülke, meslek, sanat mezhep ve tarikat gibi hususlarla da ilgili olabilir.

Nesep kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de “soy” anlamında iki yerde geçmektedir: “Sudan (meniden) bir insan yaratıp onu nesep ve sıhriyete (kan ve evlilik bağından doğan yakınlığa) dönüştüren O’dur” (el-Furkān 25/54); “Allah ile cinler arasında bir nesep birliği uydurdular” (es-Sâffât 37/158). Ensâb kelimesi de bir âyette aynı anlamda kullanılmıştır: “Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları (ensâb) kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar” (el-Mü’minûn 23/101).

Araplar Câhiliye devrinde olduğu gibi İslâmî dönemde de ensâb bilgisiyle temayüz etmişler ve Arap olmayanlara karşı bu bilgileriyle övünmüşlerdir. Bazı müellifler ensâb bilgisi için “ilim” kelimesini kullanmışlar, hatta bir kısmı bu ilmi “yüce ve üstün ilim” gibi ifadelerle tanımlamışlardır. Ensâb bilgisi Câhiliye devri Araplarının şiir, hitabet, eyyâmü’l-Arab ve ahbâr gibi kültürlerinin en önemli parçasıydı. Onların ensâb bilgisine verdikleri önem, içinde yaşadıkları siyasî ve sosyal şartların bir sonucuydu. Araplar, bir babadan geldiğine inanan insanların meydana getirdiği kabile esasına dayanan bir toplum yapısına sahiptiler. Daha çok erkek soyundan gelen akrabalık bağına (asabiyye) dayanan kabilede kan bağı önemli bir yer tutuyordu. Hilf, civâr ve velâ yoluyla da akrabalık bağı kurulabiliyor, böylece kabileye yeni katılmalar oluyordu; ancak bu şekilde kurulan akrabalık kabilenin mensup olduğu ceddi ve ona bağlılığı ortadan kaldırmıyordu. Ensâb bilgisi, kendilerini koruyan ve bir araya getiren bir devletin bulunmayışının da tabii sonucu olarak kabile fertlerini birbirine bağlayan, çeşitli tehlikelerden koruyan ve başka kabile mensuplarından ayıran bir zırh gibi kabul ediliyordu. Araplar için nesebe bağlılık ve ona duyulan ihtiyaç, âdeta bugünkü insanın kendi haklarını koruyan bir devlete ve bir vatana duyduğu ihtiyaç gibidir. Tabiat ve iklim şartları da fertleri birbirine bağlayan kabile asabiyetinin ortaya çıkmasına etken olmuştur. Asabiyet kabile fertlerine ecdadının şan ve şerefiyle övünmesini, kahramanlarını ve tarihî hadiselerini gururla yâdetmesini telkin ediyor, bu duygu insanları neseplerini öğrenmeye sevkediyordu. Câhiliye devri Arapları’nın geçmişin devamlı hatırlanması için ensâb bilgisine çok değer vermeleri, Araplar’daki tarih şuurunun mevcudiyetine en güçlü bir delil kabul edilmiştir. “Nesep şecerelerinin muhafaza edilmesi” şeklinde tanımlanan ensâb ilmi, şecerede adları geçen kişilerle ilgili birçok tarihî mâlûmatı da bir araya getiriyordu.

Câhiliye devri Arap şiirinde şairlerin Adnânî, Kahtânî veya Mudarî olmakla övündüklerini gösteren örneklere sıkça rastlanması, kabileler arasında kan bağına dayanan bir asabiyet anlayışının varlığını gösterir. Ensâb ilmiyle uğraşanların Arap şiiriyle de çok yakın ilgileri vardı. Çünkü nesep bilgilerine ulaşmak kabilelerin ahbâr ve şiirlerini de yakından bilmeyi gerektiriyordu. Nitekim ensâb kitapları incelendiğinde bunlarda ahbâr, eş‘âr ve ensâb bilgilerinin birlikte yer aldığı göze çarpar. İslâmî dönemde telif edilen eserlerde bu husus hemen farkedilir. Bugüne ulaşan en eski nesep kitapları olan Müerric es-Sedûsî’nin Kitâbü Ḥaẕf min nesebi Ḳureyş’i ile Mus‘ab ez-Zübeyrî’nin Kitâbü Nesebi Ḳureyş’inde, Kureyş kabilesinin nesep silsilesi yanında tarihî ve edebî haberlerle bunlara dair şiirlerin yer aldığı görülür. Aynı durum, bütün Arap kabilelerinin nesebi için kaleme alınmış olan İbnü’l-Kelbî’nin Cemheretü’n-neseb adlı eseri için de geçerlidir. Ensâb ilmiyle meşgul olanlar şiir, eyyâmü’l-Arab ve ahbârla da ilgiliydiler. Nitekim Câhiz, “Kureyş’te dört kişi şiirleri rivayet eden kimselerdir; bunlar aynı zamanda Kureyş’in ensâb ve ahbârını da bilen âlimleriydi” (el-Beyân ve’t-tebyîn, II, 323) demektedir. Araplar’ın sahip olduğu ahbârı şiir, emsâl ve ensâba dair bilgilerden ayrı olarak ele almak mümkün değildir. Ensâbla ilgili bilgilerin de esasını ahbâr teşkil etmektedir. Câhiliye devrinde ve İslâm’ın ilk dönemlerinde bu alanlardan birinde meselâ ahbârda meşhur olan bir râvi veya âlim aynı zamanda şiir, emsâl ve ensâbda da söz sahibiydi. Câhiliye devrinde her kabilenin ahbârını, şairlerinin adlarını, şiirlerini ve neseplerine ait bilgileri, emsalini, eyyamını ve mefahirini yazdığı bir ana kitabı yani divanı bulunurdu. Câhiz, çoğu İslâm öncesinde veya İslâm’ın zuhuru esnasında yaşamış, ensâba dair kitap yazan on dört âlimin adını zikreder. Bunlardan biri olan Satîh el-Kâhin hicretten elli iki yıl önce ölmüştür. Araplar’ın nesebe verdikleri önemin yanında bu şekildeki yazılı metinlerin, ensâb şecerelerinden şüphe edilmesini önlemek ve uydurma şecerelerin ortaya çıkmasına engel olmak için meydana getirildiği söylenebilir. Câhiliye devriyle İslâmî dönemin başlangıcında yaşayan ve kaynaklarda kendilerinden “ulemâü’l-Arab” diye bahsedilen bazı nessâbın, ahbâr ve eyyam sahalarında yetişmiş insanların ensâba dair kitap telif ettikleri bilinmektedir. Câhiz bunlardan Mahreme b. Nevfel, Ebû Cehm, Huveytıb b. Abdüluzzâ ve Akīl b. Ebû Tâlib’in adlarını zikreder (a.g.e., II, 323-324). Öte yandan ensâb bilgisinin kaynakları arasında Tevrat’tan alınmış bilgilerin de bulunduğunu söylemek gerekir. Bu husus, Kahtân’ın nesebine dair Tevrat kaynaklı bilgileri eserinde zikrettikten sonra bunların doğru olmadığını söyleyen, İbn Hazm’ın ifadelerinden de anlaşılmaktadır (Cemhere, nâşirin önsözü, s. 7-8). Yemenliler’in ensâbı ve tarihiyle uğraşan meşhur âlim Hemdânî, Yemenli Araplar’ın ellerinde neseplerini gösteren, ve Zübür (Zübûr) adı verilen sicillerin bulunduğunu haber verir (el-İklîl, I, 119). Araplar ensâb konusundaki bilgilerini Câhiliye devrinde ekseriyetle şifahî, zaman zaman da yazılı olarak rivayet etmişler, İslâm’dan sonra ise belli usul ve esaslara bağlı kalarak birçok eser kaleme almışlardır. Bu arada pek çok kabilenin, neseplerini rivayet eden râvilerinin bulunduğu bilinmektedir. Câhiliye devrinden itibaren, nesep kitaplarının telif edilmeye başlandığı II. (VIII.) yüzyıla kadarki dönemde insanlar nesepleriyle ilgili bilgileri belki de yazılı vesikalara sahip bu râvilerden öğreniyorlardı. Nitekim 146’da (763) Kûfe’de ölen meşhur nesep âlimi Muhammed b. Sâib el-Kelbî, başta Kureyş olmak üzere Kinde, Mead b. Adnân, İyâd, Rebîa gibi kabilelerin neseplerini hep bu kabilelerin nesep âlimlerinden almıştır (İhsân en-Nas, , LXIV/3, s. 542-543).

Câhiliye devrinin ensâb bilgisinin öğrenilmesini, soy sopla iftihar edilmesini teşvik eden asabiyet anlayışı İslâmiyet tarafından yasaklanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm, insanların bir erkekle bir kadından yaratıldığını beyan etmiş (el-Hucurât 49/13), Hz. Peygamber de Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza yaratılışları ve nesepleri bakımından hiçbir üstünlüğünün bulunmadığını belirtmiştir (, V, 411). Âhirette sûra üfürüldüğünde nesep farkı gözetilmeyeceği ve insanlara soylarının fayda vermeyeceği (el-Mü’minûn 23/101), onların yalnız tanışıp görüşmek için milletler ve kabileler halinde yaratıldığı, insanlara üstünlük sağlayacak yegâne vasfın takvâ olduğu (el-Hucurât 49/13) Kur’ân-ı Kerîm’de haber verilmiştir. Yüce Allah, nesep çokluğu ile övünmenin insanları aldatıp oyaladığını bildirmiştir (et-Tekâsür 102/1). İslâmiyet’te mal, evlât çokluğu ve atalarla övünme kınanmıştır.

Öte yandan Hz. Peygamber, “Sıla-i rahim yapmanızı temin edecek ölçüde neseplerinizi öğreniniz” (, II, 374) diyerek müslümanların akraba ziyaretini yerine getirmek için soy kütüklerini öğrenmelerini emretmiştir. Başka bir rivayete göre ise Resûl-i Ekrem bir gün mescide girdiği zaman bir adamın etrafında bazı kimselerin toplandığını görmüş, niçin toplandıklarını sorunca o kişinin allâme olduğunu söylemişler, neyin allâmesi olduğunu sorunca da Arap ensâbını, şiiri ve Araplar’ın ihtilâf ettikleri hususları en iyi onun bildiğini ifade etmişler, bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “Bu fayda vermeyen bir ilim ve zarar vermeyen bir cehalettir” demiştir (Müttakī el-Hindî, X, 280). Hz. Peygamber’in burada yasakladığı husus, Muhammed Abdülhay el-Kettânî’nin de belirttiği gibi, daha önemli şeyleri öğrenmekten alıkoyacak şekilde ensâb ilmine dalmaktır (et-Terâtîbül-idâriyye, III, 51). İbn Hazm Cemhere’sinin mukaddimesinde (s. 5), ensâbın faydasız bir ilim olduğuna dair rivayetin asılsız kabul edildiğini belirterek ensâb ilmini faydalı ilimlerden saymış, hatta bu ilmin insanlara farz olan kısmının bulunduğunu söylemiştir. İbn Hazm, “Ensâbınızı sıla-i rahimde bulunacak ölçüde öğrenin” rivayetini Hz. Ömer’in sözü olarak kaydetmiş, Hz. Ebû Bekir, Ebû Cehm b. Huzeyfe el-Adevî ve Cübeyr b. Mut‘im’in ensâbı en iyi bilen kişiler arasında bulunduğunu, Hz. Ali, Ömer ve Osman’ın da bu konuyu bildiklerini belirtmiştir. Ayrıca Resûlullah’ın Hassân b. Sâbit’e, Kureyş ensâbı konusunda ihtiyaç duyduğu bilgileri Hz. Ebû Bekir’den öğrenmesini emrettiğini, bunun da nesep ilminin fayda vermeyen bir ilim olduğu şeklindeki rivayeti Hz. Peygamber’e isnat etmeyi imkânsız kıldığını söylemiştir.

Kendi nesebini ceddi Nizâr’a kadar zikreden Hz. Peygamber, İslâm’a davet sırasında Mekke dönemindeki faaliyetlerinde, başta Kureyş kabilesinin kolları olmak üzere insanlara daima mensup oldukları kabilelerin adıyla hitap ederdi. Hatta hac veya umre maksadıyla Mekke’ye gelen Arap kabilelerine İslâmiyet’i anlatırken ensâb bilgisi alanında meşhur olan Hz. Ebû Bekir’i yanında bulundurur ve bu kabileler hakkında ondan bilgi alırdı. Müşriklerle mücadelesi esnasında Hassân b. Sâbit’e, Kureyş’i iyi hicvetmesi ve kendisini bu hicvin dışında tutabilmesi için Hz. Ebû Bekir’den ihtiyaç duyduğu nesep bilgisini öğrenmesini emretmesi de Resûlullah’ın ensâb bilgisine verdiği önemi göstermektedir.

İslâmiyet’in getirdiği hukuk sisteminde ve bazı şer‘î hükümlerin uygulanmasında da nesep bilgisine ihtiyaç duyulmuştur. Başta sıla-i rahim olmak üzere evlilikte eşler arasındaki denklik, yakın akraba ile evlenmenin yasaklanması, evlenilecek kadının nesebinin belli olması, insanın babasına nisbetle çağrılması, vakıf için şart koşulan akrabalığın bilinmesi, Hz. Peygamber’in yakınlarına zekât verilmemesi ve onlara ganimetten pay ayrılabilmesi gibi hususlar, diyetin ödenmesi de asabenin hepsinin değil bir kısmının dahil olacağı âkıle ile ilgili uygulamalar ve miras taksiminin doğru olarak yapılabilmesi nesep bilgisine bağlıdır.

İslâmiyet Araplar’ı nesepleriyle övünmekten ve başkalarının neseplerini kötülemekten menetmiştir. Kabile taassubuna dayanan Câhiliye zihniyetinin yeniden ortaya çıkmasından endişe eden Resûlullah bir hadisinde şöyle demiştir: “Ümmetimin içinde Câhiliye döneminden kalma tamamen terkedemeyecekleri dört şey vardır: Asaletleriyle övünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yağmur yağmasında yıldızların etkili olduğunu sanmak, ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak” (Müslim, “Cenâʾiz”, 29).

Hz. Peygamber’den sonra Araplar’ın kabile ve nesep konuları etrafında büyük gelişmeler olmuştur. Hilâfetin Kureyş’e ait olduğu iddiası ve irtidad hareketlerindeki kabile taassubu bir tarafa bırakılırsa ensâbla ilgili en önemli gelişmeler Hz. Ömer zamanında ortaya çıkmıştır. İslâm fetihlerinin sonucunda meydana gelen bazı önemli gelişmeler ensâb konusunu ciddi bir şekilde gündeme getirmiştir. Hz. Ömer, artan fey gelirlerini bütün müslümanlara dağıtmak üzere 20 (641) yılında divan teşkilâtının kurulmasını kararlaştırmıştır. Toplumda canlı bir şekilde varlığını devam ettiren kabile gerçeğini esas alan halife, en büyük payın Bedir Gazvesi’ne katılanlara verilmesi şartıyla Hz. Peygamber’in mensup olduğu Kureyş kabilesinin Benî Hâşim kolundan başlayıp daha sonra bu kabileye nesep bakımından en yakın olanları sıralamak suretiyle divan defterlerini tanzim ettirmiştir. Ensâb hususunda ilk yazılı faaliyet olarak değerlendirilebilecek olan bu iş için Hz. Ömer, o sırada ensâb konusunu en iyi bilen Cübeyr b. Mut‘im, Mahreme b. Nevfel ve Akīl b. Ebû Tâlib’i görevlendirmiştir. Bunların düzenlediği divan defterleri, Arap kabileleri hakkında daha sonra yazılacak olan nesep kitaplarında önce Hz. Peygamber’in kabilesi Kureyş’in ve mensup olduğu Benî Hâşim kolunun ele alınması şeklindeki geleneğin esasını teşkil etmiştir. Başta Medine olmak üzere Kûfe, Basra, Vâsıt, Dımaşk, Humus, Ürdün, Filistin ve Mısır’da düzenlenen divan defterleri, İslâm dünyasının çok önemli ilmî semeresi kabul edilen İbn Sa‘d ve Halîfe b. Hayyât’ın eṭ-Ṭabaḳāt adlı eserleriyle Belâzürî’nin Ensâbü’l-eşrâf’ındaki ashabın sıralanışında Hz. Ömer’in anlayışının esas alınmasını sağlamıştır. Bu defterler nesep ve tabakat âlimlerinin esas kaynaklarından birini oluşturmuştur.

Hz. Ömer zamanında fethedilen yerlerde ve bilhassa Kûfe, Basra ve Fustat gibi yeni kurulan şehirlerde kabilelerin, özellikle de bedevî zümrelerin iskânı, kendilerine tahsis edilecek semt ve mahalleleri belirleme çalışmaları hep nesep esasına göre yapılmış ve bu şekilde akraba kabilelerin birbirine yakın oturmaları sağlanmıştır.

Hulefâ-yi Râşidîn döneminde ensâb bilgisinin bu pratik faydalarından başka Câhiliye devrindeki olumsuz tesirlerini ortaya çıkaran gelişmeler de olmuştur. Hz. Osman’ın akrabaları olduğundan dolayı devletin nimetlerinden faydalanmayı düşünen Emevî kabilesine mensup bazı âmil ve valilerin Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle sonuçlanan olumsuz faaliyetleri bir yana, Muâviye b. Ebû Süfyân kendi kabilesine mensup olduğu için Hz. Osman’ın intikamını almak üzere ortaya çıkmış ve nesebe dayanan siyasî mücadeleleri başlatmıştır. Böylece kabileler arasında ihtilâf ve kavgalar çıkmış, bu gelişmeler Emevîler’in yıkılışını hazırlayan Şuûbiyye hareketinin doğmasına sebep olmuştur. Siyasî ve dinî konular etrafında başlayan bu tartışmalar, o devrin şiirlerinde görülen ensâb bilgi ve imalarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bundan dolayıdır ki Câhiz gibi edebiyatçılar, İbn Kuteybe gibi tarihçiler eserlerinde ilk ensâb âlimlerinden ve onların nesebe dair kitaplarından bahsetmek ihtiyacını duymuşlardır.

Ensâb bilgisine büyük önem veren Emevî halifeleri ve emirlerinin kabilelerin nesebini iyi bilen kimseleri Dımaşk’a davet ettikleri, çocuklarına Arap kabilelerinin ensâbını öğretmelerini istedikleri, bazılarına da kabileleri birbirinden ayırt edebilmek, idarî ve askerî düzenlemelerde gerekli bilgileri sağlamak için ensâb konusunda kitap yazmalarını emrettikleri kaydedilmektedir. Emevîler zamanında diğer bazı sebepler de ensâba duyulan ilgiyi arttırmıştır. Emevîler’in bir Arap devleti anlayışıyla hareket ederek kavmî ihtilâfları ortaya çıkarmaları, Araplar’ı üstün tutup mevâlîyi ezmelerinin yanında Arap kabileleri arasında da bilhassa Irak ve Horasan’da kabile ihtilâf ve rekabetlerini körüklemeleri sonucunda iç savaş ve isyanların vuku bulduğu, neticede de Emevîler’in yıkıldığı bilinmektedir. Bu dönemde içtimaî, siyasî ve askerî gelişmelerin temelinde kabile rekabetinin bulunduğu, dolayısıyla Arap olan herkesin kendi nesep bilgisiyle yakından ilgilendiği görülmektedir.

Muâviye b. Ebû Süfyân, çeşitli kabilelerin neseplerine dair bilgi almak üzere Nahhâr b. Evs. Sâib b. Bişr el-Kelbî, Suhâr b. Abbâs ve Kudâme b. Dırâr el-Kuray‘î’yi Dımaşk’a davet etmiştir. Bunlar arasında yer alan bir nesep âlimi de Dağfel b. Hanzale es-Sedûsî’dir. Dağfel, Muâviye’nin oğlu Yezîd’e ensâbı öğretmesi yanında uzun süre Dımaşk’ta kalıp halifenin edebî sohbetlerinde bulunmuş ve onun huzuruna çıkanların neseplerini, kabilelerinin menâkıbını, ayıp ve kusurlarını (mesâlib) kendisine anlatmıştır. Ubeyd (Abîd) b. Şeriyye de Muâviye’nin emriyle San‘a’dan Dımaşk’a gelmiş ve Aḫbârü’l-Yemen ve eşʿâruhâ ve ensâbühâ adıyla bir risâle kaleme almıştır. Günümüze ulaşan bu risâle İbn Hişâm’ın Kitâbü’t-Tîcân’ının zeylinde basılmıştır (Haydarâbâd 1347).

Abdülmelik b. Mervân ensâbı iyi bilen bir hükümdardı. Meşhur hadis ve siyer âlimi Zührî halifenin çeşitli ilim dallarında kendisini imtihan ettiğini, ensâb konusuna gelince onun Kureyş’in nesebini kendisinden daha iyi bildiğini söyler. Hişâm b. Abdülmelik bu konudaki bilgilerin öğrenilmesine, düzenli bir şekilde toplanıp tesbit edilmesine önem verirdi. Oğlu Muhammed’i yetiştirmek üzere görevlendirdiği, Kelb kabilesinin azatlısı Süleyman b. Süleym el-Hımsî’ye ensâbı oğluna öğretmesini emretmiş, nesep âlimlerinden de ensâba dair bir kitap yazmalarını istemiştir. Bu dönemde Kureyş dışındaki Arap kabilelerinin menâkıb ve mesâlibine dair kaleme alınan ve kabilelerin neseplerine de yer verilen bir kitap yazılmıştır. Kitâbü’l-Vâḥide adını taşıyan ve V. (XI.) yüzyılda mevcut olduğu bilinen bu eser, Hişâm’ın meclisine katılan nesep âlimlerinden Nadr b. Şümeyl ile Hâlid b. Seleme el-Mahzûmî tarafından telif edilmiştir. Diğer Emevî halifelerinin yanı sıra Ömer b. Abdülazîz de ensâb âlimlerine ilgi göstermiştir. Velîd b. Ravh ile Avn b. Abdullah el-Hüzelî bunlar arasında sayılabilir. Zührî Mudar’ın ensâbını ele alarak Hâlid b. Abdullah el-Kasrî için bir nesep kitabı yazmaya başlamışsa da bunu tamamlayamamıştır. Zübeyrî ve İbn Hazm gibi bazı ensâb müellifleri Zührî’den nakillerde bulunmuşlardır.

Abbâsîler zamanında hilâfet konusundaki ihtilâfın bilhassa Benî Hâşim ile Abbasoğulları arasında cereyan etmesi nesep konusunun daha da ağırlık kazanmasına sebep olmuştur. Şuûbiyye hareketiyle birlikte kabilelerin ve bazı önemli kişilerin Arap veya Arap olmadıkları şeklinde cereyan eden nesep mücadelesi yerini, II. yüzyılın ikinci yarısından sonra (VIII. yüzyılın sonları) hangi Arap kabilelerinin Hz. Peygamber’e mensup olduğu veya ona nesep bakımından daha yakın bulunduğu tartışmasına dönüşmüştür. Hz. Ali soyundan gelenlerin mi, Hz. Ca‘fer’in neslinden olanların mı, yoksa iktidarı ele alan Hz. Abbas’ın torunlarının mı Resûl-i Ekrem’e nesep bakımından daha yakın bulunduğu ve dolayısıyla iktidarın hangisinin hakkı olduğu meselesi hep ensâb sınırları içerisinde tartışılan bir konu haline gelmiştir. Abbâsî Devleti’nin kurulmasıyla birlikte ensâba dair telif çalışmaları da hız kazanmıştır.

İbn Hacer, İbnü’l-Kevvâ diye meşhur olan Abdullah b. Amr el-Yeşkürî’nin (ö. 80/699 [?]) Kitâbü’n-Neseb’inden faydalanmıştır. Câhiz, Mescûr b. Gaylân ed-Dabbî’nin (ö. 85/704 [?]) Kitâb fi’n-neseb adlı bir risâlesi olduğunu zikreder. I. (VII.) yüzyılda yaşamış olan Zeyd b. Abdullah en-Nemerî de (İbnü’l-Keyyis) aynı adla bir kitap telif etmiştir. Meşhur nesep âlimi İbnü’l-Kelbî’nin hocalarından olan Hırâş b. İsmâil eş-Şeybânî’nin (ö. 120/738 [?]) ensâb konusunda Aḫbâru Rebîʿa ve ensâbühâ ve en-Nesebü’l-ʿatîḳ fî aḫbâri Benî Ḍabbe adlı iki kitabı vardır. Birden fazla kabilenin nesebine ait ilk ensâb kitabını telif eden Ebü’l-Yakzân Sühaym b. Hafs (ö. 190/806), içerisinde İyâd, Kinâne ve Esed kabilelerinin nesebine de yer verilmiş olan en-Nesebü’l-kebîr, Kitâbü Aḫbâri Temîm ve Kitâbü Nesebi Ḫındif adlı üç eserin müellifidir. Günümüze kadar ulaşmayan bu eserlerden Belâzürî, Halîfe b. Hayyât ve İbn Kuteybe gibi âlimler iktibaslarda bulunmuşlardır.

Kureyş kabilesinin nesebine dair zamanımıza ulaşan ilk müstakil kitap, Şeyhü’l-Arabiyye diye meşhur olan Müerric es-Sedûsî’ye (ö. 195/810) aittir. Aynı zamanda büyük bir dil âlimi olan Müerric’in Kitâbü Ḥaẕf min nesebi Ḳureyş adlı eseri Selâhaddin el-Müneccid tarafından yayımlanmıştır (Kahire 1960; Beyrut 1396/1976). Ebü’l-Bahterî Vehb b. Vehb el-Kureşî el-Esedî ise (ö. 200/815) hadis uydurmakla tanınan bir ensâb ve ahbâr âlimidir.

Ensâb konusunda Arap-İslâm dünyasının en mühim şahsiyeti, İbnü’l-Kelbî diye meşhur olan Hişâm b. Muhammed el-Kelbî’dir (ö. 204/819). Başta İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist olmak üzere pek çok kaynakta zikredilen ensâba ve ahbâra dair eserlerinin toplamı 150’ye yaklaşmaktadır. İbnü’l-Kelbî büyük bir nesep âlimi olan, fakat bu alanda eser verip vermediği bilinmeyen babası Muhammed b. Sâib el-Kelbî’nin yazılı ve şifahî bilgilerinden oluşan malzemeyi düzenleyerek eserlerini ortaya koymuştur (listesi için bk. İbnü’n-Nedîm, s. 145-149; , I, 178-179; , I, 145; Suppl., I, 211-212). İbnü’l-Kelbî, babasının her kabile için ayrı ayrı topladığı risâleleri Cemheretü’n-neseb ve en-Nesebü’l-kebîr adlı iki kitapta bir araya getirmiştir. Bunlardan Cemheretü’n-neseb, bugün elde sadece eksik bir nüshasının bulunmasına rağmen günümüze ulaşan ensâb kitaplarının en genişi olması yanında daha sonra eser veren bütün ensâb müelliflerinin, tarih ve tabakat âlimlerinin esas aldığı bir kaynak olmuştur. Bu eserin Abdüssettâr Ferrâc (Küveyt 1403/1983), Mahmûd Firdevs el-Azm (Dımaşk 1984-1986) ve Nâcî Hasan (Beyrut 1407/1986) tarafından gerçekleştirilen üç ayrı baskısı vardır. Cemheretü’n-neseb’in muhtasarları da yapılmıştır. İbnü’l-Kelbî’nin en-Nesebü’l-kebîr’ini başta müsteşrik Werner Caskel olmak üzere birçok araştırmacı Cemheretü’n-neseb’in devamı gibi kabul etmiştir. en-Nesebü’l-kebîr Nâcî Hasan (I-II, Beyrut 1988) ve Mahmûd Firdevs el-Azm (I-III, Dımaşk 1988) tarafından yayımlanmıştır. Müellifin diğer bir nesep kitabı da Ensâbü’l-ḫayl’dir. Araplar yalnız kendi nesepleriyle ilgilenmemişler, atlarının ve develerinin soylarıyla da meşgul olmuşlardır. İbnü’l-Kelbî’nin kitabı bu tür eserlerin ilki olması bakımından da dikkati çekmektedir. Ensâbü’l-ḫayl önce Leiden’de (1928), daha sonra Ahmed Zekî Paşa’nın tahkik ve şerhleriyle Kahire’de (1946) basılmıştır. Kitabın üçüncü baskısını neşre hazırlayanlar Araplar’ın at üzerine yazmış olduğu eserlerin uzun bir listesini vermişler ve eseri İbnü’l-A‘râbî’nin (ö. 231/846) Kitâbü Esmâʾi ḫayli’l-ʿArab ve fürsânihâ adlı kitabıyla birlikte yayımlamışlardır (nşr. Nûrî Hammûdî el-Kaysî – Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut 1407/1987).

İbnü’l-Kelbî’nin çağdaşı Heysem b. Adî’nin ensâbla ilgili Büyûtâtü’l-Aʿrab, Büyûtâtü Ḳureyş, Nesebü Ṭay, Târîḫu’l-eşrâfi’l-kebîr ve Târîḫu’l-eşrâfi’ṣ-ṣaġīr adlı kitaplarıyla Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ et-Teymî’nin Kitâbü Büyûtâti’l-ʿArab, Kitâbü’l-Ḳabâʾil, Ali b. Muhammed el-Medâinî’nin Kitâbü Nesebi Ḳureyş ve aḫbâruhâ, Kitâbü Aḫbâri Ebî Ṭâlib ve veledihî gibi nesep kitapları ise günümüze ulaşmamıştır.

Zübeyr b. Avvâm’ın torunlarından amca-yeğen olan iki âlim, bugün elde bulunan iki Kureyş tarihiyle büyük şöhrete ulaşmışlardır. Bunlardan, en-Nesebü’l-kebîr adlı eseri günümüze ulaşmayan Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî’nin (ö. 236/851) Kitâbü Nesebi Ḳureyş’i E. Lévi-Provençal (Kahire 1953, 3. bs.), Kitâbü Aḫbâri’n-neseb ve Kitâbü’l-Evs ve’l-Ḫazrec adlı eserleri zamanımıza intikal etmeyen Zübeyr b. Bekkâr’ın (ö. 256/870) Cemheretü nesebi Ḳureyş ve aḫbâruhâ adlı kitabı da Mahmûd Muhammed Şâkir (Kahire 1381) tarafından yayımlanmıştır.

Ensâb kitaplarından sadece bir kabile için yazılmış olanlar içinde Kureyş kabilesiyle ilgili bulunanlar çoğunluğu teşkil etmektedir. Bazı kabilelerin isim yakınlığından dolayı ortaya çıkan ihtilâflar üzerine de ensâb kitapları yazılmıştır. Bunlar arasında, günümüze kadar ulaşmayan en-Neseb, Ensâbü’ş-şuʿarâʾ, Elḳābü’l-ḳabâʾil küllihâ, Feth b. Hâkān için yazdığı, her cüzü 200 varak olan, kırk cüzden meydana gelmiş ve İbnü’n-Nedîm’in bizzat gördüğünü söylediği Kitâbü’l-Ḳabâʾili’l-kebîr, Kitâbü’l-ʿAmâʾir ve’r-rabâʾiʿ fi’n-neseb gibi ensâb kitaplarının da müellifi olan İbn Habîb el-Bağdâdî’nin Muḫtelifü’l-ḳabâʾil ve müʾtelifühâ adlı eseriyle (nşr. Wüstenfeld, Göttingen 1850) Vezîr el-Mağribî’nin el-Înâs fî ʿilmi’l-ensâb’ı (nşr. İbrâhim el-Ebyârî, Kahire 1400/1980; Hamed el-Câsir, Riyad 1400/1980 [İbn Habîb’in Muḫtelef’i ile birlikte]), ayrıca İbnü’l-Kayserânî el-Makdisî’nin Kitâbü’l-Ensâbi’l-müttefiḳa fi’l-ḫaṭṭi’l-mütemâs̱ile fi’n-naḳṭ ve’ż-żabṭ’ı (Leiden 1865) zikredilebilir. Bu arada, İbn Düreyd’in kabile isimlerinin iştikakını gösteren önemli bir kaynak olan el-İştiḳāḳ’ını da zikretmek gerekir (nşr. Wüstenfeld, Göttingen 1854; nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Kahire 1958). Nesebi bir başka kabilenin nesebine geçmiş kabilelere dair bazı eserler de yazılmıştır. Ancak “en-Nevâkıl” adı verilen bu kitaplardan hiçbiri zamanımıza ulaşmamıştır.

Belâzürî’nin Ensâbü’l-eşraf’ı nesep esasına göre yazılmış bir tarih kitabıdır (bk. ENSÂBÜ’l-EŞRÂF). Müberred’in Nesebü ʿAdnân ve Ḳaḥṭân’ı ise küçük bir risâle olmasına rağmen dikkati çeken bir çalışmadır (nşr. Abdülazîz el-Meymenî, Kahire 1354).

Hadis ve tarih yanında ensâb ilminde de meşhur bir âlim olan İbn Ebü’d-Dünyâ’nın el-İşrâf ʿalâ menâḳıbi’l-eşrâf, Aḫbâru Ḳureyş ve bedevîlere dair Aḫbârü’l-Aʿrâb adlı eserleri günümüze ulaşmamıştır. III. (IX.) yüzyılın önemli ensâb müelliflerinden Muhammed b. Abde el-Abdî’nin de hemen tamamı ensâba dair yirmi kadar eserinden hiçbiri zamanımıza intikal etmemiştir.

İstinsah ettiği kitaplar ve Abbâsî ileri gelenleriyle olan münasebetleri sayesinde bazı Arap kabilelerini yakından tanıma imkânı bulan Allan el-Verrâk (ö. 218/833’ten sonra), Akīl b. Ebû Tâlib ve Ziyâd b. Ebîh’ten başlayıp Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ’ya kadar devam etmiş olan mesâlib ile uğraşanlar arasında yer almaktadır. Allan, Kitâbü’l-Meydân fi’l-mes̱âlib adlı eserinde İbnü’l-Kelbî’nin Cemheretü’l-ensâb’ındaki sırayı esas alarak Benî Hâşim’den Yemen kabilelerine kadar bütün Arap kabilelerinin kötü taraflarını ortaya koymuştur. Allân’ın Kitâbü Feżâʾili Kinâne, Kitâbü Nesebi’n-Nemr b. Ḳāsıṭ, Kitâbü Nesebi Taġlib b. Vâʾil, Kitâbü Feżâʾili Rebîʿa adlı eserleri ise günümüze ulaşmamıştır. Bunların yanı sıra Abdülmün‘im ed-Dimyâtî’nin Hazrec, Benî Muttalib, Benî Nevfel, Benî Cumah, Benî Sehm gibi kabilelerle ilgili eserlerini de zikretmek gerekir (bk. , IX, 312).

Kahtânîler’e dair müstakil bir ensâb kitabı olan ve zamanımıza yalnız I, II, VIII ve X. ciltleri ulaşmış bulunan Hemdânî’nin el-İklîl fî ensâbi Ḥimyer ve eyyâmi mülûkihâ adlı on ciltlik ansiklopedik eseri de ensâb kitapları arasında sayılmalıdır (bk. bibl.). Ensâb kitaplarının kabilelerin soy kütüklerini vermesi yanında tarihî, siyasî, askerî, iktisadî, içtimaî konularla folklorik bilgileri de ihtiva ettiğine dair en güzel örnek Hemdânî’nin bu eseridir.

İslâm dünyasında V. (XI.) yüzyıldan günümüze kadar yazılmış ensâb kitaplarının en önemlileri arasında, Abdülganî el-Ezdî’nin (ö. 409/1018) el-Müʾtelif ve’l-muḫtelif fî esmâʾi’r-ricâl ile Müştebihü’n-nisbe; İbn Abdülber en-Nemerî’nin el-Ḳaṣd ve’l-ümem ile el-İnbâh ʿalâ ḳabâʾili’r-ruvât; İbn Hazm’ın Cemheretü ensâbi’l-ʿArab; Ebîverdî’nin Ḳabsetü’l-ʿaclân fî nesebi Ebî Süfyân, Ma’ḫtelefe ve’telefe fî ensâbi’l-ʿArab, Kitâb Kebîr fi’l-ensâb; Ruşâtî’nin İḳtibâsü’l-envâr ve’ltimâsü’l-ezhâr fî ensâbi’ṣ-ṣaḥâbeti ve ruvâti’l-âs̱âr; Ebû Ali el-Cevvânî’nin Uṣûlü’l-aḥsâb ve fuṣûlü’l-ensâb, Ṭabaḳātü’n-nessâbîn, Tâcü’l-ensâb ve minhâcü’ṣ-ṣavâb; İbn Kudâme el-Makdisî’nin Kitâbü’t-Tebyîn fî ensâbi’l-Ḳureşiyyîn ile el-İstibṣâr fî ensâbi (nesebi)’l-enṣâr; el-Melikü’l-Eşref er-Resûlî’nin Ṭurfetü’l-aṣḥâb fî maʿrifeti’l-ensâb; Abbas er-Resûlî’nin Buġyetü ẕevi’l-himem fî maʿrifeti ensâbi’l-ʿArab ve’l-ʿAcem; Kalkaşendî’nin Nihâyetü’l-ereb fî maʿrifeti ensâbi’l-ʿArab ile Ḳalâʾidü’l-cümân fi’t-taʿrîf bi-ḳabâʾili ʿArabi’z-zamân; Süveydî’nin (ö. 1246/1830) Sebâʾiḳu’ẕ-ẕeheb fî maʿrifeti ḳabâʾili ensâbi’l-ʿArab adlı eserleri zikredilebilir. Bu arada kabilelerin nesebi yanında insanların mensup oldukları şehir, belde, ülke, meslek, mezhep gibi mensubiyetlerini (nisbe) esas alan Sem‘ânî’nin el-Ensâb’ını, ayrıca Sem‘ânî’nin bu eserini hulâsa eden tarihçi İbnü’l-Esîr’in el-Lübâb fî tehẕîbi’l-Ensâb’ı ile onun eserini yeniden telhis eden Süyûtî’nin Lübbü’l-Lübâb fî taḥrîri’l-Ensâb’ını da çok kullanılan ensâb kitapları arasında saymak gerekir. Günümüz âlimlerinden Ömer Rızâ Kehhâle’nin Muʿcemü ḳabâʾili’l-ʿArab adlı alfabetik ansiklopedisi de kayda değer bir çalışmadır.

Ensâba dair müstakil eserlerin yanında başta tabakat, tarih ve siyer-megāzî kitapları olmak üzere pek çok eserde de bu konuda bilgi bulunmaktadır.

Hz. Ebû Bekir’den başlayarak ensâb konusunda geniş bilgi sahibi olanların ve kitap telif edenlerin sayısı, Bekir Ebû Zeyd’in Ṭabaḳātü’n-nessâbîn (Riyad 1407/1987) adlı eserinde 623 olarak tesbit edilmiştir. Burada, eserin basıldığı tarihe kadar yazılmış olan kitaplar ve müellifleri her hicret asrı bir tabaka kabul edilerek sıralanmıştır (Ensâb kitapları için ayrıca bk. , I, 318-325; II, 323-327; İbn Kuteybe, s. 534-540; İbnü’n-Nedîm, s. 137-173). Âyetullah el-Mar‘aşî, İbn Funduk’un Lübâbü’l-ensâb ve’l-elḳāb ve’l-aʿḳāb (Kum 1410) adlı eserine yazdığı mukaddimede 200 ensâb âlimi hakkında bilgi vermiştir.


BİBLİYOGRAFYA

, “neseb” md.

, II, 374; V, 411.

Müslim, “Cenâʾiz”, 29.

Müerric b. Amr es-Sedûsî, Kitâbü Ḥaẕf min nesebi Ḳureyş (nşr. Selâhaddin el-Müneccid), Kahire 1960, nâşirin önsözü, s. 5-23.

, nâşirin önsözü, s. 3-59; a.e. (Nâcî), nâşirin önsözü, s. 5-11.

a.mlf., Nesebü Meʿad ve’l-Yemeni’l-kübrâ (nşr. Nâcî Hasan), Beyrut 1988, nâşirin önsözü, I, 7-13.

Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, en-Neseb (nşr. Meryem M. Hayrüddir‘), Beyrut 1410/1989, nâşirin önsözü, s. 11-194.

, I, 318-325; II, 323-324.

a.mlf., Kitâbü’l-Ḥayevân, III, 209-210.

Zübeyr b. Bekkâr, Cemheretü nesebi Ḳureyş (nşr. Mahmûd M. Şâkir), Kahire 1381, nâşirin önsözü, s. 3-72.

, s. 534-540.

, Kahire 1348, s. 137-173.

Hemdânî, el-İklîl (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva‘ v.dğr.), Kahire 1383/1963, I, 70-71, 111, 119.

, nâşirin önsözü, s. 5-18.

Kalkaşendî, Nihâyetü’l-ereb fî maʿrifeti ensâbi’l-ʿArab (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), Kahire 1959, s. 6-19.

İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), I, 430-435, 437-444.

, X, 280.

, I, 178-179.

Âlûsî, Bulûġu’l-ereb (nşr. M. Behcet el-Eserî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), III, 182-210.

Abdülazîz ed-Dûrî, Baḥs̱ fî neşʾeti ʿilmi’t-târîḫ ʿinde’l-ʿArab, Beyrut 1960, s. 39-48.

a.mlf., “Kütübü’l-ensâb ve târîḫu’l-Cezîreti’l-ʿArabiyye”, Dirâsâtü târîḫi’l-Cezîreti’l-ʿArabiyye, Riyad 1979, I, 129-141.

, I, 145; Suppl., I, 211-212.

W. Caskel, Gamharat, Leiden 1966, I, 19-80.

, IV, 514-517; VIII, 329-334.

, I/2, s. 11-19, 27-63.

M. Câsim el-Meşhedânî, Mevâridü’l-Belâẕürî ʿani’l-üsreti’l-Ümeviyye fî Ensâbi’l-eşrâf, Mekke 1407/1986, I, 71-113.

Bekir Ebû Zeyd, Ṭabaḳātü’n-nessâbîn, Riyad 1407/1987.

, III, 51, 112-115.

, s. 250-253.

Ahmet Önkal, “Araplarda Ensâb İlmi ve İslâm Tarihi Açısından Önemi”, SÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, III, Konya 1990, s. 117-131; IV (1991), s. 55-72.

İhsân en-Nas, “Kütübü’l-ensâbi’l-ʿArabiyye”, , LXIV (1989), s. 539-580; LXV/3 (1990), s. 387-412; LXVI/3 (1991), s. 403-429; LXVII/2 (1992), s. 195-224; LXVIII/1 (1993), s. 3-58; LXVIII/3 (1993), s. 387-398; LXVIII/4 (1993), s. 579-593.

, I, 198-199.

F. Rosenthal, “Nasab”, , VII, 967-969.

Nihad M. Çetin, “Ahbâr”, , I, 486-489.

Ali Osman Ateş, “Dimyâtî, Abdülmü’min b. Halef”, a.e., IX, 312.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1995 yılında İstanbul’da basılan 11. cildinde, 244-249 numaralı sayfalarda yer almıştır.