HÂCER

Hz. İbrâhim’in eşi ve Hz. İsmâil’in annesi.

Müellif:

İbrânîce’de Hagar olarak geçen Hâcer kelimesinin anlamı “kaçma, kaçış”tır. Grekçe’de Agar, Arapça’da hem Âcer hem de Hâcer şeklinde yer almaktadır. Bütün Buhârî nüshalarında Âcer diye kaydedilen kelime Hâcer olarak meşhur olmuştur (Aynî, X, 16; , VI, 520). Arapça olmayan Âcer’in kökü bilinmemektedir (, “ecr” md.). Hâcer ise “terketmek, hicret etmek; şirkten uzaklaşmak; emsalinden üstün olmak” mânalarına gelen hecr köküne ait olabileceği gibi Güney Arabistan’da bir yerleşim merkezi olan Hecer’le de alâkalı olduğu düşünülmektedir (a.g.e., “hcr” md.; , VII, 1075).

Kur’ân-ı Kerîm’de kendisinden söz edilmeyen Hâcer Tevrat’a göre Mısırlı bir câriyedir (Tekvîn, 16/1). Hz. İbrâhim ve eşi Sâre, Ken‘ân diyarında (Filistin) kıtlık olunca bir süre kalmak için Mısır’a giderler. Mısır’a vardıklarında Firavun Sâre’nin güzelliğini duyup onu sarayına aldırır. Karşılığında da Hz. İbrâhim’e çeşitli hayvanlarla köle ve câriyeler verir. Firavun Sâre’ye yaklaşmak ister, fakat Rab tarafından cezalandırılır. Sâre’nin Hz. İbrâhim’in eşi olduğunu ve onların sıradan insanlar olmadıklarını anlayan Firavun Sâre’yi geri gönderdiği gibi daha önce verdiklerini de almaz (Tekvîn, 12/10-20). Tevrat’ta açıkça belirtilmemekle birlikte Hâcer de Hz. İbrâhim’e verilen câriyeler arasında bulunmalıdır (, I/1, s. 262).

Yine Tevrat’a göre uzun süre çocuğu olmayan Sâre, dönemin kuralları gereğince neslin devamı için Hâcer’i ikinci eş olarak kocasına takdim eder. Hâcer hamile kalınca Sâre’ye karşı tavrı değişir; Sâre de ona kötü davranır ve kaçmak zorunda bırakır. Şur yolunda bir çeşme başında Hâcer’i bulan Rabb’in meleği hanımına geri dönmesini söyler ve, “Senin zürriyetini çoğalttıkça çoğaltacağım ve çokluğundan sayılmayacaktır. İşte sen gebesin ve bir oğul doğuracaksın, onun adını İsmâil koyacaksın” diyerek müjde verir (Tekvîn, 16/1-14). Bunun üzerine geri dönen Hâcer’den Hz. İsmâil dünyaya gelir (Tekvîn, 16/15-16).

Hz. İbrâhim 100, oğlu İsmâil on dört yaşında iken Sâre İshak’ı dünyaya getirir. İshak’ın sütten kesilmesi münasebetiyle verilen ziyafet sırasında İsmâil İshak’a gülünce Sâre kızar ve Hz. İbrâhim’e, “Bu câriyeyi ve oğlunu dışarı at; çünkü bu câriyenin oğlu benim oğlumla, İshak’la beraber mirasçı olmayacaktır” diyerek onları kovmasını ister. Hz. İbrâhim ise bunu doğru bulmaz; ancak Allah da aynı şeyi emredince ekmekle su tulumunu Hâcer’in omuzuna yükler, çocuğu da yanına verip gönderir. Hâcer oğluyla birlikte Beer-şeba çölüne gider. Su tükenince çocuğu bir çalı dibine atar; onun ölümünü görmemek için de bir ok atımı mesafeye giderek ağlamaya başlar. Çocuğun sesini işiten Rabb’in meleği Hâcer’e seslenerek korkmamasını söyler. Allah Hâcer’in gözlerini açar ve bir su kuyusu görür. Kuyudan su çekerek çocuğa içirir. Daha sonra Paran çölüne yerleşen Hâcer oğlu büyüyünce ona Mısırlı bir kadın alır (Tekvîn, 21/1-21). Tevrat’ta Hâcer’in daha sonraki hayatı ve ölümüyle ilgili bilgi yoktur. Tevrat tefsirlerinde ise Hâcer Firavun’un kızı olarak gösterilir. Firavun, sarayında Sâre’ye gösterilen hürmeti görünce, “Kızım başkasının evinde hanımefendi olacağına bu sarayda hizmetçi olsun” diyerek kızı Hâcer’i Sâre’ye verir. Hâcer çocuk sahibi olur olmaz, “Hanımefendim aslında dışarıdan göründüğü gibi değildir. Takvâ sahibi imiş gibi görünür, ancak sırf güzelliği bozulmasın diye hamilelikten uzak durmuştur” diyerek gıybetini yapar. Bunun üzerine Sâre durumu Hz. İbrâhim’e anlatıp onun karşı çıkmasına rağmen hamile olan Hâcer’e ağır köle işleri yaptırır. Hâcer, Sâre’nin baskısı üzerine evden kaçınca dört veya beş melek kendisine görünür; ancak Hz. İbrâhim’in evinde bu semavî varlıkları görmeye alışkın olduğu için ürkmez.

Tevrat’ta Hâcer’le ilgili bilgiler iki ayrı yerde nakledilmekte (Tekvîn, 16/1-16, 21/1-21) ve bu iki anlatımda ortak noktalar bulunmaktadır. Her iki metinde de Hâcer’in uzaklaştırılması veya kaçışı (Tekvîn, 16/6, 21/14), kendisine müjde veren bir melekle karşılaşması (Tekvîn, 16/7-12, 21/17-18) ve bir su kaynağının ortaya çıkışı (Tekvîn, 16/14, 21/19) söz konusudur. Kitâb-ı Mukaddes’le ilgili tenkit çalışmalarında, Tevrat’ta Hâcer’in anlatıldığı bölümlerden Tekvîn, 16/1b-2, 4-14’ün Yahvist; Tekvîn, 16/1a, 3, 15-16’nın Ruhban ve 21/8-21’in Elohist metin olduğu, 16/9’un ise her iki anlatımı birbirine bağlayıp uzlaştırmayı amaçlayan, daha sonraki dönemlere ait bir redaksiyon ürünü olduğu ileri sürülmektedir (, VII, 1075).

Tevrat’a göre İshak’ın doğumu sırasında İsmâil’in on dört yaşına bastığı ve sürgün olayının İshak’ın sütten kesilmesinden sonra vuku bulduğu dikkate alındığında bu olay sırasında İsmâil’in on beş veya on altı yaşında olması gerekir. Halbuki Tevrat’ın sürgün hadisesini anlatan bölümünün İsmâil’le ilgili ifadeleri onun en çok beş altı yaşlarında bir çocuk olduğu kanaatini vermektedir. Bu durum metin tenkidi bakımından Tevrat’ta izahı güç bir meseledir.

İslâmî kaynaklarda Hâcer’in Mısırlı ve Kıbt krallarından birinin kızı olduğu belirtilir. Babasının Menfis halkından ve oranın kralı bulunduğu nakledildiği gibi, Hâcer’in Hz. İbrâhim’in Mısır’a varışında iş başında bulunan firavunun câriyelerinden olduğu da rivayet edilmektedir (Taberî, I, 245). Onun Ümmülarab’dan (Ümmülarîk) veya Yâḳ denilen köyden yahut Nil yakınındaki Ensına kasabasının bir köyünden olduğu da rivayet edilmektedir (İbn Hişâm, I, 6; Aynî, X, 16). Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber, İbrâhim’in eşi Sâre ile birlikte zalim bir hükümdarın hüküm sürdüğü bir şehre geldiklerini, hükümdarın Sâre’ye göz koyduğunu, fakat Allah’ın onu koruduğunu, sonunda da bu melikin Sâre ile birlikte Hâcer’i de kendisine vererek geri gönderdiğini bildirmektedir (Buhârî, “Büyûʿ”, 100; “Hibe”, 28, 36). Diğer taraftan Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Mısır’ı fethettiğinizde halkına iyi davranın; çünkü onlara karşı ahdimiz ve onların bizimle akrabalığı vardır” (, V, 174; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 227).

Sâre ile evlenen İbrâhim’in uzun süre çocuğu olmamıştı. Bundan dolayı zaman zaman Allah’a yalvarmış ve, “Rabbim bana sâlihlerden olacak bir evlât ver!” (es-Sâffât 37/100) şeklinde dua etmiştir. Sâre kocasının evlât hasreti çekmesine üzülmüş ve ona Mısır’dan getirdiği câriyesi Hâcer’i ikinci eş olarak takdim etmiştir. Bu evlilikten İsmâil dünyaya gelmiş, fakat Sâre onun doğumundan sonra Hâcer’i kıskanmaya başlamış, bir müddet sonra da kocasından Hâcer’i ve oğlunu evden uzaklaştırmasını istemiştir. Bunun üzerine bir süre tereddüt gösteren İbrâhim, Allah’tan aldığı emir üzerine Hâcer ile oğlunu evden uzaklaştırmış ve onları Mekke’ye Kâbe’nin bulunduğu yere götürmüştür. O sırada tamamen ıssız olan Mekke’nin kupkuru vadisine getirilen Hâcer İbrâhim’e, “Bizi hiçbir ekinin bitmediği ve kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin?” diye sormuş, İbrâhim de bunu Allah’ın emriyle yaptığını ve böyle yapmaya mecbur olduğunu söylemiştir. Bununla birlikte oğlunu ve karısını bu ıssız yerde âdeta ölüme terketmek İbrâhim’e çok zor gelmiş ve Allah’a şöyle dua etmiştir: “Ey rabbimiz, ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben neslimden bir kısmını senin Beytülharâm’ının (Kâbe) yanında ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Sen de insanlardan bir kısmının gönlünü onlara meylettir ve çeşitli meyvelerle onları besle ki sana şükretsinler” (İbrâhîm 14/37).

Hâcer, ıssız Mekke vadisinde İbrâhim’in bırakmış olduğu az miktardaki su ve erzakın tükenmesi üzerine İsmâil’in susuzluktan ölmesinden korkarak telâşlanmış, çaresizlikten Safâ ile Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelmiş, bu sırada oğlunun bulunduğu yerden zemzem suyunun çıktığını görmüş ve bu vadide kendisine su ihsan eden Allah’a şükretmiştir. Hz. Peygamber, “Allah İsmâil’in annesine rahmet etsin. Eğer suyun önünü kapamasaydı zemzem akıp giden bir ırmak olurdu” demiştir (, I, 347; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 9).

İsmâil’in büyümesinden sonra Allah’ın İbrâhim’den onu kurban etmesini istemesi ve İbrâhim’in bu emri yerine getirmeye çalışması üzerine şeytan tarafından iğvâ edilmek istenen Hâcer durumu tevekkülle karşılayarak şeytanın iğvâsına kapılmamış, İsmail’in kurban edilmek istenmesine rızâ göstermiştir.

Hâcer çevreden gelenlerle beraber Mekke’de yaşamış, orayı imar etmiş ve doksan yaşında vefat ederek Hicr’e defnedilmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

, “ecr”, “hcr” md.leri.

, I, 347; V, 174.

Buhârî, “Büyûʿ”, 100, “Hibe”, 28, 36, “Enbiyâʾ”, 9.

Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 227.

, s. 77.

, I, 6-8, 296.

, I, 56-67.

, I, 24-25.

, s. 32.

, I, 245-250.

, I, 57.

, I, 102-106.

, s. 61-63.

İbn Kesîr, el-Bidâye, Beyrut 1966, I, 151-157.

İbn Haldûn, el-ʿİber, Beyrut 1967, I, 653.

, VI, 520.

Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, X, 16.

Zekî Şenûde, Târîḫu’l-Aḳbat, Kahire 1973, II, 6-7.

M. Ahmed Câdelmevlâ v.dğr., Ḳaṣaṣü’l-Ḳurʾân, Kahire 1984, s. 56-60.

Şaban Kuzgun, İslam Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik, Ankara 1985, s. 68-70.

M. Newman, “Hagar”, , II, 508-509.

M. Friedberg – E. E. Halevy, “Hagar”, , VII, 1074-1076.

E. Mangenot, “Agar”, , I/1, s. 262-263.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1996 yılında İstanbul’da basılan 14. cildinde, 431-433 numaralı sayfalarda yer almıştır.