İFÂZA

Hac esnasında hacıların Arafat, Müzdelife ve Mina’dan ayrılışını ve bunu düzenleme işini ifade eden terim.

Müellif:

Kökünde “çoğalıp taşma, bol ve yaygın olma” anlamı bulunan ifâza kelimesi sözlükte “kalabalık olarak ve çabucak dağılmak” mânasına gelir. Gerek Câhiliye devrinde gerekse İslâmî dönemde hacıların kalabalık gruplar halinde Arafat’tan Müzdelife’ye, Müzdelife’den Mina’ya akın etmeleri ve Mina’dan Mekke’ye dönmeleri ifâza kelimesiyle anlatılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş‘ar-i Harâm’da Allah’ı zikredin …” (el-Bakara 2/198); “Sonra insanların kalabalık halde döndüğü yerden siz de dönün. Allah’tan mağfiret isteyin” (el-Bakara 2/199) meâlindeki âyetlerde ve birçok hadiste (bk. , “fyḍ” md.) ifâza bu anlamda geçmektedir. İfâzanın ardından yapılması sebebiyle haccın rüknü olan tavafa “tavâfü’l-ifâza” denilmiştir.

Câhiliye döneminde Araplar, ifâza kelimesini Arafat’ta hac menâsikini yürütme ve Arafat’tan çıkış izni verme yetkisi için de kullanıyorlardı. Bu anlamda ifâza Arafat’tan inen hacıların Müzdelife’de toplanmalarına, Mina’da şeytan taşladıktan sonra Mekke’ye veya memleketlerine dönmelerine izin verme yetkisini ifade eden icâzenin alanı içine girmekte ve bazı kaynaklarda icâze ile ifâza aynı mânada kullanılmaktadır. İbn Abdürabbih, İslâm’ın zuhuru sırasında icâze yetkisi kendisinde olan Kerib b. Safvân’ı “sâhibü’l-ifâza” olarak tanıtır (el-ʿİḳdü’l-ferîd, III, 300). İbn Hişâm, sadece Müzdelife vakfesinden sonra Mina’ya intikal iznini “İfâza” başlığı altında verir (es-Sîre, I, 121 vd.). Ancak İbn Kesîr (el-Bidâye, II, 206) ve Âlûsî (Bulûġu’l-ereb, I, 248) bu merasimi de icâze olarak zikrederler.

İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre Câhiliye döneminde Arafat’tan hacıları sevketme görevi Mudar’dan Gavs b. Mür b. Üdd’e aitti. Annesi, bir oğlu olduğu takdirde onu Kâbe’nin hizmetine vereceğini söylemiş, Gavs doğunca da adağını yerine getirmişti. Kâbe’de hizmet eden Gavs’a bundan dolayı Arafat’ta icâze yetkisi verilmiş, kendisine ve ondan sonra bu görevi yerine getiren çocuklarına “Sûfe” denilmiştir. Hacıların Mina’da cemrelerde şeytan taşlamasına ve teşrikin ikinci günü gruplar hâlinde Mekke’ye gitmesine izin verme yetkisi de Sûfe’de idi. Acele işi olanlar veya memleketlerine çabuk dönmeyi düşünenler, Sûfe’nin bir an önce şeytan taşlama merasimini başlatmasını isterlerdi. Ancak Sûfe güneş batıya meyledinceye kadar bekler, sonra kalkıp taşlamayı başlatırdı. Şeytan taşlama görevini yerine getirenlerin hemen Mekke’ye akın etmesine izin verilmezdi; kabile görevlileri Akabe’nin iki yanını tutarak hacıların geçmesini engellerdi. Sûfe mensuplarının hepsi geçtikten sonra diğer kabilelerin geçişine izin verilmesi kendini daha şerefli sayan bazı kabile halkına ağır gelirdi. Buna rağmen Mekke’ye hâkim olanlar değişse de icâze yetkisi hep bunlarda kalmış, Sûfe’den bu işi yapacak kimse kalmayınca yetki yakın akrabaları Temîm’den Sa‘doğulları’na geçmiştir. Kureyş kabilesinin reisi Kusay b. Kilâb Mekke’ye hâkim olduğu zaman icâze bu kabileden Safvân b. Hâris oğullarında bulunuyordu. Kusay, Mekke’ye oldukça uzak sayılan Temîmoğulları’nın bu görevini siyaseten kendilerinde bıraktı.

Câhiliye döneminde ifâza görevi, Mudar soyundan Kays Aylân’a bağlı Benî Advân tarafından yerine getiriliyordu. Kusay b. Kilâb, hacla ilgili diğer görev ve yetkileri de eski sahiplerinin elinde bıraktı. Araplar bu dönemde terviye günü Zülmecâz’dan ayrılarak arefe günü Arafat’a çıkarlardı. Arefe günü hilleden (Kureyş ve müttefikleri dışındaki kabileler) olanlar Arafat’ta, humus sınıfından olanlar ise (Kureyş ve müttefikleri) Harem bölgesi içindeki Nemire’de hazır bulunurlardı. Bunlar, Resûl-i Ekrem’in Arafat’ta vakfe yapmasını hayretle karşılamışlardı (Buhârî, “Ḥac”, 91-92). Bakara sûresinin 198-199. âyetleriyle bu Câhiliye geleneğine son verilmiş ve Hz. Peygamber halkın vakfe ve ifâza yaptığı yerde vakfe ve ifâza yapmıştır. Resûlullah Arafat’tan dönerken normal yürüyüşü tercih etmiş, fakat geniş bir alandan geçtiği sırada daha hızlı hareket etmiştir (Buhârî, “Ḥac”, 93).

Arafat’tan ifâza arefe günü güneş batarken, Müzdelife’den Mina’ya hareket ise ertesi gün güneşin doğuşu ile başlardı. Arafat’ta ve Müzdelife’de güneşe bağlı ifâzayı bazı şarkiyatçılar güneş âyiniyle açıklamışlar ve Hz. Peygamber’in güneş batmadan Arafat’tan ayrılmamayı, Mina’ya ise güneş doğmadan önce gitmeyi emretmesinin, güneş âyinini çağrıştıracak bir durumu ortadan kaldırmaya yönelik bir teşebbüs olduğunu belirtmişlerdir (, V/1, s. 16-17; Cevâd Ali, VI, 385). İslâmiyet’in zuhuru esnasında ifâza yetkisi Advânoğulları’ndan Ebû Seyyâre Umeyle b. A‘zel’de idi. Rivayete göre Ebû Seyyâre bu görevi aralıksız kırk yıl sürdürmüştür.

Mekke fethedildiği zaman Resûl-i Ekrem, muhtemelen eski sahibine bırakmak üzere icâze yetkisinin kimde olduğunu sormuş ve son sahibinin bir kız çocuğu olduğunu öğrenmişti. Böylece bu müessesenin fiilen uygulamadan kalktığı anlaşılmaktadır. Ezrakī’ye göre Mekke fethinin hemen ardından yapılan hacda müşrik Araplar’ın ifâza işini yine Ebû Seyyâre, müslümanların ifâzasını da bu konuda Hz. Peygamber’in bir emri olmadığı halde Mekke valisi sıfatıyla Attâb b. Esîd yürütmüştü. Ertesi yıl ifâzayı Resûl-i Ekrem tarafından emîr-i hac tayin edilen Hz. Ebû Bekir idare etmişti (Aḫbâru Mekke, I, 185-186). Hz. Peygamber Vedâ haccında ifâza ve icâze gibi bütün imtiyazları kaldırmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, “fyḍ” md.

a.mlf., “Hacc”, , V/1, s. 16-17.

a.mlf., “Ḥadjdj”, , III, 32.

Buhârî, “Ḥac”, 91-95.

, I, 119-124.

, I, 68-69.

, I, 185-187.

, I, 238-239.

, II, 259, 285-286.

İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, Beyrut 1983, III, 300.

, III, 115-116.

, s. 216, 219, 243.

, I, 143-144, 146.

, V, 216.

İbn Kesîr, el-Bidâye, Beyrut 1981, II, 205-206.

, I, 247-248.

, VI, 384-387.

, I, 426; II, 888, 890, 902-903.

Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliye Çağı, Ankara 1982, s. 87-90.

F. E. Peters, The Hajj: The Muslim Pilgrimage to Mecca and the Holy Places, Princeton 1994, s. 31-32, 356.

“İfâża”, , V, 272.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 21. cildinde, 505-506 numaralı sayfalarda yer almıştır.