KASRÜ’l-MÜŞETTÂ

Ürdün’ün başşehri Amman’ın 42 km. güneyinde yer alan bir Emevî sarayı.

Müellif:

Diğer birçok Emevî çöl kasrı gibi uzun süre terkedilip unutulduktan sonra ancak XIX. yüzyılın içlerinde tekrar keşfedilmiştir. 1872 senesinde H. B. Tristram tarafından bulunan binayı 1898’de Kusayru Amre’nin kâşifi ve ilk defa neşriyatını yapan, Suriye ile Ürdün çöllerinde önemli keşif faaliyetlerini sürdüren Alois Musil ziyaret etmiştir. Planının çıkarılması ve ilk önemli neşriyatın yapılması da XX. yüzyılın başlarında (1904-1908) Rudolf Ernst Brünnow ve A. von Domaszewski tarafından gerçekleştirilmiştir. Ayrıca B. Schulz başkanlığında bir Alman heyetinin geniş biçimde incelediği binanın cephesinde yer alan kabartma tezyinata sahip friz, II. Abdülhamid tarafından Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm’e hediye edilmek üzere sökülerek Berlin’e gönderilmiştir.

Uzun yıllar tartışma konusu olan sarayın Emevîler’e aidiyeti kabul edilmeyip bir Sâsânî ve Gassânî binası olduğu ileri sürüldüğü gibi daha eski Suriye toplumlarına ait olabileceği de söylenmiştir. Binanın tamamlanmamış olması yüzünden güçlükler gösteren tarihleme ve kime ait olduğu tartışmaları neticede Emevîler lehine son bulurken bânisinin de Halife II. Velîd olduğu fikri benimsenmiştir. Bu durumda binanın VII ve VIII. yüzyıllara ait bir Emevî kasrı olması ihtimali iyice güçlenmiş, özellikle VIII. yüzyıla, daha açık bir tarihleme ile de II. Velîd’in halifelik yıllarına (743-744) ait olduğu kabul edilmiştir.

Bina plan bakımından Roma mimarisindeki castrum plan geleneğini sürdüren bir yapıdır. Taş ve tuğla kullanılarak yapılan binanın geniş bir dikdörtgen avlu etrafında tertip edilmiş hira planına göre düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu durumuyla da kışlık ve baharlık bir iskân mahalli olarak yapılmaya başlandığı farkedilmektedir. Kenarları 144 m. uzunluğunda bir kare teşkil eden binanın köşelerinde kuleler bulunmaktadır ve etrafı da tahkimatlı bir duvarla çevrilmiştir. Giriş güney istikametinde olup sekizgen kaideler üzerinde yükselen beşgen kuleler tarafından korunmaktadır. Sarayın ana eksenini oluşturan bu girişe göre düzenlenen plan içinde düz bir hat doğrultusunda tanzim edilmiş küçük avlulardan geçilerek planın merkezini meydana getiren büyük ana avluya ulaşılmaktadır. Bu büyük avlunun kuzeyindeki divanhâne ile ona bağlı mekânlar bir eksen üzerinde yer almaktadır. Özellikle bu birimin avluya açılan cephesi, zafer takı görüntüsü veren üç kemerli bir giriş şeklindedir. Cephenin arkasında ve zeminden 1,50 m. yükseklikte bulunan taht salonu önde üç nefli olarak düzenlenmiş olup kuzey yönünde üç dilimli yonca planındadır. Mevcut durumuyla kemer çıkışlarına kadar yapılabilen bu mekânın üzerinin bir kubbeyle örtülmesinin düşünüldüğü farkedilmektedir. Taht odasının yanındaki beşik tonozlu odaların gündelik işlere yönelik olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun dışında kalan diğer bölümlerin planları da az çok farkedilebilecek bir seviyede kalmıştır.

Kasrü’l-Müşettâ’nın bölümlerinden birini teşkil eden cami girişin sağında yer almakta; simetrik bir tertibe göre tanzim edilmiş olup üç bölümlü bir düzenleme göstermektedir. Caminin özellikle girişin yanında bulunması ve taht odasından uzakta kalmış olması, binayı yaptıran kişinin korunmasına gösterdiği itinayla alâkalı bir durum olarak değerlendirilebileceği gibi bu tip kasır ve saray mimarisi için alışılmış bir hususiyet de arzetmektedir.

Sarayın İslâm sanatı içinde en mühim özelliklerinden biri olan cephe tezyinatı, İslâm süslemeciliği ve bina tezyinatı açısından müstesna bir yer işgal etmektedir. Ön cephede yer alan kabartma tezyinat 40 m. uzunlukta ve 5 m. yükseklikte olup taş, stuko ve mermer kullanılarak yapılmıştır. Başka bir yerde benzeri bulunmayan bu frizde İran, Mezopotamya ve Helenistik etkilerin bir karışımı ve İslâm ruhunun değişik bir tezahürü ortaya konmuştur. Üçgenler şeklinde hazırlanmış bölmeler içinde zikzaklar, akantuslar, rozetler, hayvan ve az sayıda insan figürlerinden oluşmuş zengin bir görüntüye sahiptir. Caminin kıble duvarının dışına gelen kısımlarda figürlü süslemenin yer almaması bilhassa dikkat çekici olup bu kutsal mahalli diğer kısımlardan ayıran bir özellik olarak görülmektedir. Bu kabartma friz halen Berlin’de Devlet Müzesi’nde bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı’nda Berlin’in bombalanması sırasında kulelerden biri parçalanmış ve daha sonra başarılı bir şekilde onarılmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

E. Diez, Die Kunst der islamischen Völker, Potsdam 1926, s. 149-153, 164-165.

a.mlf., “Mşatta”, , VIII, 432-435.

K. A. C. Creswell, Early Muslim Architecture, Oxford 1940, s. 124-134.

Mustafa Murâd ed-Debbâğ, Bilâdünâ Filisṭîn, Amman 1972, IV/2, s. 731-733.

J. D. Hoag, Islam, Stuttgart 1986, s. 19-21.

O. Grabar, İslâm Sanatının Oluşumu (trc. Nuran Yavuz), İstanbul 1988, tür.yer.

H. Stierlin, Islam Early Architecture from Baghdad to Cordoba, Köln 1996, s. 71-73.

J. Strzygowski – B. Schulz, “Mschatta”, Jahrbuch der Königlich Preussischen Kunstsammlungen, sy. 25 (1904), s. 205-373.

E. Herzfeld, “Die Genesis der islamischen Kunst und das Mshatta-Problem”, , II (1911), s. 27-63.

a.mlf., “Mshattâ, Ḥîra und Bâdiya”, Jahrbuch der Preuszischen Kunstsammlungen, sy. 42 (1921), s. 104-146.

M. S. Dimand, “Studies in Islamic Ornament”, , sy. 4 (1937), s. 293-337.

M. J. Sauvaget, “Remarques sur les monuments omeyyads”, , CCXXXI (1939), s. 1-59.

H. Stern, “Notes sur l’architecture des châteaux omeyyades”, , sy. 11-12 (1946), s. 72-83.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 577-579 numaralı sayfalarda yer almıştır.