KOKU

Müellif:

Arapça’da genel olarak güzel koku için ıtr, üretme veya satma işine ıtâre, ıtriyat, koku satana attâr denmektedir. Bu kelimeler Türkçe’ye de girmiş, aynı kökten kelimeler Batı dillerine geçmiştir (meselâ İng. attar of roses “gülyağı”). Araplar koku karşılığında esintiyle gelmesinden dolayı rîh, râiha, güzel ve temiz olan şeyler güzel koktuğu için tîb kelimelerini de kullanırlar. Benzer bir kullanım eski Türkler’de de vardır. Kutadgu Bilig’de kötü koku için “arığsız yıd” (temiz olmayan koku) ifadesi geçer. Aynı eserde güzel koku için ıd, kin, misk için yıpar kelimelerinin kullanıldığı görülmektedir.

Kitâb-ı Mukaddes’te “attar işi mukaddes mesih yağı”nı ilk defa Betsalel’in (Bezalel) yaptığından söz edilir (Çıkış, 37/29; , III, 731). Bu ifade eskiden beri devam eden kokuculuk mesleğine de işaret eder. Tabiatta mevcut olan güzel kokuların elde edilmesi, kullanılması ve ticareti Tevrat öncesinden gelen bir gelenektir. Nitekim Hz. Peygamber de güzel koku sürünmeyi peygamberlerin sünnetleri arasında saymıştır (, V, 421; Tirmizî, “Nikâḥ”, 1). Eski medeniyetlerin dinî merasimlerinde, cenaze defin işlerinde ve saraylarında güzel koku ve buhur önemli bir yer tutar. Arkeolojik kazılarda bol miktarda koku kabı bulunmuştur. Bilhassa Eski Mezopotamya tabletleri, Mısır mezar resim ve yazıları bu iki kültürde kokunun yerini gösteren önemli bilgiler verir. Orta Fırat bölgesinde bulunan tabletlerden, milâttan önce 1800 yıllarında buradaki büyük Mari sarayında “bîtrakki” denilen bölümün saray erkânı ve yüksek rütbeli askerlerin dinî merasimler, kutlamalar ve ziyafetlerde sürünecekleri koku ve yağ ihtiyacını karşıladığı anlaşılmaktadır (, s. 259).

Eski Mısır’da Amon tapınağında buhurculuk yüksek bir rütbe sayılırdı (, III, 731). Ölülerin mumyalanmasında çeşitli koku maddeleri kullanılırdı. Herodotos içi boşaltılan cesedin dövülmüş baharatla yıkandığını, dövülmüş sarı sakız, çin tarçını ve diğer kokulu otlar konularak dikildiğini yazar (Târih, s. 95-96). Ayrıca mezarlara özel hazırlanmış koku yağı ve esanslar bırakılırdı. Eski İran sarayında da kokunun önemli bir yeri olduğunda şüphe yoktur. Persepolis’teki Daryüs’ün sarayında milâttan önce VI-V. yüzyıllara ait kabartmalarda elinde koku kabı ve katlanmış havluyla bekleyen hizmetçiler tasvir edilmiştir (Parrot, s. 197).

Eski ve Yeni Ahid’de, halkın yapmasına izin verilmeyen kutsal yağ ve buhur karışımları yanında (Çıkış, 30/23-26, 34-38) koku amacıyla kullanılan çeşitli maddeler hakkında bilgi yer almaktadır. Başa ve vücuda sürülen kokulu yağa “semen tôb” deniyordu (Mezmurlar, 133/2). Milâttan önce XVIII. yüzyıla tarihlenen Mari’de bulunmuş bir tablette de buna benzer şekilde “samnu tabu” geçmektedir (, s. 261). Semen kelimesi Arapça’da da “yağ” anlamına gelmekte, koku için olanına “dühn” denmektedir. Tevrat’ın verdiği bilgiye göre kutsal mesih yağı için çeşitli baharatlar kullanılmıştır (Çıkış, 30/23-25). Eski ve Yeni Ahid’de ayrıca sarı sabır (öd ağacı), balsam (pelesenk), günlük, kasnı zamkı (çadır uşağı otu ile şeytan teresinden elde edilen bir çeşit kokulu zamk), hint sümbülü, ezfâr, safran gibi koku malzemelerinden söz edilir ve bunların getirildiği yerler hakkında bilgi verilir. Kokular başa, vücuda, elbiseye sürüldüğü gibi zifaf için hazırlanmış yatağa da serpilirdi (Süleyman’ın Meselleri, 7/17).

Arap yarımadası, bazı kokuların tabii olarak çıktığı bir yer olması yanında Afrika ve Hindistan’dan gelen kokuları kuzeye taşıyan kervanların geçtiği ana güzergâhtı. Tevrat’ta verilen bilgiye göre Yûsuf’un, kardeşleri tarafından satıldığı İsmâilî (Arap) kervancıların develeri baharat, pelesenk ve mür yüklü idi (Tekvîn, 37/25). Eski Ahid’de, Güney Arabistan’da hüküm sürdüğü düşünülen Sebe Melikesi Belkıs’ın Hz. Süleyman’a getirdiği hediyeler arasında bol miktarda baharattan söz edilir (I. Krallar, 10/10). Araplar’ın çin tarçını ve ladeni nasıl elde ettiklerine dair ilginç bilgiler veren Herodotos bütün ülkenin güzel koktuğunu söyler (Târih, s. 151). Aslında Batı’da ticarî güzergâh olması sebebiyle genel olarak kokuların kaynağı Arap yarımadası sanılıyor, burası dinî merasimlerde ve cenazelerde kullanılan kokuların, buhur malzemesinin geldiği yer olduğu için kutsal kabul ediliyordu. Câhiliye kültüründe önemli bir yeri olan koku haram aylarda kurulan ticaret panayırlarının önemli bir metâı idi. Hz. Peygamber’in amcaları Ebû Tâlib ve Abbas koku ticareti yapmışlardı. Araplar önemli işler için yaptıkları yeminlerde ellerini koku dolu kaba bandırırlardı.

Kur’an’da koku adları cennet içeceklerinin özellikleriyle ilgili olarak geçer. Müminlere cennette mührü misk gibi kokan (el-Mutaffifîn 83/26), karışımında kâfûr ve zencefil bulunan (el-İnsân 76/5, 17) içecekler vaad edilmiştir. Dünyada kendisine sevdirilenler arasında güzel kokuyu da sayan Resûl-i Ekrem (, VI, 72) insanların toplu olarak yaşadıkları yerlerin güzel kokmasını arzu ederdi. Buna karşılık çiğ soğan, sarımsak yiyen kimselerin camiye gelip halkı rahatsız etmemesini istemiş (Buhârî, “Eẕân”, 160; Müslim, “Mesâcid”, 73-74), mescidlerin yanında evlerin de günlük, mür, sa‘ter (kekik) ve yavşan otu gibi güzel koku veren otlarla buhurlanmasını tavsiye etmiştir (Beyhakī, V, 132; Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, II, 10; İbn Asâkir, VI, 142). Kendisi de insanların içine çıkacağı zaman, cuma günleri, elçileri karşılarken güzel koku sürünürdü. Saçlarında bulunan yirmi kadar beyaz tel kullandığı kokuların etkisiyle kırmızı bir renk almıştı (Buhârî, “Menâḳıb”, 23). Kendisine sunulan güzel kokuyu reddetmez (a.g.e., “Hibe”, 9, “Libâs”, 80), kokuların en güzelinin misk olduğunu söylerdi (Müslim, “Elfâẓ”, 18). İyi insanlarla beraber bulunmayı misk satıcısıyla arkadaş olmaya benzetir ve onun hiçbir faydası olmasa bile güzel kokacağını belirtirdi (Buhârî, “Büyûʿ”, 38). Resûl-i Ekrem, kadınların yabancı erkeklerin ilgisini çekmek amacıyla güzel kokular sürünüp sokağa çıkmasını hoş karşılamazdı (Ebû Dâvûd, “Tereccül”, 7). Onların süreceği kokuların renk veren fakat etrafa fazla yayılmayan, erkeklerin kokularının ise sürüldüğünde iz bırakmayan fakat yayılan türden olmasını isterdi (a.g.e., “Nikâḥ”, 50, “Libâs”, 8). Medine’de attarlık yapan bazı kadınlar vardı. Bunlardan Esmâ bint Muharribe, oğlu Abdullah b. Ebû Rebîa’nın Yemen’den gönderdiği kokuları satardı (İbn Sa‘d, VIII, 300-301). Medine’de bu işi yapan Havle ve Müleyke adlarında iki hanım daha bulunuyordu (Abdülhay el-Kettânî, II, 271). Kocaları ölen kadınlar yas tutar, sürme çekmez ve koku sürünmezdi. Ashap arasında İbn Abbas, Ebü’d-Duhâ, Abdullah b. Zübeyr gibi kokuya düşkünlüğü ile tanınanlar vardı (İbn Kuteybe, I, 421-422). Müslüman erkeklerin güzel koku sürünmeleri genel olarak mendup görülmüştür.

Emevîler ve Abbâsîler döneminde koku kullanımı artmış, aristokratlarla halkın süründüğü kokular farklılık göstermeye başlamıştır. Zenginler tarafından kullanılan pahalı esanslara “gāliye” denirdi. Abbâsîler döneminde ilk defa damıtma (imbikleme) yöntemiyle gülyağı ve esans elde edilmiş ve bu bir endüstri haline gelmiştir (al-Hassan – Hill, s. 141-144). Şeyhürrabve ed-Dımaşkī gülyağının elde edilişiyle ilgili teknik çizimler verir (Nuḫbetü’d-dehr, s. 194-198). Bu endüstrinin geliştiği İran’ın Fars bölgesinden vergi olarak her yıl Abbâsî hilâfetinin başşehri Bağdat’a 30.000 şişe gülyağı gönderilirdi (Hitti, II, 539). Osmanlı sarayında teşrifatlarda gül suyu dağıtılır ve buhur resmi yapılırdı (Uzunçarşılı, s. 126, 287, 418, 444). Halkın kullandığı ıtriyatın çeşidi ve fiyatları konusunda 1640 Tarihli Narh Defteri’nde önemli bilgiler bulunmaktadır (Kütükoğlu, s. 98-102).

Kokuculuk kolay hile yapılabilen, ucuz katkı maddeleriyle insanların aldatılabileceği bir iştir. Bu bakımdan attarları denetleyen muhtesibin bu kokular hakkında bilgisi olması gerekirdi. İbnü’l-Uhuvve, bunu muhtesibin en fazla itina göstermesi gereken bir husus olarak zikreder, kokuların çeşit ve özellikleri hakkında bilgi verir (Meʿâlimü’l-ḳurbe, s. 121).


BİBLİYOGRAFYA

, “nşm” md.

, V, 421; VI, 72.

Buhârî, “Eẕân”, 160, “Menâḳıb”, 23, “Hibe”, 9, “Libâs”, 80, “Büyûʿ”, 38.

Müslim, “Mesâcid”, 73-74, “Elfâẓ”, 18.

Ebû Dâvûd, “Tereccül”, 7, “Nikâḥ”, 50, “Libâs”, 8.

Tirmizî, “Nikâḥ”, 1.

Plinius (Pliny the Elder), Natural History (trc. John F. Healy), London 1991, s. 167 vd.

, IV, 321.

, VIII, 300-301.

, I, 421-422.

, II, 174.

Herodotos, Târih (trc. Perihan Kuturman), İstanbul 1973, s. 95-96, 151.

Beyhakī, Şuʿabü’l-îmân (nşr. M. Saîd Besyûnî), Beyrut 1410/1990, V, 132.

Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, el-Firdevs bi-meʾs̱ûri’l-ḫiṭâb (nşr. Ebû Hâcer Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1406/1986, II, 10.

, VI, 142.

Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig (nşr. Reşid Rahmeti Arat), Ankara 1979, I, 642.

Ca‘fer b. Ali ed-Dımaşkī, Kitâbü’l-İşâre ilâ meḥâsini’t-ticâre (nşr. el-Bişrî eş-Şürbâcî), İskenderiye 1397/1977, s. 36-40.

İbnü’l-Adîm, el-Vuṣla ile’l-ḥabîb fî vaṣfi’ṭ-ṭayyibât ve’ṭ-ṭîb (nşr. Selîmâ Mahcûb – Düriyye el-Hatîb), Halep 1408/1988, II, 481-502.

Şeyhürrabve ed-Dımaşkī, Nuḫbetü’d-dehr fî ʿacâʾibi’l-ber ve’l-baḥr (nşr. A. F. Mehren), St. Petersburg 1866, s. 194-198.

, II, 63-66.

İbnü’l-Uhuvve, Meʿâlimü’l-ḳurbe fî aḥkâmi’l-ḥisbe (nşr. R. Levy), Cambridge 1938, s. 121-127.

, s. 126, 287, 418, 444.

A. Parrot, Nineveh and Babylon (trc. S. Gilbert – J. Emmons), London 1961, s. 197.

J. A. Thompson, “Ointment”, , III, 593-595.

a.mlf., “Perfume”, a.e., III, 730-732.

K. A. K., “Cosmetics and Perfumery”, , s. 258-262.

, II, 265, 271.

, II, 539.

Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 98-102.

Ahmad Y. al-Hassan – D. R. Hill, Islamic Technology: An Illustrated History, Cambridge 1998, s. 141-144.

Abdülhalik Bakır, Ortaçağ İslam Dünyasında Itriyat, Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi, Ankara 2000, s. 55 vd.

Şeymâ es-Sarrâf, “el-ʿIṭr fi’l-ḥaḍâreti’l-İslâmiyye”, Etudes orientales, XI-XII, Paris 1991, s. 67 vd.

Sargon Erdem, “Amber”, , III, 7-8.

a.mlf., “Buhur”, a.e., VI, 383-384.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2002 yılında Ankara’da basılan 26. cildinde, 150-151 numaralı sayfalarda yer almıştır.