MEŞÂİRÜ’ş-ŞUARÂ

Âşık Çelebi’nin (ö. 979/1572) Türk edebiyatı tarihinde en ön sırada gelen şairler tezkiresi.

Müellif:

Türk edebiyatında ilk defa Ali Şîr Nevâî’nin (ö. 906/1501) Çağatay sahası için kaleme aldığı Mecâlisü’n-nefâis adlı tezkiresiyle ortaya çıkan bu tür Edirneli Sehî Bey’in (ö. 955/1548) Heşt Bihişt’iyle Anadolu’daki ilk örneğini vermiştir. Latîfî ve Ahdî’nin eserlerinden sonra Anadolu’da yazılan dördüncü şairler tezkiresi olan Meşâirü’ş-şuarâ ebced harflerinin sıralanışına göre düzenlenmiş olup 976’da (1568) tamamlanmıştır. Fatîn Efendi’nin Hâtimetü’l-eş‘âr’ına kadar (yazılışı 1853) kaleme alınan yirmi altı tezkireden hiçbiri verdiği bilgilerin zenginliği bakımından bu eser seviyesine ulaşamamıştır.

Âşık Çelebi, Latîfî’den bahsederken 950’den (1543-44) sonra İstanbul’da bulundukları sırada Sehî Tezkiresi’nin şöhret bulması üzerine benzer birer eser yazmaya karar verdiklerini, kendisinin alfabetik, arkadaşının kronolojik sıralamayı seçtiği halde telife başlayınca Latîfî’nin alfabetik tertibe yönelmesi üzerine şevkinin kırıldığını, bu sebeple uzun müddet çalışmalarına ara verdiğini belirtmektedir (vr. 107a). Nitekim Latîfî, tezkiresini 953’te (1546) bitirdiği halde Âşık Çelebi eserini ondan yirmi üç yıl sonra tamamlayabilmiştir. Ayrıca Latîfî, tezkiresinde Âşık Çelebi’den bahsederken bu konuya hiç temas etmemiş, sadece onun Ravzatü’ş-şühedâ tercümesinden söz etmiştir. Âşık Çelebi ise Latîfî’yi anlatırken eserini beğendiğini, fakat şairlerin çoğunu Kastamonulu olarak göstermesinden dolayı kitaba “Kastamonunâme ve Âlet-i Hengâme” adının verildiğini söylemektedir.

Tezkiresinin başına oldukça uzun bir mukaddime koyan Âşık Çelebi önce şiir ve şairden bahsetmiş, ardından Sultan Osman’dan başlayarak Orhan Gazi, I. Murad, Yıldırım Bayezid, Süleyman Çelebi, Mehmed Çelebi, II. Murad, Fâtih Sultan Mehmed, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanûnî Sultan Süleyman ve II. Selim gibi Osmanlı padişahlarına yer vermiştir. Bu sultanlar devrinde yaşayan şairlerle kaleme alınan eserler üzerinde de duran Âşık Çelebi, I. Murad zamanında Ahmed adlı bir şairin Süheyl ü Nevbahâr’ından, Yıldırım Bayezid döneminde Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden, Emîr Süleyman devrinde Ahmedî ve Hamzavî mahlaslı iki kardeşten ve onların İskendernâme adlı eserinden söz etmiştir. Ayrıca Ahmed-i Dâî ve Şeyhoğlu’nun Ferahnâme’sinden (Hurşîd ü Ferahşâd olmalı), Şeyhî ve Hüsrev ü Şîrîn’inden, Hümâmî ile onun Hurşîd ü Cemşîd’inden ve Yazıcızâdeler’den bahseder. II. Selim’i anlattıktan sonra kendinden söz eder. Burada tezkiresini nasıl hazırladığını açıklayan Âşık Çelebi, Devletşah tezkiresiyle Câmî’nin Bahâristân’ını, Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’iyle Hakîm Şah el-Kazvînî’nin bunu Farsça’ya tercüme ederken yaptığı zeyli, nihayet Sehî’nin Heşt Bihişt’ini görüp kendisinin de böyle bir eser yazmak istediğini ve Latîfî ile aralarında geçen olayı nakleder. Ardından kitabını yazarken dikkat ettiği hususları altı “hasîsa”da topladığını söyler. Bunlar sırasıyla insanın bir eseri kimseden bir şey almadan sadece kendi topladığı bilgilerle yazması ve bu tür eserlerdeki dilin kişinin kendine has olmasını gerekli sayması, daha önce yazılanların kimler için telif edildiği konusunda bilgi vererek kendisinin bu eseri II. Selim için yazdığını ifade etmesi, şairlerin yanı sıra mârifet sahibi kişilerden de bahsedeceğini belirtmesi, tezkiresini tamamladığı sırada Kütahya’da bulunan Şehzade Selim’e gidip sunmayı düşünürken o esnada II. Selim’in tahta çıkması üzerine eserin başına onun adını kaydettiğini söylemesi, Latîfî’nin tezkiresinden farklı olması için düzenlemede ebced tertibini tercih etmesidir.

Tezkirede tanıtılan şair sayısı farklı nüshalara göre 360 ile 424 arasında değişmektedir. Âşık Çelebi’nin önce Tevârîh-i Şuarâ adını verdiği, daha sonra Meşâirü’ş-şuarâ olarak adlandırdığı eser sadece bir şairler tezkiresi değil dönemin sosyal hayatını, eğlence yerlerini, zevklerini, nükte anlayışını ortaya koyması bakımından da önemli bir kaynak niteliğindedir. Tanıdığı şairler hakkında orijinal ve ayrıntılı bilgiler veren müellifin nesirde ortaya koyduğu üslûp da eserin değerini arttırmaktadır.

Âşık Çelebi devrin tanınmış şahsiyetlerinden Müeyyedzâde’nin torunu olması, Muhyiddin Fenârî ile olan yakınlığı ve babasının arkadaşlarıyla münasebeti sebebiyle birçok hususta emsallerine göre farklı bilgiler edinmiştir. Bundan dolayı eserde İstanbul’un o devirdeki sosyal hayatıyla edebî muhitleri hakkında zengin bilgiler bulmak mümkündür. Müellifin sahiplerini yakından tanıdığı konaklar, bahçeler, hamamlar, buralarda yapılan, çoğuna kendisinin de katıldığı toplantılar, özellikle şiir meclisleri tezkirede yeri geldikçe anlatılmaktadır. İstanbul’da şair Zâtî’nin, Galata’da Rahîkî’nin dükkânları, bedestendeki sahaf dükkânları, bazı tekkeler, devlet büyüklerinin konakları şairlerin bir araya geldiği yerler olarak tasvir edilmektedir. Âşık Çelebi sadece Mahvî, Sun‘î ve Şeydâ gibi genç şairlerle değil zamanın üstatlarıyla da tanışarak edebî bilgisini arttırdığı gibi onlar hakkında edindiği mâlûmatı da eserine aktarmıştır. Nitekim Zâtî ile olan dostluğu tezkiresinin geniş bilgi ve hâtıralarla zenginleşmesine imkân sağlamıştır. Âşık Çelebi’nin Taşlıcalı Yahyâ ve özellikle Hayâlî Bey’le münasebetleri ve dostluğu ölümüne kadar sürdüğünden onlar hakkında verdiği bilgiler de çok kıymetlidir. Ayrıca eserin hemen her sayfasında yer alan âyetler, hadisler ve kelâmıkibarlardan başlayarak atasözleri, deyimler, tasvirler, benzetmeler, hicivler, nükteler ve fıkralar ona ayrı bir değer katar. Müellifin hayatı üzerinde tesirleri olan kişiler yanında riyakârlık, iftira, kıskançlık ve düşmanlıklarıyla onun hayatında önemli rol oynayan bir kadı hakkında doldurduğu sayfalar eserin en canlı bölümlerini oluşturmaktadır. Kitap dili, üslûbu, benzetmeler, nükte ve hicivler bakımından diğer şuarâ tezkireleri arasında ayrı bir yere sahiptir. Bazan söz konusu ettiği kişilerin şiirlerinden çok onların özel hayatına eğilmesi müellifin devrin insan tiplerini de tanıtmak istediğini düşündürmektedir.

Âşık Çelebi ömrünü bu bölgede geçirdiği için tezkirede yer alan şair ve müelliflerin büyük çoğunluğunu Rumeli vilâyetlerinden yetişenler oluşturmaktadır. Anadolu’da yetişenlerin adları ise pek azdır. Âşık Çelebi’nin özelliklerini vurgulayarak haklarında daha geniş bilgiler verdiği şairler Ferdî (vr. 188a-192a), Feridun Ağa (vr. 192b-195a), Fevrî Efendi (vr. 203a-212a), Gazâlî (vr. 291a-298b), Hayâlî Bey (vr. 270b-277a), Kadri Efendi (vr. 223a-226b), Lâmiî (vr. 108b-111a), Meâlî (vr. 111b-117a), Nihâlî (vr. 141b-145a) ve Rızâyî (vr. 234a-237a) gibi isimlerdir.

Meşâirü’ş-şuarâ’nın önemli nüshaları şunlardır: 1. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki nüsha (Yeniler, nr. 129). Müellif hattıyla olup 971 (1563-64) yılında kaleme alınan müsveddedir. Eser 976’da (1568) tamamlandığına göre bu nüsha tam değildir, fakat müellif hattıyla oluşu önemini arttırmaktadır. Hâfız-ı Şîrâzî ile başlayan nüshada eserin adı Tezkiretü’ş-şuarâ ve meşâirü’z-zurefâ şeklinde kayıtlı olmakla beraber Tevârîh-i Şuarâ olarak da geçer (vr. 35a). 2. Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndeki nüsha (Aziz Mahmud Hüdâyî, nr. 1157, 205 varak). Müellif hattıyla 975’te (1567) tamamlanan ve müsvedde ile temiz arasında bir özellik taşıyan bu yazmada 423 şair tanıtılmaktadır. British Library’deki nüsha (Or., nr. 6434) bu veya bundan gelen başka bir nüshadan kopya edilmiş gibi görünmektedir. 3. British Library nüshası (Or., nr. 6434). 977’de (1569-70) istinsah edilen yazmada 424 şair bulunmaktadır. Mehmed b. Murad adlı bir kişinin istinsah ettiği bu kopya, faksimilesiyle birlikte Âşık Çelebi’nin hayatına ve eserlerine dair bir önsöz, nüsha farklarını veren notlar ve indeksle G. M. Meredith-Owens tarafından yayımlanmıştır (Meşā‘irü’ş-şuarā or Teẕkere of ‘Āşık Çelebi, London 1971). 4. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüsha (Âşir Efendi, nr. 268, 390 varak). 978’de (1570-71) istinsah edilen bu yazmada 417 şair yer almaktadır. 5. Millet Kütüphanesi’ndeki nüsha (Ali Emîrî Efendi, Tarih, nr. 772). Şairlerin hayatı kısmında pek çok eksikliğe rastlanmakla birlikte Âşık Çelebi’nin kendi minyatürü dahil olmak üzere minyatürlü olması bakımından önemli sayılmaktadır. İstanbul Kütüphaneleri Tarih-Coğrafya Yazmaları Kataloğu’nda Âşık Çelebi tezkiresinin yedi nüshası belirtilmekteyse de (s. 579-581) Meredith-Owens yaptığı neşirde eserin yirmi yedi nüshasını tesbit ettiğini bildirmektedir (s. XX-XXIII). Filiz Kılıç ise hazırladığı doktora tezinde eserin otuz nüshasını belirlemiş, bunlardan beşini esas alarak tezkirenin tenkitli metnini ortaya koymuştur (bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA
Meşâirü’ş-şuarâ: İnceleme-Tenkitli Metin (haz. Filiz Kılıç, doktora tezi, 1994), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü; TCYK, s. 579-581; Karatay, Türkçe Yazmalar, I, 382; Tennur Koçgündüz, Âşık Çelebi’nin Şuarâ Tezkiresindeki Problemleri ve Üslûp Özellikleri Üzerinde Bir Çalışma (mezuniyet tezi, 1963), İÜ Türkiyat Araştırma Merkezi, nr. T. 621; Ali Süreyya Beyzâdeoğlu, Âşık Çelebi Tezkiresini Tedkik (mezuniyet tezi, 1968), İÜ Türkiyat Araştırma Merkezi, nr. T. 815; Harun Tolasa, Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi I, İzmir 1983; Halûk İpekten, Divan Edebiyatında Edebî Muhitler, İstanbul 1996, tür.yer.; Orhan Şaik Gökyay, “Âşık Çelebi Tezkiresi”, TD, sy. 30 (1976), s. 39-48; P. K. Kappert, “G. M. Meredith-Owens (ed.), Meşāirü’ş-şuarā or Tezkere of Āşık Çelebi”, Bibliotheca Orientalis, XXXII, Leiden 1975, s. 401-403; Günay Kut, “Âşık Çelebi’nin Meşāirü’ş-Şuarā’da Söylediği Tarihler”, WZKM, LXXVI (1986), s. 209-214; M. Fuad Köprülü, “Âşık Çelebi”, İA, I, 698-701.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2004 yılında Ankara’da basılan 29. cildinde, 355-357 numaralı sayfalarda yer almıştır.