NÛREDDİN ZENGÎ, Mahmud

Ebü’l-Kāsım (Ebü’l-Muzaffer) el-Melikü’l-Âdil eş-Şehîd Nûruddîn Mahmûd Zengî b. İmâdiddîn Zengî b. Kasîmiddevle Aksungur (ö. 569/1174)

Dımaşk ve Halep atabegi (1146-1174).

Müellif:

17 Şevval 511’de (11 Şubat 1118) Halep’te doğdu. Yazısının güzel olması, çok okuması, hadis ezberleyip rivayet etmesi ve fıkıh bilgisiyle ilgili rivayetler onun iyi bir eğitim aldığını gösterir. Gençlik döneminde askerî bakımdan temayüz ettiği ve babası İmâdüddin Zengî’nin yanında zaman zaman savaşlara katıldığı bilinmektedir. İmâdüddin Zengî, Ca‘ber Kalesi’ni kuşattığı sırada kölesi tarafından öldürülünce (5 Rebîülâhir 541 / 14 Eylül 1146) Nûreddin bazı emîrlerle Halep’e gelip şehre hâkim oldu. Büyük kardeşi I. Seyfeddin Gazi başşehir Musul ve dolaylarına hâkim olunca (1146-1149) İmâdüddin Zengî’nin devleti bir bakıma ikiye bölünmüş oldu. Bu sırada Kuzey Suriye ile Güneydoğu Anadolu’nun bazı şehirleri Nûreddin’in eline geçti. Hükümdarlığının ilk yıllarında Vezir Mücâhidüddin Kaymaz’dan yardım gördü.

İmâdüddin Zengî’nin ölümünün ardından Ba‘lebek şehri Dımaşk Atabegliği’ne geçti, şehrin yöneticisi Necmeddin Eyyûb da Dımaşk Atabegliği’nin hizmetine girdi. Kardeşi Şîrkûh ise Nûreddin Mahmud’un yanında yer aldı. Nûreddin Mahmud, hükümdarlığının ikinci yılında Artah ve Keferlâsa gibi şehirleri Haçlılar’ın elinden almayı başardı.

II. Joscelin, İmâdüddin Zengî’nin ölüm haberini alınca Urfa’nın iç kale dışındaki kesimlerini zaptetti. İç kalede direnişlerini sürdüren İslâm askerleri Nûreddin Zengî’den yardım istedi. Nûreddin’in yaklaşması üzerine II. Joscelin kaçtı ve Urfa yeniden müslümanların eline geçti. Bu durum Avrupa’da büyük yankı yaptı. Papa III. Eugenius, Fransa Kralı VII. Louis’ye ve bazı şövalyelere mektup göndererek onları yeni bir Haçlı seferine yönlendirdi. Böylece II. Haçlı Seferi’ne katılan ordular 543 (1148) yılının ilkbaharında Filistin’de yerli Haçlılar’la birleşerek Dımaşk’ı kuşattılar. Dımaşk’taki idareciler I. Seyfeddin Gazi’den yardım isteyince kardeşi Nûreddin Mahmud’u yanına alan Seyfeddin Gazi yardıma gitti. Haçlılar daha sonra Halep üzerine saldırıya geçmek istedilerse de Nûreddin daha hızlı davranarak onları Yağra’da ağır bir yenilgiye uğrattı ve ele geçen büyük ganimet ve esirleri Seyfeddin Gazi, Abbâsî Halifesi Muktefî-Liemrillâh ve Irak Selçuklu Sultanı I. Mesud arasında paylaştırdı.

Musul Atabegi I. Seyfeddin Gazi ölünce (544/1149) yerine kardeşi Kutbüddin Mevdûd getirildi. Bu sırada Sincar’ı ele geçiren Nûreddin Mahmud ile Mevdûd bir savaşın eşiğine geldiler. Vezir Cemâleddin el-İsfahânî’nin çabaları sonunda Sincar’ın Kutbüddin Mevdûd’a, Humus ve Rahbe’nin Nûreddin Mahmud’a bırakılmasıyla barış sağlandı. Bu antlaşmayla Sincar hazinesi de Nûreddin Mahmud’un eline geçmiş oldu. Nûreddin aynı yıl Antakya ve çevresinde geniş çaplı akınlarda bulundu. Bu sırada karşısına çıkan çok sayıda Haçlı askeri öldürüldü, bir kısmı esir alındı. Geri dönülürken Hama yakınlarındaki Efâmiye Kalesi kendiliğinden teslim oldu.

II. Joscelin’in elinde bulunan bölgeleri almak için sefere çıkan Nûreddin Mahmud ağır bir yenilgiye uğradı. Yenilginin ardından II. Joscelin’i yakalayıp kendisine teslim etmeleri konusunda bölgedeki Türkmenler’le anlaştı. Nûreddin bu amacına ulaştı ve teslim aldığı (Muharrem 545 / Mayıs 1150) Joscelin’i bir rivayete göre ölünceye kadar Halep Kalesi’nde tuttu. Onun sahip olduğu Antep, Tel Bâşir, Azâz, Tel Hâlid, Râvendân, Burcu’r-rasas, Bâre Hisarı, Kefersûd, Keferlâsa, Dülûk ve Maraş gibi şehir ve kaleler Nûreddin Mahmud, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud ve Artuklu Beyi Timurtaş tarafından zaptedildi (546/1151). Nûreddin, 548 yılının Safer ayında (Mayıs 1153) Haçlılar tarafından kuşatılmış bulunan Askalân’ı kurtarmak için Banyas önlerine geldi, ancak yapılan savaştan bir sonuç alınamadı. Sekiz ay boyunca direnen Askalân neticede Haçlılar’ın eline geçti. Haçlılar bu defa Dımaşk’a göz dikmeye başladılar. Haçlılar’a karşı daha üstün duruma gelebilmek ve Mısır yolunu açabilmek için Dımaşk’ın ele geçirilmesini zorunlu gören Nûreddin, Dımaşk Emîri Mücîrüddin’i kumandanları hakkında kuşkuya düşürmeyi başardı. Mücîrüddin birçok kumandanını yanından uzaklaştırınca Nûreddin Mahmud şehri kolaylıkla ele geçirdi (549/1154).

Nûreddin Mahmud daha sonra Anadolu Selçuklu Hükümdarı II. Kılıcarslan’ın Dânişmendliler’le mücadelesini fırsat bilerek onun hâkimiyeti altındaki Antep ile Ra‘bân’ı ve diğer bazı şehir ve kaleleri zaptetti (Ramazan 550 / Kasım 1155). II. Kılıcarslan, Nûreddin’e bir mektup gönderip babasının belirlediği sınırlara tecavüz ettiğini ve ele geçirdiği toprakları geri vermesini istediyse de sonuç alamadı. 552’de (1157) Kudüs kralı ile Antakya prinkepsi iş birliği yaparak Nûreddin’in topraklarına saldırınca Nûreddin işgal ettiği toprakları Kılıcarslan’a iade etti ve Halep’e çekildi.

Hama, Şeyzer, Kefertâb, Maarretünnu‘mân, Efâmiye, Humus, Hısnülekrâd, Lazkiye, Trablus, Antakya ve Ba‘rîn gibi şehirlerde büyük can ve mal kaybına sebep olan depremin (552/1157) ardından Nûreddin, Haçlılar’ın saldırısına fırsat vermeden bu şehirlerdeki kaleleri kısa süre içinde tekrar yaptırdı. Bir müddet sonra Halep’te ağır biçimde hastalanınca küçük kardeşi Nusretüddin durumdan yararlanıp yönetimi ele geçirmeye çalıştı. Ancak onun bu teşebbüsü Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin amcası Esedüddin Şîrkûh el-Mansûr’un gayretiyle neticesiz kaldı. Haçlılar, Nûreddin’in hastalığı sırasında Ba‘lebek ve Şeyzer’e karşı saldırıya geçtilerse de başarı elde edemediler. Nûreddin iyileşince Harran’ı elinden almak suretiyle Nusretüddin’i cezalandırdı (554/1159). Ardından Haçlılar’ın elindeki Hârim Kalesi’ni kuşattı, fakat bir sonuç alamadı. 558 (1163) yılında Trablus kontluğuna karşı bir sefere çıkmaya karar verip karargâhını Hısnülekrâd önünde kuran Nûreddin, kalenin önünde ordusunun dinlenmeye geçtiği bir sırada Haçlılar’ın baskınına uğrayarak çok büyük kayıplar verdi, kendisi de yakalanmaktan kıl payı kurtulabildi.

Fâtımî Halifesi Âdıd-Lidînillâh’ın veziri Şâver b. Mücîr vezirlikten azledilince Suriye’ye gelip Nûreddin’den yardım istedi (558/1163). Yeniden vezir tayin edildiği takdirde ülkesine gidecek askerlerin bütün masraflarını karşılamaya ve Mısır gelirinin üçte birini Nûreddin’e göndermeye söz verdi. Nûreddin, Esedüddin Şîrkûh kumandasında bir orduyu Mısır’a göndererek Şâver’in makamına tekrar oturmasını sağladı. Ancak Şâver sözünde durmadı ve Haçlılar’dan yardım istedi. Bunun üzerine Nûreddin, Şâver’in yardım çağrısına koşan Haçlılar’a engel olmak amacıyla Hârim üzerine yürüyüp kaleyi ele geçirdi (Ramazan 559 / Ağustos 1164) ve 543 (1148-49) yılından beri Haçlılar’ın elinde bulunan Banyas’ı da fethetti (Zilhicce 559 / Ekim-Kasım 1164).

Esedüddin Şîrkûh, Nil nehrinin batı yakasında Haçlı ordusuyla Fâtımî ordusunu az sayıdaki bir askerî birlikle Bâbeyn denilen yerde ağır bir yenilgiye uğrattı. Bir süre sonra da İskenderiye şehrini ele geçirdi ve yeğeni Selâhaddin’i orada nâib olarak bırakıp kendisi Saîd bölgesine geçti. Fâtımîler ve Haçlılar toparlanıp İskenderiye üzerine yürüyünce yardıma koşan Şîrkûh bir antlaşma imzalayarak Suriye’ye geri döndü. Ancak Haçlılar, Fâtımîler’le Nûreddin’in Mısır’a asker sokmasına engel olacak yeni bir antlaşma yaptıklarından Nûreddin’in Mısır’ı ele geçirme planı gerçekleştirilemedi (562/1167).

Nûreddin Mahmud, 564 (1169) yılında Ca‘ber Kalesi’ni ele geçirerek en önemli hedeflerinden birini gerçekleştirmiş oldu. Mısır’ı işgal için harekete geçip Bilbîs’i alan Haçlılar Kahire önlerine gelip karargâh kurunca Fâtımî Halifesi Âdıd-Lidînillâh ile Şâver, Nûreddin’e mektup göndererek âcil yardım isteğinde bulundular. Şâver bir yandan da Haçlılar’la iyi ilişkiler kurup onları uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yapılan görüşmeler sonunda Haçlılar, 100.000 dinarı peşin olmak üzere 1 milyon dinar karşılığında geri çekilmeyi kabul ettiler ve Mısır’ın Nûreddin’e teslim edilmesinden korktukları için 100.000 dinarın gelmesini beklemek üzere yakın bir yere çekildiler. Ancak Şâver Mısır halkından sadece 5000 dinar toplayabildi. Bu sırada Nûreddin Mahmud, Şîrkûh kumandasında Mısır’a üçüncü defa 7000 kişilik süvari birliği gönderince Haçlı ordusu Mısır’dan eli boş olarak geri dönmek zorunda kaldı. Kahire’ye giren Şîrkûh Mısır’da idareyi ele geçirdi (7 Rebîülâhir 564 / 8 Ocak 1169). Halife Âdıd-Lidînillâh, Şâver’i idam ettirip yerine Şîrkûh’u vezir tayin etti, Şîrkûh iki ay beş gün sonra ölünce de yerine yeğeni Selâhaddîn-i Eyyûbî getirildi (25 Cemâziyelâhir 564 / 26 Mart 1169).

Mısır’ın Türkler’in eline geçmesinden büyük bir korkuya kapılan Haçlılar, Avrupa’dan yardım alarak 565 yılının Safer-Rebîülevvel aylarında (Kasım-Aralık 1169) Dimyat’ı elli gün boyunca kuşattılar. Nûreddin Mahmûd, bir yandan Mısır’a asker göndermeye devam ederken bir yandan da Haçlılar’ın Suriye kesimindeki bölgelerine etkili akınlar yapmaya başlayınca Haçlılar kuşatmaya son vermek zorunda kaldılar. Nûreddin, Musul Atabegi Kutbüddin Mevdûd’un ölümünün ardından yeğeni ve damadı II. İmâdüddin Zengî’nin yardım isteği üzerine Rahbe, Habur ve Nusaybin bölgelerini ele geçirdi, daha sonra Musul’u da hâkimiyeti altına aldı (566/1170).

Nûreddin 567 (1171) yılında başkumandanı ve nâibi Selâhaddîn-i Eyyûbî’den Mısır’da hutbenin artık Abbâsî halifesi adına okutulmasını istedi. Selâhaddin, ülkede karışıklık çıkacağını öne sürerek bunun ertelenmesini talep ettiyse de Nûreddin’in kesin emri üzerine Fâtımîler adına okunan hutbeye son vererek hutbeyi Abbâsî halifesi adına okutmaya başladı (7 Muharrem 567 / 10 Eylül 1171). Birkaç gün sonra Âdıd-Lidînillâh’ın ölümüyle Fâtımî Devleti yıkıldı ve bütün Mısır Nûreddin Mahmud’un hâkimiyeti altına girmiş oldu. Fâtımî Devleti’nin yıkılması üzerine Abbâsî halifesi Müstazî-Biemrillâh, Nûreddin’e saltanat alâmetleriyle bir temliknâme gönderdi. Böylece Kuzey Irak, Güneydoğu Anadolu’nun birçok kesimi, kıyı şeridi dışında bütün Suriye, Mısır, Trablusgarp’a kadar Kuzey Afrika, Sudan’ın kuzey kısmı, Yemen ve Hicaz Nûreddin Mahmud’un hâkimiyet alanına girmiş oluyordu.

Nûreddin Mahmud ile Selâhaddîn-i Eyyûbî güçlerini birleştirip Haçlılar’a karşı savaşmaya karar verdiler. Ancak Selâhaddin’in kararlaştırılan yerde Nûreddin’le buluşmadan Mısır’a geri dönmesi aralarına bir soğukluğun girmesine sebep oldu. Bu olayın bir benzeri ertesi yıl tekrar yaşandı. Nûreddin’in öldüğü sıralarda Selâhaddin Mısır, Libya, Yemen ve Sudan’ın bir kısmını onun adına âdeta bağımsız bir hükümdar gibi idare ediyordu. Ancak Nûreddin’le ilişkilerini kesmemişti ve Nûbe, Libya, Yemen seferlerine onun izniyle girişmişti.

567’de (1172) müslümanların iki ticaret gemisine el koyan Haçlılar, Nûreddin’in karşı saldırıya geçtiğini görünce ele geçirdikleri şeyleri geri vermek zorunda kaldılar. Nûreddin ertesi yıl Ermeni Kralı Leon’un oğlu Mleh’i hizmetine alarak onu sınır boylarında kendi dindaşlarına karşı kullandı. Bizans ordusuna karşı Mleh’e ordusuyla destek sağlayan Nûreddin Mahmud, Rumlar’ı büyük bir yenilgiye uğrattı. Bu sayede Mleh Adana, Misis ve Tarsus’u zaptettiği gibi çok miktarda ganimet ele geçirdi, Nûreddin de bu ganimetten pay aldı.

Nûreddin Mahmud 568 (1173) yılında Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıcarslan ile karşı karşıya geldi. Kılıcarslan’ın kardeşi Şâhinşah, Malatya hâkimi Feridun ve Dânişmendli Zünnûn, Nûreddin’e sığındılar. Bir süre sonra Dânişmendli emîrleri, Şâhinşah, Mardin ve Harput Artuklu emîrleri ve Ermeni Mleh’in bir araya gelmesiyle oluşturulan birleşik güçler II. Kılıcarslan’a karşı Sivas’ta toplandı. Nûreddin’in barış çabaları bir yarar sağlamadı. Bu sırada Sivas Dânişmendli meliki İsmâil öldürülünce tahta çağrılan Zünnûn, Nûreddin’in yardımıyla Sivas’ta yönetimi eline geçirdi. Bunun üzerine Kılıcarslan Kayseri yakınlarında Nûreddin’in karşısına çıktı. Ancak iki müslüman devletin savaşmasının sadece Haçlılar’ın işine yarayacağını söyleyen âlimlerin ve din adamlarının araya girmesiyle anlaşma sağlandı (Zilkade 568 / Haziran-Temmuz 1173). Buna göre Nûreddin ele geçirdiği topraklardan çekilecek, II. Kılıcarslan da Zünnûn’u Sivas hükümdarı olarak tanıyacaktı. Bu sefer sırasında Abbâsî halifesi, Kemâleddin Şehrezûrî’yi bir menşurla elçi olarak Nûreddin’e gönderip onun Musul, el-Cezîre, Erbil, Ahlat, Suriye, Mısır ve Konya sultanı olduğunu bildirdi.

Nûreddin, Mısır’a gitmek üzere hazırlık yaptığı sırada Dımaşk Kalesi’nde vefat etti (11 Şevval 569 / 15 Mayıs 1174). Önce iç kaledeki bir odaya gömüldü, daha sonra Havvâsin denilen çarşının girişinde Hanefîler için yaptırdığı en-Nûriyyetü’l-kübrâ adını taşıyan medresesinin girişindeki türbesine nakledildi (bk. NÛREDDİN ZENGÎ KÜLLİYESİ). Yerine on bir yaşındaki oğlu el-Melikü’s-Sâlih İsmâil geçti. Nûreddin Mahmud adaleti ve dindarlığından dolayı “el-Melikü’l-âdil” lakabıyla anıldığı gibi Haçlılar’la yapılan savaşlarda şehid olmayı çok arzu ettiğinden “Şehîd” lakabıyla da anılmıştır (diğer unvan ve lakapları için bk. Elisséeff, , XIV [1952-54], s. 155-196). Hanefî fıkhını iyi bildiği, ancak kendisinde mezhep taassubu bulunmadığı, hadisle de meşgul olduğu, geceleri zikir yaptığı, zikre kalkmak isteyenleri uyandırmak amacıyla Dımaşk Kalesi’nde belli saatlerde davul çaldırdığı kaydedilmektedir. İbnü’l-Esîr, Hulefâ-yi Râşidîn ile Ömer b. Abdülazîz’den sonra Nûreddin’den daha iyisini, daha adaletli ve merhametlisini görmediğini söyler (el-Kâmil, XI, 403).

Nûreddin Mahmud bir İslâm mücahidi, dindar ve adaletli bir önder olmanın yanında üstün nitelikli bir devlet adamıdır. Siyaset açısından büyük başarılar elde ederken bir yandan da devleti ayakta tutan kurumlar tesis etmiştir. Bu sebeple onun İslâm kurumları tarihinde apayrı bir yeri vardır. Depremler dolayısıyla büyük yıkımlara sahne olan Dımaşk, Humus, Hama, Halep, Şeyzer ve Ba‘lebek gibi şehirlerin kale ve burçlarını yeniden yaptırmış veya tamir ettirmiştir. Yine yangın ve depremler yüzünden yıkılan Halep Ulucamii’ni yeniden inşa ettirmiş, Urfa Ulucamii’ni hükümdarlığının ilk yıllarında yaptırmıştır. Hama’da Âsi ırmağının kıyısındaki cami de onun eserlerindendir. Dımaşk’ta kendi adını taşıyan cami halen ayaktadır. Nûreddin’in en büyük ve en güzel eseri 568 (1172-73) yılında tamamlanan Musul Ulucamii’dir (Câmiu’n-Nûrî). İbn Şeddâd sultanın Dımaşk’ta yaptırdığı diğer camilerin de adlarını vermektedir. Nûreddin Mahmud aynı zamanda Nizâmülmülk’ten sonra çok sayıda medreseyi hizmete açan devlet adamıdır. Dımaşk, Humus, Hama, Ba‘lebek, Halep ve Urfa medreselerinin zengin vakıfları vardı. Dımaşk’taki en-Nûriyyetü’l-kübrâ ve en-Nûriyyetü’l-Hanefiyyetü’s-suğrâ onun yaptırdığı medreselerin en güzel örnekleridir. Yetimleri devletin koruması altına alıp onlar için okullar yaptırmış, dul kadınları ve düşkün kimseleri korumuş, toplumun hemen her kesimine hayat güvencesi sağlamıştır. Ayrıca çok sayıda han, ribât, hankah ve sebil inşa ettirmiştir. Dımaşk’ta yaptırdığı Dârülhadis Medresesi (Nûriyye Dârülhadisi) Osmanlılar’a kadar uzanan güzel bir örnek oluşturur. Ancak medrese, 1893’te geçirdiği yangın sonucunda kuzey ve güney cephesindeki birkaç duvar dışında tamamen yıkılmıştır. Onun en değerli eserlerinden biri de günümüzde Dımaşk’ta müze olarak kullanılan bîmâristandır (bk. NÛREDDİN ZENGÎ BÎMÂRİSTANI). Nûreddin Mahmud bunun bir benzerini Halep’te yaptırmıştır.

Haftanın belli günlerinde baş kadısı ve diğer kadılarla birlikte Dımaşk’ta yaptırdığı dârüladlde oturup davalara bakan sultan ülkesinin hiçbir yerinde İslâm’a aykırı davranışlara izin vermemiştir. Ayrıca inşa ettirdiği bütün bu eserleri zengin vakıflarla desteklemiş, uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalarla halkın refah düzeyini yükseltmiştir. Tarihçiler onun gayri şer‘î vergileri (mükûs) kaldırdığını ve adaletli bir vergi politikası takip ettiğini söyler. Dımaşk’ta ve diğer şehirlerde gerçekleştirdiği imar faaliyetleriyle ekonomik hayata canlılık kazandırmıştır. Kaynaklarda vakıflara tahsis ettiği arazi ve dükkân gelirlerinin yıllık 30.000 dinarı bulduğu, vakıflara yardım ve sadaka olarak 200.000 dinar dağıttığı belirtilmektedir. Nûreddin Mahmud müderrislere ve fukahaya, hac yolcularına, fakir ve kimsesizlere, Ali evlâdına, gazi ve mücahidlere, müslüman esirlere, zâviye ve ribâtlara, hastahane, cami ve mescidlere yardım ederek toplumun sevgisini kazanmıştır. Onun döneminde başta Dımaşk olmak üzere Halep, Musul, Humus ve Hama gibi şehirler sosyal ve ekonomik açıdan büyük bir gelişme göstermiştir.

Nûreddin Mahmud Zengî’nin siyasî açıdan üç hedefi vardı. Bunlar, Suriye kıyılarına ve Sînâ yarımadasına sıkıştırmış olduğu Haçlı devletlerini ortadan kaldırmak, Mısır’daki Fâtımî Devleti’ne son verip İslâm dünyasını Abbâsî halifesinin şahsında birleştirmek ve İstanbul’u fethetmekti. Abbâsî halifesine yazdığı bir mektupta ortaya koyduğu bu üç hedeften ikincisini gerçekleştirmiş, Haçlı devletlerini bütünüyle ortadan kaldıramamışsa da Kudüs’ün kurtarılmasına zemin hazırlamıştır. Kudüs’ün fethedileceğine inandığından Mescid-i Aksâ’ya konulmak üzere Halep’te sanat değeri çok yüksek bir ağaç minber yaptırmıştır. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Kudüs’ü fethettiğinde Mescid-i Aksâ’ya koydurduğu bu minber 1969’da bir yahudi tarafından çıkarılan yangında yanmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 511, ayrıca bk. İndeks.

, XVI, 294-296.

, X, 248-249.

İbn Cübeyr, er-Riḥle, Beyrut 1384/1964, s. 255-257, 265, 280.

, XI, 69-551.

a.mlf., et-Târîḫu’l-bâhir fi’d-devleti’l-Atâbekiyye bi’l-Mevṣıl (nşr. Abdülkādir Ahmed Tuleymât), Bağdad-Kahire 1382/1963, s. 1-174.

, bk. İndeks.

a.mlf., , II, 289-340.

Ebû Şâme, Kitâbü’r-Ravżateyn, Beyrut, ts. (Dârü’l-cîl), I, 1-279.

, V, 184-189, ayrıca bk. İndeks.

İzzeddin İbn Şeddâd, el-Aʿlâḳu’l-ḫaṭîre fî ẕikri ümerâʾi’ş-Şâm ve’l-Cezîre (nşr. Sâmî ed-Dehhân), Dımaşk 1375/1956, II, 85-229.

, XX, 531-539.

, XII, 98-333.

İbn Kādî Şühbe, ed-Dürrü’s̱-s̱emîn fî sîreti Nûriddîn: el-Kevâkibü’d-dürriyye fî sîreti’n-Nûriyye (nşr. Mahmûd Zâyid), Beyrut 1971.

Ebü’l-Fazl İbnü’ş-Şıhne, ed-Dürrü’l-münteḫab fî târîḫi memleketi Ḥaleb (nşr. Abdullah Muhammed ed-Dervîş), Dımaşk 1404/1984, s. 33, 50, 64, 76, 87, 106-107, 110-112, 115-116, 230-231.

, Kahire 1321, II, 29-31.

a.mlf., Târîḫu’l-ḫulefâʾ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1371/1952, s. 143-144, 445-447.

Nuaymî, ed-Dâris fî târîḫi’l-medâris (nşr. Ca‘fer el-Hasenî), Kahire 1988, I, 99-100, 606-649.

Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162) (nşr. ve trc. H. D. Andreasyan), Ankara 1962, s. 319.

Corcî Zeydân, Medeniyyet-i İslâmiyye Târihi (trc. Zekî Mugāmiz), İstanbul 1328, III, 396-397, 401, 444.

N. Elisséeff, Nūr ad-Dīn, Damas 1967, I-III.

a.mlf., “Les monuments de Nūr ad-Dīn, inventaire, notes archéologiques et bibliographiques”, , XIII (1949-51), s. 5-43.

a.mlf., “La titulature de Nūr ad-Dīn de’ après ses inscriptions”, a.e., XIV (1952-54), s. 155-196.

a.mlf., “Nūr al-Dīn Maḥmūd b. Zankī”, , VIII, 127-133.

Ahmed Çelebi, İslâmda Eğitim-Öğretim Târihi (trc. Ali Yardım), İstanbul, ts. (Damla Yayınevi), s. 108-110, 112, 114, 121-130, 364-367.

Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, tür.yer.

, II, 197-334.

Mahmûd Fâyiz İbrâhim es-Sertâvî, Nûreddîn Zengî fi’l-edebi’l-ʿArabî fî ʿaṣri’l-ḥurûbi’ṣ-ṣalîbiyye, Amman 1990.

Bahattin Kök, Nureddin Mahmud Bin Zengî ve İslâm Kurumları Tarihindeki Yeri, İstanbul 1992.

a.mlf., “Mısır’ın Alınmasından Sonra Nûreddin Mahmûd’la Selahuddin Eyyûbî Arasında Ortaya Çıkan Soğukluğun Sebepleri”, , LVII/219 (1993), s. 413-446.

Gülay Öğün Bezer, Begteginliler (Erbil’de Bir Türk Beyliği), İstanbul 2000, bk. İndeks.

Ebru Altan, İkinci Haçlı Seferi (1147-1148), Ankara 2003, s. 50-53, 98-99, 104-106, 111, 117-124, 126.

M. K. Setton, “Nureddin’in Faaliyetleri” (trc. K. Yaşar Kopraman), , IV/6-7 (1968), s. 505-520.

İmâdüddin Halîl, “el-Cânibü’l-idârî fî memleketi Nûriddîn”, Âdâbü’r-Râfideyn, VIII, Musul 1977, s. 41-81.

a.mlf., “en-Neşʾetü’l-ʿilmî fî devleti Nûriddîn Maḥmûd Zengî”, el-Mevrid, IX, Bağdad 1980, s. 97-112.

İbrâhim b. Muhammed b. Hamed, “Simâtü’l-ḥükmi’z-Zengî fî ʿahdi Nûriddîn Maḥmûd (541-569 h./1146-1174 m.)”, Mecelletü Câmiʿati’l-İmâm Muḥammed b. Suʿûd el-İslâmiyye, sy. 22, Riyad 1419/1998, s. 415-464.

Selami Bakırcı, “Arap Şiirinde Nureddin Mahmûd b. Zengî (D. 521/1118 – Ö. 569/1174)”, Akademik Araştırmalar Dergisi, sy. 2, İstanbul 1999, s. 141-158.

Y. Lev, “The Social and Economic Policies of Nūr al-Dīn (1146-1174): The Sultan of Syria”, , LXXXI/2 (2004), s. 218-242.

Osman Turan, “Kılıç Arslan II.”, , VI, 690-692.

K. V. Zetterstéen, “Nûr-ed-Din”, a.e., IX, 358-361.

Abdülkerim Özaydın, “Kılıcarslan II”, , XXV, 399-400.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 33. cildinde, 259-262 numaralı sayfalarda yer almıştır.