ŞERÎK b. ABDULLAH

Ebû Abdillâh Şerîk b. Abdillâh b. Hâris en-Nehaî (ö. 177/794)

Hadis hâfızı, kadı.

Müellif:

95 (713) yılında Buhara’da doğdu. Yemen asıllı olup soyu Mezhic kabilesinin Neha‘ koluna dayanır. Henüz küçük yaşta iken Buhara’da yaşayan amcasının oğullarından biri, onu Bağdat’ın güneyinde yaşayan diğer amcasının oğullarının yanına götürdü. Burada Kur’an öğrenerek ilim tahsiline başladı. Gençlik çağında birçok akrabasının Kûfe’de yaşadığını öğrenince onların yanına gitti. Kûfe’de ders halkalarına devam etmesinin yanı sıra kerpiç hazırlayıp satma işiyle uğraştı. Yetiştiği tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn âlimlerinden Kur’an, tefsir, hadis ve fıkıh başta olmak üzere çeşitli ilimler tahsil etti ve Irak’ın önde gelen âlimleri arasında yer aldı. Hocaları içinde Zübeyd b. Hâris, Simâk b. Harb, Âsım b. Behdele, Ziyâd b. İlâka, Atâ b. Sâib, Âsım el-Ahvel, Hişâm b. Urve ve A‘meş gibi şahsiyetler vardır. Bazı kaynaklarda Şerîk’in tâbiîn âlimlerinden olduğu belirtilmişse de herhangi bir sahâbî ile görüştüğüne dair bilgi yoktur. Kendisinden Leys b. Sa‘d, Abdullah b. Mübârek, Vekî‘ b. Cerrâh, Abdurrahman b. Mehdî, Yahyâ b. Âdem, Yezîd b. Hârûn, Ali b. Ca‘d ve Ebû Bekir b. Ebû Şeybe gibi birçok kişi ilim tahsil etti ve rivayette bulundu. Talebelerinden İshak b. Yûsuf el-Ezrak’ın Şerîk’ten 9000 hadis rivayet ettiği nakledilmektedir (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VIII, 201).

Şerîk b. Abdullah 150 (767) yılından sonra Vâsıt, Kûfe ve Ahvaz şehirlerinde kadılık görevinde bulundu. Vâsıt’ta üç yıl görev yaptıktan sonra Halife Mansûr onu Kûfe kadılığına tayin etmek istedi. Şerîk bu göreve lâyık olmadığını söyledi, bir rivayete göre ise düşünmek için zaman talep ederek hemen kabul etmedi. Mansûr onu yanına çağırıp tayini gerçekleştireceğine dair yemin edince Şerîk görevi üstlenmek zorunda kaldı (İbn Sa‘d, VI, 379). Şerîk’in Kûfe kadılığı Mansûr’un ölümünden (158/775) sonra yerine geçen oğlu Mehdî zamanında da devam etti, ancak bir müddet sonra görevinden alındı. Ahvaz kadılığına ne zaman tayin edildiği bilinmemekteyse de bu tayinin Mehdî’nin ölümünün (169/785-86) ardından halife olan Hâdî veya Hârûnürreşîd döneminde gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Rivayete göre Şerîk, Ahvaz’da kadılık makamına oturmuş, herhangi bir davaya bakmadan bir süre beklemiş ve görev yerini terkederek şehirde gizlenmiştir. Onun bu tavrı bazıları tarafından Ahvaz kadılığını beğenmediği şeklinde yorumlanmışsa da asıl sebebin kendisine zorla görev verilmesi olduğu anlaşılmaktadır (Vekî‘, I, 153). 177 yılı Zilkade ayının ilk Cumartesi günü (8 Şubat 794) Kûfe’de vefat eden Şerîk’in cenaze namazını Kûfe Valisi Mûsâ b. Îsâ kıldırdı. O sırada Hîre’de bulunan Hârûnürreşîd cenaze namazına katılmak üzere Kûfe’ye hareket etmişse de namazının kılındığını öğrenince Kantara’dan geri dönmüştür.

Çok hadis rivayet etmesiyle tanınan Şerîk b. Abdullah hadis münekkitlerince sika, me’mûn ve sadûk gibi terimlerle değerlendirilmiş, ancak bazı âlimler zabtının zayıf, galatının fazla olduğunu söylemiş, kitabına bakarak yaptığı rivayetlerin sağlam olmasına rağmen hadisiyle ihticâc edilemeyecek derecede hıfzının zayıflığından bahsedilmiştir. Naklettiği hadislerin bir kısmını Buhârî el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ine istişhâd için almış, Müslim de el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ine aldığı rivayetleri mütâbaat için kaydetmiştir (Zehebî, Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, I, 232). Şerîk’in zabt açısından zayıflığını İbn Hibbân gibi bazı muhaddisler yaşlılığından kaynaklanan vehmine bağlamış, bazıları Kûfe kadılığını kabul ettiğinden böyle bir ithama mâruz kaldığını belirtmiş, bir kısım âlimler de bu zafiyetin kendisinde eskiden beri görüldüğünü söylemiştir. İbn Hibbân, Şerîk’in Yezîd b. Hârûn ve İshak b. Yûsuf el-Ezrak gibi ilk talebelerinin kendisinden Vâsıt kadılığı döneminde aldıkları hadislerde herhangi bir karıştırma bulunmadığını bildirmiş, ömrünün son yıllarında Kûfe’de naklettiği rivayetlerde çok sayıda vehme rastlandığını tesbit etmiştir (es̱-S̱iḳāt, VI, 444). Zehebî, Şerîk b. Abdullah’ı hadisi hasen sayılan bir muhaddis olarak kabul etmektedir (Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, I, 232).

Şerîk b. Abdullah’ın Şiîliğe meylettiği rivayet edilmiş, ilk dört halifenin fazileti konusunda bazan Hz. Ali’yi, bazan Hz. Ebû Bekir ve Ömer’i öne çıkardığı görülmüş, fakat onun Şiîliğe meylinin hadis rivayetini etkilemeyecek nitelikte olduğu kabul edilmiştir. Hulefâ-yi Râşidîn konusunda kendisine nisbet edilen rivayetleri değerlendiren Zehebî, Şiîliğinin bir sakınca oluşturmadığı sonucuna varmış (Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VIII, 209), Şerîk’in Şiîliğine delil sayılan, “Her nebînin bir vasîsi bir de vârisi olur, benim vasîm ve vârisim Ali’dir” anlamındaki haberle onun bir ilgisi bulunmadığını, bu rivayetin onun adına uydurulduğunu söylemiştir (Mîzânü’l-iʿtidâl, III, 375).

Şerîk b. Abdullah ile Ebû Hanîfe arasında bazı anlaşmazlıkların bulunduğu zikredilmişse de bunun, Şerîk’in kadılık görevini kabul etmesinden dolayı siyasî otoritenin etkisi altında kalarak hüküm vereceği endişesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Fakat Şerîk âdil icraatıyla bu endişeleri gidermiş, verdiği hükümlerle halkın sevgisini ve güvenini kazanmıştır. Kûfe kadılığından azledilmesinin, duruşma sırasında bir kişinin Halife Mehdî’nin yakını olduğunu söylemesi, Şerîk’in de onu hemen cezalandırması yüzünden olduğu belirtilmiştir. Şerîk’in her sabah mescide giderek iki rek‘at namaz kıldığı, ardından üzerinde, “Ey Şerîk, sıratı ve sıratın keskinliğini düşün! Azîz ve celîl olan Allah’ın huzuruna çıkacağın günü düşün!” cümlelerinin yazılı olduğu bir kâğıdı okuduğu ve duruşmaya bundan sonra başladığı nakledilmiştir. Katı bir zühd hayatı yaşadığı, çok defa sadece sütle beslendiği, bazan su ile ıslattığı ekmeği yediği ve zaman zaman kendi yıkadığı elbiseleri kuruttuktan sonra giyerek görev yerine gittiği belirtilmektedir. Kaynaklarda Şerîk’in, “Cevap vermen gereken yerde cevap ver, susarsan kalbin çözülür.” “Allah’ın emrini yücelt ki Allah da seni yüceltsin” gibi güzel sözleri nakledilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, VI, 378-379; Buhârî, et-Târîḫu’l-kebîr, IV, 237; İbn Kuteybe, el-Maʿârif (Ukkâşe), s. 508-509; Vekî‘, Aḫbârü’l-ḳuḍât, I, 149-175; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, VI, 444; Hatîb, Târîḫu Baġdâd, IX, 279-295; Sem‘ânî, el-Ensâb, XIII, 64-65; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 464-468; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, XII, 462-475; Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VIII, 200-216; a.mlf., Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, I, 232; a.mlf., Mîzânü’l-iʿtidâl (nşr. Ali M. Muavvaz v.dğr.), Beyrut 1416/1995, III, 372-376; İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, Beyrut 1404/1984, IV, 293-296; Muhammed ez-Zühaylî, Merciʿu’l-ʿulûmi’l-İslâmiyye, Dımaşk, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 132.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 5-6 numaralı sayfalarda yer almıştır.