ŞİRKET

Kazanç ortaklığı yanında müşterek mülkiyeti ifade eden fıkıh terimi.

Müellif:

Sözlükte “bir şeye katılmak, onda pay sahibi olmak” anlamındaki şirket (şerike, şirke, şerke) terim olarak iki veya daha çok kişinin sermaye, emek yahut itibarlarını birleştirerek meydana getirdiği ortaklık yanında bir mal, hak veya menfaate müştereken mâlik olmasını ifade eder (mezheplere göre farklılık taşıyan tanımlar için bk. Vehbe ez-Zühaylî, IV, 792-793). Kur’ân-ı Kerîm’de özellikle “Allah’a ortak koşma” mânasında aynı kökten türeyen kelimeler sıkça kullanılmakla birlikte (bk. ŞİRK) şirket kelimesi yer almaz; bir âyette “şürekâ” (ortaklar) (ez-Zümer 39/29), başka bir âyette “huletâ” (ortakçılık amacıyla hayvanlarını bir araya getirenler) (Sâd 38/24) kelimeleri geçer. Hadislerde şirket “mal ortaklığı” anlamında kullanılırken aynı kökten türeyen kelimelere mal ve iş ortaklığı bağlamında sıkça rastlanır (meselâ bk. Buhârî, “Ḥars̱”, 8, “Şeriket”, 5, 14; Müslim, “Müsâḳāt”, 134, 135; ayrıca bk. Wensinck, el-Muʿcem, “şrk” md.). Fıkıh eserlerinde şirket genellikle şeriketü’l-mülk ve şeriketü’l-akd diye ikiye ayrılmakla birlikte fıkhî ve örfî kullanımda şirket kelimesiyle kastedilen akid şirketleridir. İbâha şirketiyse toplumun ortak yararına bırakılmış kamu malları ve kamu irtifak hakları üzerinde insanların sahip olduğu kullanma ve yararlanma hakkını veya bu konudaki fırsat eşitliğini ifade eder.

Mülk Şirketi. İki veya daha çok kişinin bir şeye birlikte mâlik olmasıdır. Bu ortaklığa “şirketü’l-emlâk” de denilir. Birbirinden ayrılması imkânsız ya da zor olacak derecede iç içe girmiş şeyler de “bir şey” sayılır. Mülk şirketinin ayn üzerinde sabit olabileceğinde görüş ayrılığı bulunmazken deyn üzerinde sabit olup olmayacağı hususu tartışmalıdır. Deyn şirketini kabul edenlere göre bu, bir kişinin hissedar olan iki veya daha fazla kişiye borçlanması durumunda ortaya çıkar. Meselâ müşterek mülkiyete konu bir evin her bir hissesi için ayrı fiyat belirtilmeden tek akidle satılması durumunda deyn şirketi söz konusudur ve çoğunluğa göre alıcının bu alacakla ilgili olarak hissedarlardan birine yaptığı ödeme bütün hissedarlara yapılmış sayılır, diğer hissedarlar paylarına düşen miktarı o hissedardan alırlar. Deyn şirketini kabul etmeyen İbn Teymiyye ve bazı Hanbelî fakihlerine göre bu ortak, yapılan ödemenin kendi alacağına tekabül eden kısmına el koyabilir. Öte yandan milk şirketi meydana geliş biçimi yönünden ihtiyarî ve zorunlu kısımlarına ayrılır. Birincisi hissedarların kendi iradeleriyle kurdukları, ikincisi hissedarların iradesi dışında oluşan şirkettir. Meselâ birden fazla kimseye miras, vasiyet gibi bir yolla mal intikal etmesi veya iki kişiye ait un vb. nesnelerin ayırt edilmesi mümkün olmayacak tarzda birbirine karışması durumunda zorunlu şirket meydana gelir. Mülk şirketinde paydaşlardan birinin ölümüyle şirket sona ermez; yerine vârisleri geçer ve şirket önceki haliyle devam eder (Ali Haydar, III, 648; ayrıca bk. MÜLKİYET). Mülk şirketinde paydaşlar diğer paydaşların hissesine nisbetle üçüncü kişi durumunda olduğundan onların hissesiyle ilgili akid yapma yetkisine sahip değildir. Böyle bir hisse diğerleri nezdinde vedîa konumundadır (Mecelle, md. 1087). Dolayısıyla diğer paydaşların izni bulunmadan müşterek malın kullanılması câiz olmayıp aksine davranış tazmini gerektirir. Ancak bir paydaşın gaip olması durumunda mala zarar vermeyecek şekilde ondan faydalanılabilir. Hanefî ve Mâlikîler’e göre müşterek mal tamire, hayvanların beslenmesi gibi masraflara ihtiyaç duyar ve paydaşların bir kısmı bu masrafa katılmayı reddederse malın bölünmeye elverişli olup olmadığına bakılır; elverişliyse mal bölünür, değilse bütün paydaşlar masraflara katılmaya zorlanır. Şâfiî ve Hanbelîler de müşterek mülkiyete konu hayvan için yapılacak zorunlu harcamalarda bu görüşte olmakla birlikte diğer mallarda paydaşların zorlanacağı ve zorlanmayacağı yönünde iki görüş vardır; Şâfiî fakihlerinin bir kısmı bu konuda hâkime takdir yetkisi tanınması gerektiği kanaatindedir. Paydaşlardan biri diğerlerinin haberi olmadan müşterek mal için harcama yaparsa Hanefîler’e göre malın bölünebilirliğine bakılır; bölünmeye elverişliyse diğerlerine rücû eder, değilse -harcamayı malın telef olması veya zarar görmesi endişesinden dolayı yapması durumu hariç- rücû edemez. Mâlikîler’in görüşü buna yakındır. Şâfiîler’e göre rücû edebilmesi için diğer paydaşların izni veya hâkimin kararı gerekir. Hanbelîler buna hâkimin paydaşları harcamaya katılmaya zorlayacağı durumları da ilâve eder. Mülk şirketinde müşterek sağlanan ürün paydaşlar arasında hisseleri oranında paylaştırılacağı gibi (Mecelle, md. 1073) bu malda meydana gelen hasarlar da paydaşlarca hisseleri oranında üstlenilir (Mecelle, md. 1060). Paydaş müşterek maldaki payını diğer paydaşlardan izin almadan satabilir; buna karşılık kira, rehin ve hibe gibi akidlere konu yapmasına özellikle Hanefîler olumlu bakmamıştır (bk. Mܪ‘).

Akid Şirketi. İki veya daha fazla kimsenin sermaye, emek ya da kredi imkânlarını belirli ölçüler içinde birleştirmek ve meydana gelecek kârı paylaşmak üzere anlaşmaları suretiyle oluşan ortaklığı ifade eder (Mecelle, md. 1329, 1332). Ancak fıkıh terminolojisinde şirket kavramı teknik olarak ortaklık gayeli akidlerin hepsini kapsamayıp ortakların sermaye, pay ve haklarının aynı çeşit olduğu ortaklıkları ifade ettiğinden, böyle olmayan ortaklıklar fıkıh eserlerinin “kitâbü’ş-şirke” başlığı altında değil kendi isimleriyle açılan başlıklar altında ele alınmaktadır (aş.bk.).

Kur’an ve Sünnet’te ticarî hayatla ilgili genel ilkeler getirilmiş olmakla birlikte ticarî ve hukukî ilişkilerin şekli, boyutu ve konusu toplumların şartları ve ihtiyaçlarına bağlı şekilde değişkenlik göstereceğinden bu konuda ayrıntılı hükümlere çok az yer verilmiştir. Akidlerin ve hukukî işlemlerin açıklık, dürüstlük, karşılıklı rıza ve hakkaniyete dayanması, faizden, aldatmadan, beklenmedik risk ve aldanmadan uzak olması gibi ilk planda ahlâkî karakter taşıyan ilkeler, müslüman toplumlarda zamanla gelişen şirketler hukukuna da temel teşkil etmiştir. İslâm hukuk ekollerinin gelişim sürecine paralel biçimde bu temel üzerinde şirketler hukukuyla ilgili ayrıntılı bir hukuk doktrini meydana gelmiş ve literatürde “şirket” gibi genel veya “mudârebe, müsâkāt, müzâraa” gibi özel başlıklar altında ele alınmıştır (İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, 1877-1878). Genelde ortaklık yapmanın meşruiyeti Kur’an, sünnet, icmâ ve akıl delillerine dayandırılmıştır. “İman edip iyi işler yapanlar müstesna ortakların çoğu birbirinin hakkına tecavüz eder” âyeti (Sâd 38/24) ve, “Allah buyurdu ki: Biri diğerine hıyanet etmediği sürece iki ortağın üçüncüsü benim, fakat hıyanet edildiği anda aralarından çıkarım” hadisi (Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 26) yanında Hz. Peygamber’in bizzat ortaklık yapması (Hâkim, II, 61) ve sahâbenin yaptığı ortaklıkları câiz olmayan unsurlar içermemesi şartıyla onaylaması (Buhârî, “Şeriket”, 10) konuyla ilgili naklî deliller arasında sayılır. Öte yandan başlangıçtan itibaren insanların ortaklık kurmasına fakihlerce itiraz edilmemesi bu konuda icmâ bulunduğunu gösterir. Akıl delili açısından ise ortaklık yapmanın malın nemâlanmasının bir yolu olduğu ve insanların buna ihtiyacının bulunduğu gerçeği herkesçe kabul edilebilir niteliktedir.

Yaygınlık kazanan ve Mecelle’de benimsenen bir ayırıma göre akid şirketleri, ortaklar arasındaki hak ve yetki dengesi bakımından mufâvada ve inan olmak üzere ikiye, şirketin dayandığı ana unsur bakımından emvâl, ebdân (a‘mâl) ve vücûh şeklinde üçe ayrılır. Emvâl ana unsuru itibariyle sermayeye, ebdân emeğe, vücûh ticarî itibara dayalı ortaklık demektir. Bu üçlü ayırım ve emvâl adlandırması Ebû Ca‘fer et-Tahâvî, Alâeddin es-Semerkandî ve Kâsânî gibi Hanefî hukukçularının ve bazı Mâlikî fakihlerinin tercihidir. Her bir şirket türü kendi içinde mufâvada ve inan diye iki tipte kurulabileceğinden sonuçta altı tür şirketten söz edilebilir. Zeydîler’in taksimi de Hanefîler’deki gibidir. Ancak inan-mufâvada ayırımı özellikle emvâl şirketini yakından ilgilendirdiği için Hanefî fakihlerinin çoğunluğu akid şirketlerini mufâvada, inan, ebdân ve vücûh şeklinde dörde ayırmıştır. Şâfiîler genelde bu ayırımı benimsemiş, Mâlikî ve Hanbelîler bunlara mudârebeyi de eklemiştir.

Naslarda konuya ilişkin özel düzenlemelerin sınırlı olması sebebiyle daha çok genel ilkelere göre ve uygulamanın etkisi altında gelişen fıkıh doktrinlerinde bunların tamamının meşrû sayılıp sayılmaması ve meşruiyeti kabul edilenlere bağlanacak hükümler bakımından farklı yaklaşımlara sahip olunmuştur. Ortaklarının sermaye, kâr payı ve zarara katılımında eşitlik, tasarruf ehliyetinde denklik şartının aranmadığı şirket tiplerini ifade eden inan şirketinin câiz olduğu hususunda görüş birliği vardır. Ortakların sermaye, kâr-zarar paylaşımı, tasarruf ehliyeti, yetki ve sorumluluk bakımından eşit olmaları esasına dayalı şirket türü olan mufâvada şirketinin cevazı ise tartışmalıdır. Bu ayırım içinde emvâl şirketi, iki ve daha fazla kişinin elde edeceği kârı belli oranda bölüşmek üzere sermayelerini birleştirerek kurduğu ticarî ortaklık türünü ifade eder. Emvâl şirketinin inan türünün cevazında tartışma yoktur. “İki veya daha fazla kişinin belli bir iş yapmak amacıyla kurdukları iş gücü ortaklığı” demek olan ebdân ortaklığı Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre câizdir; Şâfiîler’e göre ise câiz değildir. Ortakların sermayesiz, sadece kredileriyle, meselâ ödünç para kullanarak yahut vadeli mal alıp satmak suretiyle kâr etmek ve bunu paylaşmak üzere kurdukları kredi ve itibar ortaklığı olan vücûh şirketi ise Hanefî ve Hanbelîler’e göre câizdir; Şâfiî ve Mâlikîler’e göre ise câiz değildir (bu şirket türlerinde akdin sıhhatini etkileyen durumlar ve hükümleri için bk. EBDÂN; EMVÂL; İNAN; MUFÂVADA; VÜCÛH). Bu şirket türlerine konusu ve hükümleri itibariyle kısmen farklılık gösteren mudârebe, müzâraa, müsâkāt gibi ortaklık türleri de eklenebilir. Bunlardan ilki bir tarafın sermaye, diğerinin emekle katıldığı ve kârı belli bir oran üzerinden paylaşmak üzere anlaştığı emek-sermaye şirketidir. İkincisi bir tarafın arazi, diğer tarafın emekle katıldığı ve çıkacak ürünü belli oranda paylaşmak için kurduğu ortaklık türüdür. Üçüncüsü de bağ bahçe sahibiyle buraya bakacak emek sahibi arasında yapılan ve elde edilecek ürünü belli bir oran üzerinden paylaşmaya dayanan ortaklıktır. Boş bir arazi sahibinin bir kişiyle bu arazisine ağaç dikip yetiştirmesini ve ürünü paylaşmayı konu alan bir anlaşma (mugārese) yapması da câiz görülür.

Farklı türdeki şirketlere cevaz verenlerin gerekçesi bunları yasaklayan bir delilin bulunmaması (berâet-i asliyye), bu tür şirketlere ihtiyaç duyulması ve bunların fıkıh kurallarına aykırı gibi görünen kısımlarının düzeltilmesinin mümkün görülmesidir. İslâm hukukunda isimsiz akid anlayışı hâkim olduğundan belli ilkelere uymak ve temel yasakları ihlâl etmemek kaydıyla insanların her tür ticarî faaliyete girişmesi, farklı yapıya ve işleve sahip ortaklıklar kurması tabii karşılanmış, hatta teşvik edilmiştir. Ancak burada ortakların şirkete katılma payı ve şekillerinin, şirketteki hak ve görevlerinin anlaşmazlığa yol açmayacak biçimde açık olması, aldatma ve haksızlığa meydan verilmemesi, kârın belli oranlarla bölüşülmesi ve bölüşüm esaslarının önceden açıkça belirlenmesi, akdin ve şirketin gayri meşrû faaliyetleri, haram kazancı konu edinmemesi, faiz ve beklenmedik risk içermemesi gibi İslâm borçlar ve ticaret hukukunun genel esasları üzerinde önemle durulmuştur. Şirketler hukukuyla ilgili olarak İslâm hukuk literatüründe yer alan kayıt ve şartlar da bu amaca yönelik tedbirler ve düzenlemeler niteliğindedir (İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, 1879).

Batı hukuk tarihinde âdi borç-ticarî borç ayırımından sonra tâcir vasıflı özel/tüzel kişilerin ticarî mahiyet arzeden hukukî işlemleri ayrı bir hukuk dalı olarak ticaret hukuku kurallarına göre düzenlenmeye başlanınca şirketler de âdi şirket ve ticarî şirket diye ikiye ayrılmıştır. Günümüzde âdi ve ticarî şirketlerin yanında bir de özel kanunlarla düzenlenen şirketler vardır. Bu ayırıma göre âdi şirketler borçlar hukukunun, ticarî şirketler ticaret hukukunun konusudur. Fıkıh literatüründe âdi borç-ticarî borç, âdi şirket-ticarî şirket ve borçlar hukuku-ticaret hukuku şeklinde bir ayırım olmadığından bütün şirket türleri fıkhın genel akid sistematiği çerçevesinde değerlendirilir. Şirket akdi hakkında rükün ve şartlar, butlân veya fesat gibi genel hususlarda model akid şeklinde bey‘ akdi hükümleri geçerli sayılmakla birlikte emanet akidleri türünden ve lâzım olmayan bir akid vasfı taşıması yönüyle şirket satım sözleşmesinden ayrılır. Klasik fıkıh birikiminin şirketler hukukuyla ilgili kısmı Batı hukukundaki ayırıma göre ticarî olmayan şirketleri ilgilendirmektedir. Özellikle sınırlı sorumluluk ve tüzel kişilik açısından incelendiğinde fıkıhta ele alınan şirketlerin ticarî şirket mahiyetinde olmadığı açıktır. Şirketin tüzel kişiliğinin bulunmaması, dayandığı akdin bağlayıcı sayılmaması ve ortaklardan birinin ölmesi durumunda şirketin kendiliğinden sona ereceğinin kabul edilmesi, fıkıhta öngörülen şirketlerin uzun ömürlü olamayacağını ve uzun vadeli büyük ticarî ve sınaî yatırımlara elverişli bulunmayacağını düşündürdüğünden çağdaş fıkıh çalışmalarının birçoğunda özellikle şirketin tüzel kişiliğe sahip olması meselesi üzerinde durulmaktadır. Bazı yazarlarca şirketin tüzel kişiliğe sahip olmasının fıkhî esaslara aykırı bulunmadığı ifade edilmekle birlikte -mufâvada tipi ortaklıklarda şirket adına borçlanma yapılabilmesinin bu açıdan önem arzetmesine dikkat çekilmesi dışında- bu konudaki değerlendirmelerin yeterince temellendirilebildiğini söylemek kolay değildir (meselâ bk. Ali el-Hafîf, s. 22-27; Abdülazîz İzzet el-Hayyât, I, 208-246; Ahmed Mahmûd el-Hûlî, s. 119-136; Köse, İslâm Hukuku Açısından Hükmi Şahsiyet, s. 170-178). Bazı çalışmalarda inan tipi şirkette ortakların (Ansay, s. 178; Poroy v.dğr., s. 11), bazılarında mudârebe ortaklığında mudârib ortağın (Çiller – Çizakça, s. 7) sorumluluğunun sınırlı sorumluluk olduğu belirtilmekteyse de bu ortaklıklardaki sorumluluk sınırlamasının günümüzdeki anlamda sınırlı sorumluluğu ifade etmediği belirtilmelidir. Yine özellikle inan şirketinde ortakların sorumluluklarıyla ilgili hükümlerin bugün ticarî şirketlerde görüldüğü şekilde bir sınırlı sorumluluk anlayışının kabulüne bilimsel temel teşkil edebileceğine dikkat çeken çağdaş fıkıh çalışmaları değerlendirilirken (meselâ bk. Ali el-Hafîf, s. 96-97; Vehbe ez-Zühaylî, IV, 875-883; Abdülazîz İzzet el-Hayyât, II, 113-118) günümüz ticaret hukukundaki ticarî şirketlerin iflâs ve tasfiyesine ilişkin esaslarının, ödenmemiş borç kavramının kabulü açısından İslâmî anlayışla bağdaştırılmasındaki zorluk dikkatten uzak tutulmamalıdır. Ancak İslâm hukuk doktrininde ticaret hukukunun ayrı bir yer tutmamasından hareketle sermaye birikimine ve köklü yatırımların yapılmasına imkân verecek ve neticede toplumların ekonomik gelişimine katkılar sağlayabilecek âdi şirket dışında şirket çeşitlerinin geliştirilemeyeceği sonucuna ulaşmak isabetli olmaz. Nitekim günümüz İsviçre’sinde ayrıca bir ticaret hukuku bulunmadığı halde borçlar hukuku kuralları ticarî şirketleri de düzenleyecek ve ticaret hukukuna gerek bırakmayacak ölçüde geliştirilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “şrk” md.; Tehânevî, Keşşâf (Dahrûc), I, 1026-1027; Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-Aṣl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Beyrut 1410/1990, V, 43; Şâfiî, el-Üm (nşr. M. Zührî en-Neccâr), Beyrut 1393, III, 231-232; Hâkim, el-Müstedrek, II, 61; Serahsî, el-Mebsûṭ, XI, 151-219; Kâsânî, Bedâʾiʿ, VI, 56-79; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, Kahire 1401/1981, II, 223-227; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî, Beyrut 1405, V, 3 vd.; Abdullah b. Mahmûd el-Mevsılî, el-İḫtiyâr li-taʿlîli’l-Muḫtâr (nşr. Mahmûd Ebû Dakīka), Kahire 1370/1951, III, 11-18; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ḥaḳāʾiḳ, Bulak 1313, III, 312-324; Şâtıbî, el-Muvâfaḳāt, III, 173, 201-203; İbnü’l-Hümâm, Fetḥu’l-ḳadîr, VI, 152-199; İbn Nüceym, el-Baḥrü’r-râʾiḳ, V, 179-202; Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muḥtâc, Beyrut 1404/1984, V, 2-14; İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (Kahire), IV, 298-337; Mecelle, md. 1045-1403; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1330, III, 218-713; Sabri Şakir Ansay, Hukuk Tarihinde İslâm Hukuku, Ankara 1958, s. 176-179; Reha Poroy v.dğr., Ortaklıklar Hukuku, İstanbul 1972, s. 11; Ali el-Hafîf, eş-Şerikât fi’l-fıḳhi’l-İslâmî, [baskı yeri ve tarihi yok], tür.yer.; İsmail Büyükçelebi, İslam Hukukunda İnân Şirketi ve Nevileri (doktora tezi, 1981), Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi, tür.yer.; İbrahim Fâdıl ed-Debû, Şeriketü’l-ʿinân fi’l-fıḳhi’l-İslâmî, Amman 1403/1983, tür.yer.; Bilmen, Kamus2, VII, 63-101; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıḳhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1405/1985, IV, 792-842, 875-883; Abdülazîz İzzet el-Hayyât, eş-Şerikât fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Beyrut 1408/1987-88, I-II, tür.yer.; Tansu Çiller – Murat Çizakça, Türk Finans Kesiminde Sorunlar ve Reform Önerileri, İstanbul 1989, s. 7; Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Ankara 1996, s. 637; M. Revvâs Kal‘acî, el-Mevsûʿatü’l-fıḳhiyyetü’l-müyessere, Beyrut 1421/2000, II, 1137-1151; Ahmed Mahmûd el-Hûlî, Naẓariyyetü’ş-şaḫṣiyyeti’l-iʿtibâriyye, Kahire 2003, s. 119-136; Murtaza Köse, İslam Hukukunda Anonim Ortaklıklar, İstanbul 2006, s. 103 vd.; a.mlf., İslam Hukuku Açısından Hükmi Şahsiyet, İstanbul 2009, s. 170-178; “Şerike”, Mv.F, XXVI, 20-33; “Şeriketü’l-ʿaḳd”, a.e., XXVI, 33-92; Ali Bardakoğlu, “Şirket”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, IV, 1877-1879.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 198-201 numaralı sayfalarda yer almıştır.