SUDAN

Orta Afrika’da bir İslâm ülkesi.

Bölümler İçin Önizleme
Madde Planı
  • 1/3Müellif: MERAL AVCIBölüme Git
    Kapladığı alan bakımından Afrika’nın en büyük ülkesidir. Doğudan Kızıldeniz ve Etiyopya, güneyden Kenya, Uganda ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti, güney…
  • 2/3Müellif: AHMET KAVASBölüme Git
    II. TARİH Sûdân sözlükte “siyah” anlamına gelen Arapça sûd kelimesinin çoğuludur. Müslüman coğrafyacılar, VIII. yüzyıldan itibaren Afrika’nın Atlas Ok…
  • 3/3Müellif: AHMET KAVASBölüme Git
    Osmanlı Dönemi. Osmanlı Devleti’nin bugünkü Sudan topraklarının özellikle Kızıldeniz sahilinde uzanan kısmına ilgi duyması XVI. yüzyılın ilk yarısına …

Müellif:

Kapladığı alan bakımından Afrika’nın en büyük ülkesidir. Doğudan Kızıldeniz ve Etiyopya, güneyden Kenya, Uganda ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti, güneybatıdan Orta Afrika Cumhuriyeti, batıdan Çad, kuzeybatıdan Libya ve kuzeyden Mısır’la çevrili olan ülkenin yüzölçümü 2.503.890 km2, nüfusu 39.400.000 (2007 tah.), resmî adı Sudan Cumhuriyeti (Cumhûriyyetü’s-Sûdân), başşehri Hartum (2.900.000), diğer önemli şehirleri Port Sudan (308.000), Ubeyyid (228.000), Niyâlâ (220.000), Vedmedenî (212.000), Kadârif (185.000), Kûstî (172.000), Fâşir (141.000) ve Cüneyne’dir (127.000). Resmî dil Arapça ise de farklı yerel diller ve İngilizce de konuşulur.

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Sudan büyük ölçüde ortalama yükseltisi 300-600 m. arasında değişen düzlüklerden meydana gelmektedir. Kuzeydoğusunda, batısında ve güneyinde ortalama 1000 m. yüksekliğindeki dağlar yer alır. Ülkenin en yüksek yeri güneyde Uganda sınırında bulunan Kinyeti dağıdır (3187 m.). Sudan için akarsu sisteminin % 77’sini toplayıp Akdeniz’e taşıyan Nil nehrinin büyük önemi vardır. Nehrin yukarı çığırını oluşturan Mavi Nil Etiyopya’dan, Beyaz Nil Uganda’dan gelir ve bunlar Hartum yakınlarında birleşir. Altı büyük çağlayanın dördü Hartum ile Mısır sınırı arasındadır. Ülkenin kuzeyini Nil’in ikiye ayırdığı çöl alanı teşkil eder. Bu alanın doğuda kalan yarısı Kızıldeniz kıyısına kadar uzanan Nûbe (Nübye) çölü olarak bilinir; batıda kalan kısmı ise Libya çölünün bir parçasını meydana getirmektedir.

Yıllık ortalama sıcaklıklar en kuzeydeki Vâdiihalfa’da 26 °C, Hartum’da 30 °C ve güneydeki Cuba’da 27,5 °C dolayındadır. Çöllerde kışın sıcaklık 5 °C’nin altına düşmezken yazın 44 °C’nin üzerine çıkar. Kuzeydeki çöl bölgesinde 75 milimetreye ulaşmayan yağışlar güneye doğru gittikçe nisan-kasım döneminde yarı çöl alanında 75-300 ve savanlarda 300-1500 mm. arasında değişmekte, daha güneyde dağlık alanlarda ise 1500 milimetrenin üzerine çıkarak buralarda farklı iklim bölgeleri oluşturmaktadır. Ülkede yıllarca süren kuraklıklara ve bazı yıllarda büyük sellere yol açan düzensiz bir yağış rejimi görülmekte, bu sebeple büyük bir kısımda susuzluk problemi yaşanmaktadır. Veriler, yağıştaki azalmanın 1980’lerden itibaren daha büyük boyutlara ulaştığını göstermekte ve halen Sudan’ın en büyük çevre sorununu kuraklık teşkil etmektedir. İklim bakımından ortaya çıkan farklılıklara bağlı olarak kuzeyle güney arasında bitkiler de çok farklı biçimde gelişmiştir. Kuzeyde daha çok çöl formasyonu, güneyde tropikal ormanlar görülür. Bu iki uç arasında kademeli bir geçiş söz konusudur. Ülkenin hemen hemen ortasında bulunan Duveym’in kuzeyinde yağış miktarının azalması ve araya kurak bir dönemin girmesiyle savanlar tropikal ormanlara komşu olur; akarsuların yakınında genellikle galeri ormanları ortaya çıkar. Güneyde daha ziyade, yağışın miktarına göre içinde çok yıllık veya bir yıllık otsu bitkilerin yer aldığı ağaçlı savanlar yayılış gösterir. Onların güneyinde yağışın ve yükseltinin fazlalaştığı yerlerde tropikal ormanlar yaygındır ve bu ormanlar Sudan’ın ekonomisinde önemli bir paya sahiptir. Bunların dışında odun ve kereste üretiminin yanında Arap zamkı gibi ağaç ürünlerinin elde edildiği çeşitli plantasyonlar ekonomiye katkı sağlamaktadır. % 70’i kırsal kesimlerde yaşayan nüfusun % 52’sini Afrikalı zenciler, % 39’unu Araplar, % 6’sını kendi dillerini konuşan Kûşî kökenli Beceler ve % 3’ünü diğer uluslardan insanlar oluşturmaktadır. Müslümanların oranı % 70, hıristiyanların % 5 ve animistlerin % 25’tir.

Sudan, zengin doğal kaynaklara sahip olmasına rağmen çatışmalar ve siyasî istikrarsızlık yüzünden bu kaynaklarından yeterince yararlanamamaktadır. Ülke ekonomisinde sınırlı bir tarım faaliyetiyle nisbeten gelişmiş bir hayvancılık söz konusudur. Toprakların sadece % 6,78’i sulanabilmekte ve toplam tarım yapılan alanlar % 10’u ancak bulmaktadır. Buna karşılık göçebe hayvancılık yaygındır (% 50’ye yakın). Orman alanları % 20 kadardır. Başlıca ihraç ürünleri sorgum (darı), pamuk, Arap zamkı, susam, yer fıstığı ve hayvan ürünleridir. Fakat genellikle tarımsal ürün ihraç edilmesine rağmen ülkede önemli ölçüde milletlerarası gıda yardımına ihtiyaç duyulmaktadır. En çok Mavi Nil ile Beyaz Nil arasındaki kesimde (Cezîre) yetiştirilen pamuk, lif uzunluğu bakımından kaliteli pamuk türlerindendir. Dünyada özellikle ilâç ve gıda sanayii bakımından aranan Arap zamkının yaklaşık % 80’i Sudan tarafından karşılanmaktadır. 1970’li yılların ortalarından itibaren petrol ihraç etmeye başlayan Sudan’ın en önemli yer altı zenginlikleri petrol ve doğal gaz olup sanayi büyük ölçüde petrolün işlenmesi üzerine kurulmuştur. Hartum, Port Sudan ve Ubeyyid’de petrol rafinerileri yer almakta ve merkezî bölgeden çıkarılan petrol bu güzergâhı izleyerek 815 kilometrelik bir boru hattı ile Kızıldeniz’e ulaşmaktadır. Doğal gaz kaynaklarından yeterince faydalanılamamaktadır. Gıda sanayii ve tekstil diğer sanayi kollarıdır. Yer altı zenginlikleri arasında demir, bakır, krom, çinko, tungsten, gümüş ve altın gibi maden rezervleri bulunmaktadır. Ülke hidroelektrik potansiyeli açısından zengindir. Ulaşım sistemi çeşitlilik göstermesine rağmen yeterli değildir. 5516 km. olan demir yolunun 4800 kilometresi dar hattır. 11.900 km. olan kara yollarının sadece üçte biri kaplanmış yoldur. Buna karşılık 5310 kilometrelik bir kara içi su yolu vardır. Hartum Havaalanı uluslararası uçuşlar için kullanılmakta, altmış dolayında da küçük uçakların inişine uygun pist bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA
Türkkaya Ataöv, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara 1977, s. 73-92; FAO Statistical Yearbook (2005-2006), Country Profiles, www.fao.org/es/ess/yearbook/vol_1_2/pdf/Sudan.pdf; Country Profile 2006-Sudan, London 2006; Sudan Ülke Raporu, İstanbul 2006; C. Winters, “Traditional Urbanism in the North Central Sudan”, Annals of the Association of American Geographers, LXIV/4, Washington 1977, s. 500-520; M. Almond, “Pastoral Development and the Use of Para-Vets in Southern Sudan”, Development in Practice, I/1, Oxford 1991, s. 34-42; A. T. Ayoub, “Extent, Severity and Causative Factors of Land Degradation in the Sudan”, Journal of Arid Environments, XXXVIII, London 1998, s. 397-409; N. A. Elagıb – M. G. Mansell, “Recent Trends and Anomalies in Mean Seasonal and Annual Temperatures Over Sudan”, a.e., XLV (2000), s. 263-288; A. M. Omer, “Overview of Renewable Energy Sources in the Republic of the Sudan”, Energy, XXVII (2002), s. 523-547; M. E. Ballal v.dğr., “Relationship Between Environmental Factors, Tapping Dates, Tapping Intensity and Gum Arabic Yield of an Acacia Senegal Plantation in Western Sudan”, Journal of Arid Environments, LXIII (2005), s. 379-389; A. M. Gaafar v.dğr., “Improving the Traditional Acacia Senegal-Crop System in Sudan: The Effect of Tree Density on Water Use, Gum Production and Crop Yields”, Agroforestry Systems, LXVI (2006), s. 1-11; Maurice Delafosse, “Sûdan”, İA, X, 772; S. Hillelson, “Sûdan (Şarkî Sûdan)”, a.e., X, 776; M. W. Daly, “Sūdān”, EI2 (İng.), IX, 746-751; A. S. Kaye, “Sūdān”, a.e., IX, 751-752; J. L. Triaud, “Sūdān, Bilād al-”, a.e., IX, 752-760.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 458-459 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

II. TARİH
Sûdân sözlükte “siyah” anlamına gelen Arapça sûd kelimesinin çoğuludur. Müslüman coğrafyacılar, VIII. yüzyıldan itibaren Afrika’nın Atlas Okyanusu kıyısındaki Senegal ve Gambia’dan doğuda Habeşistan’ın batı sınırlarına kadar uzanan ve Büyük Sahrâ’nın güneyinde kalan İslâm’ın nüfuz ettiği geniş bölgeye Bilâdüssûdân adını vermişlerdir. Bugünkü Sudan Cumhuriyeti’nin toprakları bu geniş bölgenin doğu kısmını teşkil etmektedir. Bilâdüssûdan, Büyük Sahrâ ve Libya’nın güneyinde, batıda Atlas Okyanusu’ndan doğuda Habeşistan’ın batı sınırlarına kadar uzanan, güney sınırlarını yaklaşık 10° kuzey enleminin teşkil ettiği bölgedeki ülkelerin tamamını içine alır. Bilâdüssûdan, Atlas Okyanusu kıyısındaki Senegal ve Gambia’dan başlayıp Yukarı Volta ve Orta Nijer havzalarını kapsayan Batı Sudan, Çad gölü havzasını kapsayan Merkezî (Orta) Sudan, kuzey sınırlarını yukarı Nil havzasının oluşturduğu Doğu Sudan (Mısır Sudanı) olarak üç bölgeye ayrılmıştır. Fransız Sudanı bugünkü Mali, Nijer, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti topraklarına, İngiliz-Mısır Sudanı günümüzdeki Sudan Cumhuriyeti topraklarına tekabül eder.

Sudan Cumhuriyeti’nin sınırları son şeklini XIX. yüzyılın sonlarında Mısır hidivliği döneminde aldı. Buna göre Sudan kuzeyde Nûbe (Nübye) bölgesinden güneyde Büyük Göller bölgesine, doğuda Kızıldeniz sahilinden Dârfûr bölgesinin tamamı dahil olmak üzere batıda Çad sınırına kadar uzanıyordu. Afrika’nın iç bölgelerine yakınlığı, Nil nehri boyunca kuzey-güney ulaşımındaki konumu ve özellikle Kızıldeniz sahilindeki limanlarıyla Sudan her dönemde önem taşıdı. Eski Mısır devrinde başlayan kuzey-güney arasındaki münasebetlerle binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir. Ülkenin kuzeydoğusunu teşkil eden Nûbe bölgesinin tarihi büyük ölçüde komşusu Mısır’ın tarihiyle paralellik gösterir. Nûbe, milâttan önce 3000’li yıllarla 1600’lü yıllar arasında Mısır hâkimiyeti altında kaldı. Tarihî kalıntılardan anlaşıldığına göre Aşağı Nûbe’ye milâttan önce 2300’lerde yerleşmeye başlayan siyahîler daha sonra bölgenin tamamına hâkim oldu ve kurdukları Kuş Devleti milâttan önce 1660-1575 yılları arasında Mısır’dan bağımsız olarak hüküm sürdü. Nûbe, I. Anemofis döneminde (m.ö. 1546-1526) tekrar Mısır’ın egemenliği altına girdi. Eski Mısır kültürünü benimsemiş olan Nûbeli kabile reisleri Mısır’ın zayıfladığı bir devirde Napata Kuş Krallığı’nı yeniden kurdular. 725-660 yılları arasında Mısır’ı da egemenlikleri altına aldılar. Mısır’ın milâttan önce 590’da Napata’ya saldırmasının ardından merkezini Nil üzerinde Hartum ile Atbara arasındaki Merâvi’ye (Meroe) taşıyan Kuş Krallığı önemli bir medeniyet oluşturdu. Romalılar milâttan önce 23 yılında bölgeye gelerek Napata’yı tahrip ettiler. Milâttan sonra IV. yüzyılın ortalarına kadar ayakta kalan Merâvi Kuş Devleti, Etiyopya’nın kuzeyindeki Aksum Krallığı’nın sürekli saldırıları sonunda 350 yılı civarında yıkıldı. Mısır etkisinin silinmeye başlamasıyla birlikte Kûşî kültürü giderek Afrika’ya özgü bir kimliğe dönüştü.

Nûbeliler VI. yüzyılın başlarından itibaren Hıristiyanlığı kabul ettiler. İslâm’ın ilk döneminde bölgede Makarra (Makuria) ve Alve adlarını taşıyan iki hıristiyan devlet hüküm sürüyordu. Müslümanlar, Mısır’ın fethinden hemen sonra Nûbe topraklarına yöneldiler. Mısır Valisi Amr b. Âs tarafından gönderilen Ukbe b. Nâfi‘in Nûbe’ye kadar indiği, ancak ok atıcılığında mâhir olan Nûbeliler’in büyük direnciyle karşılaşınca bir anlaşma yaparak döndüğü kaydedilmektedir (20/641). Bundan yaklaşık on yıl sonra Mısır Valisi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh, Nûbe üzerine yürüyüp bugün Sudan topraklarındaki Dongola’ya kadar ilerledi ve Makarra Krallığı ile bir antlaşma imzalayıp bu devleti vergiye bağladı (Ramazan 31 / Nisan-Mayıs 652). Daha ziyade ticarî ilişkileri esas alan bu antlaşmanın bir maddesi, Dongola’da inşa edilmiş olan mescidin korunması ve orada ibadet edenlere dokunulmamasıyla ilgilidir. Bu maddeden o sıralarda bölgede az sayıda müslüman bulunduğu veya o sırada yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Antlaşmada müslüman tüccarlara Makarra ülkesinde ticaret serbestliği ve iki taraf vatandaşlarına sürekli kalmamak şartıyla karşılıklı gidiş geliş izni verilmesi müslümanlara bu ülkenin kapılarını açtı. Hişâm b. Abdülmelik döneminde benzeri bir antlaşma Nil ile Kızıldeniz arasında yaşayan Bece kabilesiyle yapıldı. Kaynaklarda Mısır fethinin ardından Cüheyne ve Rebîa’ya bağlı Arap kabilelerinin Bece ve Nûbe topraklarına doğru hicret etmeye başladıkları bildirilmektedir. Bu göç hareketi sayesinde Mısır’ın güneyindeki bölgede İslâmlaşma süreci başladı. Emevîler ve Abbâsîler zamanında devam eden göç hareketine rağmen Nûbe bölgesindeki İslâmlaşma süreci çok yavaş ilerledi. Birkaç asırda tamamlanan bu süreçte Arap kabilelerinin göçlerinin yanı sıra ticarî münasebetler ve tasavvufî hareketlerin önemli rolü oldu.

Bölgede Emevîler döneminde kayda değer bir sıkıntı yaşanmadı. 819-822 yılları arasında “bakt” adlı vergiyi göndermeyen Nûbe ve Bece birliklerinin Mısır üzerine saldırıya geçmesi Abbâsî yönetimini çok uğraştırdı. Daha sonra Mısır’da kurulan müslüman hânedanlar zamanında çıkan karışıklıklar yüzünden Nûbe bölgesine seferler düzenlendi. Müslüman hükümdarlardan ilk defa Tolunoğlu Ahmed, Nûbeliler’den ordusuna asker aldı. Onun başlattığı bu uygulama Mısır’da hüküm süren diğer devletler tarafından sürdürüldü. Nitekim Fâtımî ordusunda yaklaşık 50.000 Sudanlı asker bulunuyordu. Sudanlı zenci askerlerin sayısının artması onlarla Türk asıllı askerler arasında çatışmaya dönüşen büyük bir rekabete yol açtı. Yenilen Sudanlılar Mısır’ın Saîd bölgesine kaçtılar. Nûbe kralıyla Yukarı Mısır’a kaçan Sudanlılar’ın birleşip isyan etmesi üzerine Selâhaddîn-i Eyyûbî ağabeyi Turan Şah’ı Nûbe’ye gönderdi. Turan Şah müstahkem Kasr-ı İbrîm’i ele geçirip Saint Mary Kilisesi’ni camiye çevirdi (568/1173). İki yıl sonra Kasr-ı İbrîm’deki garnizon geri çekilince hıristiyanlar tekrar bölgeye hâkim oldular. Nûbeliler’in Haçlı seferleri sırasında Haçlılar’ı destekledikleri, hatta IV. Haçlı Seferi esnasında (1204) bazı Nûbeliler’in İstanbul’a kadar giderek onlarla görüştükleri bilinmektedir.

Memlükler döneminin başlarında Nûbeliler’in müslümanlara ait merkezlere saldırılar düzenlemesi üzerine I. Baybars tarafından Nûbe’ye gönderilen ordu Dongola Kralı David’i tahtından uzaklaştırdı. Baybars, İslâmiyet’i kabul etmiş olan Şikenda’yı kendisine bağlı bir vali olarak hüküm sürmesi şartıyla tahta çıkardı (674/1276). Muhammed b. Kalavun, Nûbe hükümdarının ödemesi gereken vergiyi yollamaması yüzünden Nûbe hânedanına mensup olup Mısır’a gelerek İslâmiyet’i kabul eden Abdullah Berşembû’nun emrine bir ordu vererek Nûbe tahtını ele geçirmesini sağladı (716/1316). Abdullah Berşembû bir süre sonra Kenzîler tarafından öldürülünce bölge Kenzîler’in eline geçti. Bunun üzerine gönderilen birlikler bölgede kontrolü sağladılar. Ancak Cüheyne kabilesinin çıkardığı isyanlar yüzünden istikrar tekrar bozuldu ve bağımsız şeyhlikler ortaya çıktı. Bu dönem, XVI. yüzyılın başlarında Sennâr’da kurulan Func Sultanlığı’nın bu şeyhliklerin büyük bir kısmını idaresi altına almasına kadar yaklaşık iki asır devam etti.

Sudan’da Mavi Nil ile Beyaz Nil arasındaki bölgede yaşayan göçebe bir topluluk olan Funclar’ın reisi Amâre (Dûnkas), 1504 yılında daha önce Sudan’a göç etmiş bazı Arap kabilelerinin desteğini alarak Alve Krallığı’na karşı bağımsızlığını ilân etti. Bugünkü Hartum’un 273 km. güneyinde Sennâr şehrini kurup başşehir edindi. Amâre’nin İslâmiyet’i kabul etmesinin ardından bölgede İslâmiyet hızla yayıldı, Func müslümanları İslâm’ın Sudan’ın yanı sıra Habeşistan’da yayılmasında da büyük gayret gösterdiler. Hıristiyan Alve Devleti’nin yerine Func Sultanlığı’nın kurulması Müslümanlığın geniş kitleler arasında yayılmasını sağladı. Bölgedeki ilk İslâm devleti olan Func Sultanlığı XVI-XVII. yüzyıllar arasında bugünkü Sudan sınırları içinde büyük bir siyasî güç haline geldi. En parlak dönemini XVIII. yüzyılın ilk yarısında yaşayan sultanlığın sınırları o sırada doğuda Kızıldeniz, batıda Kordofan’a kadar uzanıyordu. Bu dönem İslâm’ın Sudan’ın iç bölgelerinde yayıldığı dönem oldu. XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Abdellâb kabilesinin bazı kolları bulundukları bölgelerde bağımsızlıklarını ilân etmeye başladılar. Dongola Kralı Abdullah 1782’de ülkesindeki Func nüfuzuna son verdi. Func Sultanlığı ile Dongola Krallığı arasındaki mücadele 1820’de Sudan’ın Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından ilhakına kadar sürdü.

Func Sultanlığı’nın kuruluşuna rastlayan yıllarda Osmanlılar, Mısır’ı ve Nûbe’nin bir kısmını ele geçirmişlerdi. Bu fetihlerin ardından İslâmiyet’i tebliğ maksadıyla Sudan topraklarına birçok âlim gönderildi. Func sultanları bu âlimlere toprak tahsis edip çeşitli ihsanlarda bulundular; İslâm’ın öğretilmesi için birçok medrese yaptırdılar. Mısır ulemâsı ile çok iyi ilişkiler kurarak çok sayıda öğrencinin Ezher’e gitmesine zemin hazırladılar. Tahsil için Hicaz’a gidenler de oluyordu. Bu gelişmeler sonucunda Sennâr, Doğu ve Batı Sudan’ın ilim merkezi durumuna geldi, Hicazlı, Mısırlı ve Kuzey Afrikalı çok sayıda âlim ve mutasavvıfın İslâm’ı tebliğ ve irşad için buraya yönelmesi Func bölgesinin İslâmlaşma sürecini hızlandırdı. Böylece XVI. yüzyıldan itibaren Doğu Sudan’da Hıristiyanlık nüfuz kaybederken İslâmiyet hızla yayıldı. Bu süreçte mutasavvıfların büyük tesiri oldu. Onların gayretleriyle Sennâr’da birçok kişi Kādiriyye ve Şâzeliyye tarikatlarına girdi. Çok sayıda zâviye kuruldu. Şeyh Havicelî Abdurrahman el-Muhassî, Şâzeliyye tarikatının bu bölgedeki öncüsü oldu. Batı Afrikalı müslümanların hac seyahatleri genelde bugünkü Libya ve Mısır üzerinden yapılmaktaysa da bütün zorluğuna rağmen bazı hac kafilelerinin Sudan üzerinden Kızıldeniz sahiline gelmesi güzergâh üzerindeki yerlilerin İslâmlaşmasına büyük katkı sağladı. Öte yandan Func hâkimiyeti alanı dışındaki Aşağı Nûbe XVI. yüzyılın ortalarında Özdemir Paşa tarafından Osmanlı Mısırı’na dahil edildi. Bu bölgede kurulup 981’de (1573) Habeş eyaletine bağlanan İbrim sancağı eyalete yapılan her türlü sevkiyatta önemli bir rol üstlendi. Osmanlılar zamanında Dongola’ya yerleşen bazı Arap kabileleri ve Boşnak askerleri yerli kadınlarla evlenerek bölge halkının İslâmlaşmasında önemli rol oynadılar. Dongola halkının tamamı kısa süre sonra İslâm’a girdi.

Bugünkü Sudan Cumhuriyeti’nin batı tarafındaki idarî bölgesi olan Dârfûr’a VII. yüzyıldan itibaren Nil nehri ve Büyük Sahrâ yollarıyla çeşitli kabileler geldi. Bölgeye ilk yerleşen ve ilk devlet kuran kabile olarak bilinen Dâcûlar XV. yüzyılın sonlarında iktidarı Tuncûrlar’a kaptırdı. Doğu Sudan’da Func Devleti’nin hüküm sürdüğü bu dönemde Dârfûr önemli ticaret yolları üzerinde bulunuyordu. Doğu Sudan ve Yukarı Mısır malları Dârfûr kervanlarıyla Orta Afrika’ya taşınıyordu. XVIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar Dârfûr’un Trablusgarp’la ticarî bağlantısı vardı. XVII. yüzyılın sonlarında Fûrlar, Süleyman Solonc’un liderliğinde hâkimiyeti Tuncûrlar’ın elinden alarak Dârfûr’da güçlü bir devlet kurdular. Bazı kaynaklarda Fûr dilinde Solonca kelimesinin “Arap” anlamını taşımasına dayanılarak bu hânedanın Arap asıllı olduğu ileri sürülmektedir. Sultan Süleyman Solonc’dan (1695-1715) sonra aynı aileden on kişi iktidara geldi. Dârfûr, Hidiv İsmâil Paşa döneminde Osmanlı-Mısır Sudanı’na ilhak edildi ve savaşta yenik düşen son Dârfûr Sultanı İbrâhim öldürüldü (1874). Bölgede Osmanlı-Mısır hâkimiyeti süresince karışıklık çıktı. Bölgenin Mısır hidivleri tarafından ilhakına kadar geçen dönemde Dârfûr sultanlarının Bâbıâli ile yazışmalarda bulundukları ve Abdülmecid ile Abdülaziz’in bunlara hükümdarlıklarını tasdik eden fermanlar gönderdikleri bilinmektedir.

Sudan, XIX. yüzyılın sonlarında mehdîlik iddiasıyla ortaya çıkan Muhammed Ahmed el-Mehdî’nin isyanına sahne oldu. Kordofan ve Cibâlünnûbe’ye seyahate çıkarak güvendiği kimselere davetini açıkladıktan sonra merkez edindiği Ebâ adasına dönen Muhammed Ahmed gönderdiği mektuplarla şeyhlerin ve âlimlerin kendisine tâbi olmasını istedi. Sudan genel valisi Mehmed Rauf Paşa’nın mehdîlik iddiasından vazgeçmesi için yaptığı teklifi reddederek üzerine gönderilen Osmanlı birliklerini yenilgiye uğrattı. “Ensar” adını verdiği taraftarlarıyla önce Nûbe dağına, ardından Kadîr dağına gitti. Fâşûdâ Valisi Râşid Eymen kumandasındaki Osmanlı birliğini de bozguna uğratıp gücünü arttırdı. Bu başarıları mensupları arasında gerçek mehdî oluşunun delili kabul edildi. Üzerlerine gönderilen yeni Osmanlı-Mısır kuvvetlerini de bozguna uğratan Mehdî’ye bağlı güçler Kordofan’ın kuzeyini ele geçirdiler. Eyalet merkezi Ubeyyid’e doğru ilerledikleri sırada Mısır kuvvetlerinin üstün ateş gücü karşısında büyük kayıp vermelerine rağmen mücadeleyi sürdürdüler.

Bu sırada Mısır’ı işgal eden İngilizler Ekim 1882’de Hartum’a kuvvet sevkettiler. William Hicks kumandasındaki İngiliz-Mısır kuvvetlerine karşı büyük bir zafer kazanan Mehdî, Ubeyyid’e girdi (19 Ocak 1883). Dârfûr ve Bahrülgazâl Aralık 1883 ve Nisan 1884’te Mehdî kuvvetlerine teslim edildi. 26 Ocak 1885’te Hartum’a giren ve büyük camide kılınan cuma namazında bizzat imamlık görevini yerine getiren Muhammed Ahmed el-Mehdî böylece Kızıldeniz’den Dârfûr’a, Dongola’dan Bahrülgazâl’e kadar Mısır Sudanı’nın başlıca vilâyetlerine hâkim oldu. Kurduğu devlet, İngiliz-Mısır kuvvetlerinin büyük askerî harekâtına rağmen 1899 yılına kadar ayakta kalmayı başardı. 19 Ocak 1899’da Sudan’da yönetimin çerçevesini oluşturan bir antlaşmanın imzalanmasıyla Sudan’ın kontrolü fiilen İngiltere’nin eline geçmiş oldu. Bâbıâli, hâkimiyet hakları ihlâl edildiği için bu antlaşmaya şiddetle karşı çıktıysa da bir netice alınamadı. Muhammed Ahmed el-Mehdî devletinin ortadan kalkmasının ardından Dârfûr’un önceki sultanlarından Muhammed Fazl’ın torunu Ali Dînâr, Dârfûr Sultanlığı’nı yeniden kurmayı başardı. Diplomatik bakımdan daha çok İngilizler’e tâbi olan ve onlara yıllık vergi ödeyen Ali Dînâr iç işlerinde serbest olarak hüküm sürdü. Ancak I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne yaklaşıp Bâbıâli ile samimi ilişkiler içine girmesi üzerine İngiliz kuvvetleri tarafından 6 Kasım 1916’da öldürüldü. Bir süre sonra Dârfûr toprakları bir eyalet halinde İngiliz Sudanı’na bağlandı.

BİBLİYOGRAFYA
M. Ali b. Zeynelâbidîn, Tercüme-i Risâle-i Sûdân, İstanbul 1262, tür.yer.; A. J. Arkell, A History of the Sudan, London 1961, s. 110, 186-225; Mekkî Şübeyke, es-Sûdân ʿabre’l-ḳurûn, Kahire 1964, tür.yer.; J. M. Cuoq, Les musulmans en Afrique, Paris 1975, s. 335-357; Naûm Şukayr, Târîḫu’s-Sûdân (nşr. M. İbrâhim Ebû Selîm), Beyrut 1981, s. 9-141; C. Fluehr-Lobban v.dğr., Historical Dictionary of the Sudan, Metuchen-London 1992, s. XIX-XL; Kerem es-Sâvî Bâz, Memâlikü’n-Nûbe fi’l-ʿaṣri’l-Memlûkî: İżmiḥlâlühâ ve suḳūṭuhâ ve es̱eruhû fi’ntişâri’l-İslâm fî Sûdân Vâdi’n-Nîl (648-923 h/1250-1517 m), Kahire 2006, tür.yer.; Hasan Ali eş-Şâyikî, “Sîretü ʿAbdillâh Ebî Serḥ beyne Mıṣr ve’s-Sûdân”, el-Müʾtemerü’d-devlî el-İslâm fî İfrîḳıyye, Hartum 2006, III, 67-80; Şevkī Beşîr Abdullah, “Ẕünnûn es-Sûdânî: Ḥayâtühû ve âs̱âruh”, a.e., VIII, 57-94; Salâh Ömer es-Sâdık, “Evżâʿu’l-âs̱âri’l-İslâmiyye fi’s-Sûdân”, a.e., XII, 85-111; Mustafa Muhammed Sa‘d, “Baʿżu meʿâlimi’d-daʿveti’l-İslâmiyye fi’s-Sûdân”, Mecelletü Külliyyeti’l-ʿulûmi’l-ictimâʿiyye, IV, Riyad 1980, s. 399-410; Maurice Delafosse, “Sûdan”, İA, X, 772-776; S. Hillelson, “Sûdan (Şarkî Sûdan)”, a.e., X, 776-782; J. L. Triaud, “Sūdān, Bilād al-”, EI2 (İng.), IX, 752-760; M. W. Daly, “Sūdān”, a.e., IX, 746-747; Recâ Düveyderî, “es-Sûdân”, el-Mevsûʿatü’l-ʿArabiyye, Dımaşk 2005, XI, 211-216.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 459-461 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

Osmanlı Dönemi. Osmanlı Devleti’nin bugünkü Sudan topraklarının özellikle Kızıldeniz sahilinde uzanan kısmına ilgi duyması XVI. yüzyılın ilk yarısına rastlar. Hadım Süleyman Paşa’nın Yemen seferi dönüşünde Kuseyr Limanı’na asker çıkarmasıyla Kızıldeniz kıyılarının ve girişinin emniyeti sağlanmaya çalışıldı. Memlük beylerinden iken Osmanlı hizmetine giren Özdemir Bey çevrede bulunan yerlerin alınması için görevlendirildi. Bazı Arap kabilelerini itaat altına alan Özdemir Bey, İbrim ve Der kaleleriyle Mağrak ve Say şehirlerini ele geçirdi, Say’da bir kale inşa ettirdi. Func Sultanlığı sınırları içinde Sevâkin adıyla bir sancak kurarak burayı Mısır’a bağladı. Daha sonraki yıllarda bölgede kabilelerin zaman zaman çıkardığı isyanları bastırmak için Mısır beylerbeyi yetkili kılındı.

Yemen beylerbeyiliğine getirilen Özdemir Paşa, 961’de (1554) Habeş seraskerliğine tayin edilince 5 Temmuz 1555 tarihinde Habeş eyaletini kurdu ve önce Sudan’ın Kızıldeniz sahilindeki Sevâkin adasını eyalet merkezi yaptı. XVI. yüzyıl içinde buraya bağlı sekiz sancak bulunmaktaydı. 1557’de alınan, günümüzde Eritre Devleti sınırları içindeki Masavva‘ bu eyaletin ikinci merkezi olunca Sevâkin buraya bağlı bir sancağa dönüştürüldü. Ardından bugünkü Etiyopya’yı içine alan Habeşistan’ı fetheden Özdemir Paşa 1560’ta buradaki Debârvâ’da vefat etti, daha sonra kabri Masavva‘da yapılan türbeye nakledildi. Yerine geçen oğlu Osman Paşa babasının ölümü üzerine kaybedilen toprakları geri aldı ve bölgede Osmanlı idaresini tekrar kurdu. XVII. yüzyılda beylerbeyilik merkezi Sevâkin’e taşındı. Devletin buraya tayin ettiği en üst rütbedeki idareciler genelde Mısır’da daha önce sancak beyliği görevi yapmış olanlar arasından seçilmekteydi. İstanbul’daki kapıcıbaşılardan tayin edilenler de oluyordu. Her üç yılda bir değişen beylerbeyileri bu eyaleti sâlyâne ile yönetiyordu. XVIII. yüzyılın başından itibaren bu eyalet Cidde sancağıyla birlikte idare edilmeye başlandı. Osmanlılar ayrıca Kızıldeniz sahilinde Sevâkin, Masavva‘ ve Debârvâ’da üç kale inşa ettirdiler.

Buradaki idarî yapı merkezden gönderilen idareciler yerine yerlilerin ileri gelenlerine teslim edilirken mevcut memur ve askerler de yerli kadınlarla evlenerek yeni bir neslin doğmasına vesile oldular. Eyalet, 1701 yılı öncesi Cidde sancak beyliği ve Mekke şeyhülharemliğiyle birlikte tevcih edilirken bu tarihten sonra Rumeli beylerbeyi pâyesiyle Cidde sancağı mutasarrıfı olan Mekke şeyhülharemliği tarafından yönetildi. 1756-1792 yılları arasında vezir rütbesinde yirmi dokuz beylerbeyi buraya gönderildi. Son dönemlerinde tayin edilen beylerbeyileri Masavva‘ ve Sevâkin’de oturmayıp yerlerine mütesellimler yolluyorlardı. Memurların ahali üzerinde nüfuzları azalınca yerlerine genelde yerli kadınlardan doğan yeni nesil arasından seçilen nâibler getiriliyordu. Habeş eyaletinin daha sonraki yıllarda Necid, Mekke, Cidde ve Medine olmak üzere dört livâya ayrıldığı ve bunlardan Afrika kıyısında sadece Cidde livâsına bağlı Masavva‘ ve Sevâkin kaymakamlıkları bulunduğu anlaşılmaktadır. Sudan ahalisinin Mâlikî mezhebine bağlı olmasına rağmen bu ülkede asırlarca devam eden Osmanlı idaresinin etkisiyle şer‘î mahkemelerde Hanefî fıkhı yaygındı.

Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve oğulları, Osmanlı Devleti adına bugünkü Sudan’ın idaresini 1821-1882 yılları arasında kendilerine verilen en üst yetkilerle ele geçirdiler. Onların yönetimindeki bu döneme genel Sudan tarihi içinde “Türkiye” adı verilmektedir. Burada görev yapan memurlar Mısır hükümeti tarafından tayin ediliyor ve içlerinde Türk asıllılar olduğu gibi Avrupalılar’dan da görevliler bulunuyordu. Türkiye dönemi modern Sudan Devleti’nin şekillendiği, millî kimliğin oluştuğu, yabancıların idaresine karşı direnişlerin başladığı dönemdir. İlk defa 1821’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa altın ve zümrüt yataklarına sahip olmak, Nil’in kaynaklarından daha fazla istifade etmek, Sudanlı askerleri orduda görevlendirmek, bölgeye sığınan son Memlük kalıntılarını etkisiz kılmak için Dongola ve Func bölgelerine büyük bir ordu yolladı. Son Func sultanı Bâdî 1821 Haziranında Mısır ordusuna boyun eğmek zorunda kaldı. Ardından Kordofan ele geçirildi. Ancak Dârfûr Sultanlığı üzerinde hâkimiyet kurulamadı. Yeni idare Sudan’a ilk defa bölgeler arası bir devlet bürokrasisinin yerleşmesini sağladı. Ziraatta pamuk ekimi başlatıldı. 1826 yılına kadar Sudan’a giren Mısır birliklerinin başında bulunan kumandanlardan Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İsmâil Kâmil Paşa, damadı Mehmed Hüsrev Bey, Osman Bey ve Mehhû Bey Urfalı burayı yönetti. Onlardan sonra en üst seviyede idare edenlere hükümdar denmeye başlandı ve bunların ilki Ali Hurşid Paşa oldu (1826-1838). Osmanlı Mısırı’nın idaresindeki Sudan’da Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın damadı olan Ahmed Paşa Ebû Vidan’ın idareciliği döneminde (1839-1844) önemli gelişmeler yaşandı. Türk denizcisi Sâlim Kaptan yönetiminde, 1839-1842 yılları arasında güneydeki Cuba yerleşim yeri yakınındaki Bari bölgesine doğru Nil üzerinden üç defa gemilerle sefer düzenlendi. 1841’de Sudan bir fermanla Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya tevdi edildi ve paşa artık Nûbe, Sennâr, Kordofan ve Dârfûr eyaletlerinin valisi olarak kabul edilmeye başlandı. Sudan’da Mısır adına hükümdarlıkla birlikte kumandanlık yapan üçüncü kişi Ahmed Paşa el-Meniklî (1844-1845), ardından sırasıyla Hâlid Paşa, Abdüllatif Paşa, Rüstem Paşa, İsmâil Paşa Ebû Cebel, Selim Paşa, Ali Paşa Sırrî el-Arnaûtî, Çerkez Ali Paşa, Erâkıl Bey el-Ermenî, Hasan Bey Selâme, Mehmed Bey Râsih, Mûsâ Paşa Hamdi, Ömer Bey Fahri, Câfer Paşa Sâdık, Câfer Paşa Mazhar, Ahmed Mümtaz Paşa, Edhem Paşa el-Ârifî, İsmâil Paşa Eyyûb, İngiliz Charles George Gordon Paşa ve Mehmed Rauf Paşa (1879-1882) oldu. Sudan’daki Türkiye dönemi Muhammed Ahmed el-Mehdî’nin 1881’de başlattığı hareketle 1885 yılında tamamen yıkıldı.

Kızıldeniz sahili ve Somali’ye kadar uzanan sahillerle iç bölgeler, Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve onun soyundan gelenler zamanında Masavva‘ ve Sevâkin muhafızlıklarıyla on bir müdürlüğe ayrılmıştı. Bunlar Hartum, Dongola, Berberâ, Tâkâ, Sennâr, Bahrülebyâz, Bâlâyınil, Kordofan, Dârfûr, Bahrülgazâl ve Harar idi. Sudan’ın başşehri olan Hartum, Mavi Nil ile Beyaz Nil’in birleştiği noktada bulunan Halfaya şehrinin yerine Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından 1823 yılında kuruldu. 1882’de İngiltere Mısır’ı işgal edince burada İngiliz valileri görev almaya başladı. İngilizler, müslümanların baş kaldırıları sonucu Sudan’ı terketmek zorunda kaldılarsa da Hartum’u bırakmak istemediler. Fakat Muhammed Ahmed el-Mehdî hareketi sonucu 1885’te Hartum Mehdî’ye bağlı güçlerin eline geçti. Mısır buradaki memurlarını ve askerlerini çekti. Ancak Alman asıllı Emin Paşa, Sudan’ın güneyindeki Hattıistivâ eyaleti valiliğini 1889 yılına kadar Mısır adına sürdürdü; fakat kendisine gerekli yardım yapılmadığından bulunduğu yeri terketmek zorunda kaldı.

1885’ten Bugüne Sudan. Sudan’da ortaya çıkan ve Osmanlı-Mısır idaresini sona erdiren Muhammed Ahmed el-Mehdî hareketinin lideri Muhammed Ahmed b. Abdullah’tır. Muhammed Şerîf Nûrüddâim’in öğrencisi olan ve Semmâniyye tarikatına intisap eden Muhammed Ahmed kendisini mehdî ilân ederek Sudan’daki Türkiye dönemini yıkmak için mücadele başlattı. Mısır’ın onu durdurma girişimleri sonuçsuz kaldı. 1885’te Hartum ve ülkenin kuzeyinin büyük bir kısmı Mehdî’nin eline geçti. Burada İslâm’ın ilk dönemine uygun bir devlet kurduysa da kendisi aynı yıl vefat etti ve yerini Abdullah et-Teâyişî aldı. Mehdî Devleti adıyla bilinen idare batıda Fransa, kuzeyde İngiltere, güneydoğuda İtalya ve güneybatıda Belçika gibi güçlü sömürge devletlerinin kontrolündeki bölgelerin arasında kaldı. Mehdî Devleti yaklaşık on beş yıl idareyi elinde tuttu. İngilizler, Hartum’un düşüşünü ve özellikle genel valileri Gordon Paşa’nın öldürülmesini Sudan’ın tamamının işgali için bir fırsat olarak değerlendirdiler. Sudan’ı Mehdî taraftarlarına bırakmaya niyetli olmayan İngilizler, Mısırlı ve Sudanlı askerlere kumanda eden Horatio Herbert Kitchner’i Abdullah et-Teâyişî’nin üzerine sevkettiler. 2 Eylül 1898 tarihinde Kerkeri savaşında Teâyişî büyük bir yenilgiye uğradı ve Mehdî Devleti yıkıldı. Kahire’de İngiltere adına en üst yetkili olarak bulunan Lord Cromer, Sudan’da Mısırlılar’ın nüfuzunu göz önünde bulundurarak 19 Ocak 1899’da “condominium” (iki devletin ortak hâkimiyeti) adı verilen yeni bir idare başlattı. Yeni dönemde iktidar, İngiltere tarafından belirlenen ve Mısır hidivi tarafından zorunlu olarak tayin edilen genel valilerin elinde kaldı. Toplam on İngiliz devlet adamının genel valilik yaptığı bu dönem 1956 yılına kadar sürdü. Baronluk unvanı alan, İngiltere’nin bu ikinci döneminin ilk valisi Kitchner, Sudan’da Muhammed Ahmed el-Mehdî birliklerinin kendisini bozguna uğratmasının ardından fazla kalmadı. Yerine Francis Reginald Wingate geçti ve 1899-1916 yılları arasında burada kalarak İngiliz sömürgeciliğini Sudan’a gerçek anlamda yerleştirdi.

I. Dünya Savaşı ortak hâkimiyet yönetiminde bazı değişiklikleri beraberinde getirdi. Henüz savaşın başında Osmanlı Devleti’nin cihad çağrısının Mısır ve Sudan’da etkili olmaması için sert tedbirler alındı. Sudan savaş döneminde bir askerî üs haline getirildi. İngilizler, bu döneme kadar göz ardı edilen ulemâ sınıfına özel ilgi göstermenin yanında şeyhlerden kendilerine tepki göstermeyenlere ve bilhassa mehdîliğin başında bulunan Muhammed Ahmed el-Mehdî’nin oğlu Abdurrahman el-Mehdî’ye karşı yumuşak bir tavır sergiledi. Diğer taraftan İngilizler’in en sert muhaliflerinden olan ve genelde Trablusgarp vilâyeti üzerinden yardım alan, bazan da Hicaz’a gönderdiği adamları vasıtasıyla Osmanlı Devleti ile münasebetlerini sürdüren Dârfûr Sultanı Ali Dînâr, idarî merkezi Fâşir’de 1916’da yapılan savaşta öldürülerek toprakları 1874’te olduğu gibi tekrar Sudan sömürgesine katıldı.

1920’ye kadar ortak yönetim en geniş anlamıyla İngilizler’in elinde kalırken giderler Mısır tarafından finanse edildi. Üst yönetim İngiliz subayları ve sivil memurlara bırakıldı. İcra görevleri ise Mısırlı, Suriyeli ve yabancılarla yakın münasebet kuran kuzeyli Sudanlılar’a verildi. Ortak hâkimiyet devrinde Vâdîhalfâ ile Hartum ve Cezîre ile Ubeyyid arasında demir yolu, Kızıldeniz sahilinde Port Said Limanı inşa edildi. Mısır hidivliği kendi yönetiminin sadece kâğıt üzerinde kalmasından rahatsızdı ve Sudan üzerinde azalan etkisini arttırmak istiyordu. 1936 yılında eski etkinliğini arttırma siyasetinin bir sonucu olarak bir miktar Mısır askeri Sudan’a tekrar girdi. İngilizler, laik eğitimle yetiştirdikleri gençlerin 1938’de diplomalılar genel kongresi düzenlemesine müsaade ettiler. İngilizler’in Abdurrahman el-Mehdî ile gelişen münasebetleri ve kendisine şövalyelik verilmesi Sudan’da halkın Muhammed Ahmed el-Mehdî hareketine tepki duymasına ve kısmen kendisinden soğumasına sebep oldu. 1920’li yıllardan itibaren sömürge idaresinden aldığı bazı imtiyazlarla giderek zenginleşmesi, genelde Mısır hidivliği tarafından desteklenen Mîrganiyye’nin lideri Ali el-Mîrganî ile 1930’lu yıllarda açık rekabete girmesi olumsuz etki bırakmaktaydı.

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte Sudan’da bağımsızlık hareketleri kendini göstermeye başladı. Yeni siyasî partiler kurulurken bu ülkedeki İngiliz-Mısır ortak hâkimiyeti giderek zayıfladı ve iki ülke arasında 1945’te yeni bir antlaşma yapılarak Mısır’ın Sudan üzerindeki hakları yeniden tanındı. Ancak hem Sudan’daki İngiliz memurlar hem bağımsızlık taraftarı Sudanlılar bu antlaşmadan rahatsız oldular. Mehdî ailesi de Mısır’ın nüfuzunun artmasını istemiyordu. Abdurrahman el-Mehdî, Fas ve Libya’da olduğu gibi kendi hâkimiyetinde kurulacak bir hânedan devletinin başına geçme siyaseti güdüyordu. Sudan sömürgesinde 1948’de bir yasama meclisi ve İngiliz valisinin tayin ettiği on iki üyeli bir icra konseyi kuruldu. İsmâil el-Ezherî ve Ali el-Mîrganî gibi Mısır ile birlikte hareket etme taraftarları ortak tavır belirlediler. 1952’de Mısır’da hidiv ailesine karşı yapılan devrim Sudan’ı da etkiledi. 1953’te İngiltere Mısır ile anlaşarak Sudan’a üç yıl içinde kendi geleceğini belirleme hakkı tanıdı ve parlamento için seçim yapılmasına karar verildi. 25 Kasım 1953’teki seçimlerden Ali el-Mîrganî’nin Demokratik Birlik Partisi ile iş birliği yapan İsmâil el-Ezherî galip çıktı.

1955 yılı sonunda yaşanan siyasî gelişmeler Sudan’ı bağımsızlığa çok yaklaştırdı ve 1 Ocak 1956’da yeni bir devlet olarak ortaya çıktı. Ancak Sudan’ın içinde bulunduğu şartlar hem siyasî anlamda hem de oldukça geniş topraklara sahip olan coğrafyasında arzu edilen birlikteliği sağlamaktan uzaktı. İsmâil el-Ezherî seçimlerin galibi olduysa da aslında siyasî anlamda mehdîliği temsil eden Abdurrahman el-Mehdî’nin önderliğindeki Ümmet Partisi’nin ve Demokratik Birlik Partisi’ni temsilen Mîrganiyye’nin lideri Ali el-Mîrganî’nin ağırlığı hissediliyordu. 1956-1958 yıllarında kurulan beş kişilik bir hâkimiyet meclisi idaresinin onayıyla oluşturulan hükümetin 1 Ocak – 5 Temmuz 1956 tarihlerinde ilk başbakanı İsmâil el-Ezherî oldu. Onun düşürülmesinden sonra kurulan ilk koalisyon hükümetinde Ümmet Partisi sekreteri Abdullah Halîl başbakanlığa getirildi. 18 Kasım 1958’de Genelkurmay Başkanı General İbrâhim Abbûd’un yaptığı askerî darbe ile bütün siyasî partilerin faaliyetleri askıya alındı. General Abbûd 30 Ekim 1964’e kadar başbakanlığı, 16 Kasım 1964’e kadar konsey başkanlığı görevlerini birlikte yürüttü. Sudan’ın güney bölgesinde çoğunluğu oluşturan animistler ve özellikle iç siyasette onları da etkileri altına alarak öncülük yapan hıristiyan azınlığın başlattığı karışıklıklar darbe döneminde giderek arttı. Buna karşılık merkezî idare, bölgede Arapça’nın ve İslâm dininin yayılması için bazı girişimleri yanında herhangi bir ciddi adım atmamakla birlikte burayı millî sınırlar içinde tutma siyasetini sürdürdü. 1955’te başlayan güneydeki baş kaldırı 1964’te iç savaşa dönüştü. Siyasî partiler 1964 yılı içinde yeniden serbest bırakıldı. 30 Ekim’de sivil bir kişi olmakla beraber siyasî parti bağlantısı bulunmayan Sırrülhalîfe el-Halîm’in başbakanlığında kurulan yeni hükümet 2 Haziran 1965’e kadar iş başında kaldı. 1965’te yapılan seçimler sonucunda Ümmet Partisi ile Millî Birlik Partisi yeni bir koalisyon hükümeti için anlaştılar ve 15 Haziran 1965 – 25 Temmuz 1966 tarihleri arasında başbakanlığa Ümmet Partisi’nden Muhammed Ahmed el-Mahcûb getirildi. Devlet yüksek konseyi başkanı ise 8 Temmuz 1965’te İsmâil el-Ezherî oldu, bu görevde 25 Mayıs 1969’a kadar kaldı. 27 Temmuz 1966’da bu defa Muhammed Ahmed el-Mehdî’nin torunu Sâdık el-Mehdî başbakan olarak 18 Mayıs 1967’ye kadar görev yaptı. Bu arada Ensar adıyla bilinen, liderliğini amcası Abdülhâdî’nin yürüttüğü harekete karşı acımasız bir mücadeleye girişti. Partiler arası rekabet giderek kızıştı. Yeni koalisyon hükümeti kuruldu.

Sudan’ın bu istikrarsızlığı karşısında Albay Ca‘fer en-Nümeyrî idaresindeki bir grup asker 25 Mayıs 1969’da ikinci askerî darbeyi gerçekleştirdi. Böylece zor da olsa yürütülmeye başlanan çok partili siyasî hayat bir defa daha kesintiye uğradı. Sudan Sosyalist Birliği’nin tek parti rejimi başladı. 19 Temmuz 1971’e kadar devam eden bu rejime karşı bu defa da Komünist Partisi’yle birlikte hareket eden Albay Ebû Bekir en-Nûr Osman tarafından bir askerî darbe yaptırıldıysa da on gün sonra Ca‘fer en-Nümeyrî duruma yeniden hâkim oldu ve 1971 Ekimindeki seçimlerde kendisini devlet başkanı seçtirdi. Fakat ülkede karışıklıklar dinmek bilmiyordu. Dış borçların giderek artması ve ekonomik çöküş önlenemedi. Ülkede sistemin İslâmlaşması yönünde bazı adımlar atılırken güneydeki iç savaşa karşı bölge halkı üzerinde Arap kültürünün yaygınlaştırılmasına çalışıldı. 1983’te sadece müslümanların yaşadığı bölgelerde uygulanan şer‘î kanunlar ülkenin her tarafı için geçerli kılındı. 1985’te kurulan Sudan Halk Kurtuluş Ordusu Hareketi bütün Güney Sudan’ı iç savaşa sürükledi. Ayrıca komünist hareketleri ve İhvân-ı Müslimîn, Nümeyrî rejimine cephe aldı. Nümeyrî bir yurt dışı seyahatinde bulunduğu sırada 6 Nisan günü siyasî partiler harekete geçerek askerî rejime son verdiler. Devlet başkanlığına Abdurrahman Sivârüzzeheb getirildi; onun ardından bu görev yüksek konsey başkanı sıfatıyla Ahmed Ali el-Mîrganî’ye intikal etti. Bu yeni yönetim 30 Haziran 1989’da Ömer Hasan Ahmed el-Beşîr tarafından yapılan askerî darbeye kadar sürdü. Bundan sonra özellikle iki mesele Sudan için önemli gelişmelere yol açtı. Bunlardan ilki Güney Sudan meselesidir.

Sudan Cumhuriyeti sınırlarına 1820-1882 yılları arasında peyderpey katılan ülkenin güneyindeki Yukarı Nil, Bahrülgazâl ve Ekvator (Hattıistivâ) vilâyetlerinde yaşayanlar tamamen animistti. Bunlar yeni dönemle birlikte kısmen İslâm dinini kabul ederken kısmen Arap dilini öğrendiler. 1882’de İngiltere’nin Sudan’a müdahalesiyle başlayan ve 1956’daki bağımsızlığa kadar devam eden süreçte misyonerlerle ciddi bir hıristiyanlaştırma kampanyası yürütüldü. Aradan geçen yaklaşık 130 yıla rağmen Güney Sudan’da hıristiyanların oranı % 5 ile 15 arasında kaldı, müslümanların oranı da % 15 ile 20 arasındadır. Animistler ise çoğunluğu oluşturmakla birlikte eğitimli olmadıkları için kendi bölgelerinde fazla söz sahibi olamadılar. Müslümanlar daha ziyade merkezî idareye bağlı kalarak etkili olabilirken hıristiyan azınlık milletlerarası camiada büyük destek gördüğü için bütün bölgedeki iç savaşın yegâne muhatabı gibi algılanmaktadır. Hartum merkezî idaresinin bölgede beraber hareket ettiği birlikler ise yeterli güce sahip bulunmamaktadır. Bu bölgede 1970’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri tarafından tesbit edilmesine rağmen iç karışıklık sebebiyle terkedilen petrol yataklarının 1990’lı yılların sonundan itibaren Çin tarafından Sudan merkezî hükümetiyle iş birliği halinde işletilmeye başlanmasıyla iç savaş giderek şiddetlendi. Ancak 2003 yılında yapılan bir antlaşma ile 2011 yılında yapılacak referanduma kadar barış sağlanmasına karar verildi. Bu arada Güney Sudan adına antlaşmayı imzalayan John Garang 2005 yılında geçirdiği bir helikopter kazasında öldü.

Öte yandan güney meselesinde belli bir barış ortamı elde eden Sudan merkezî hükümeti 2003 yılında bu defa ülkenin batısında yaklaşık 500 km2’lik bir alanı kaplayan Dârfûr bölgesinde direniş güçlerinin saldırıya geçmesiyle yeni bir iç savaşla yüzyüze geldi. Ülkenin son yıllarda başta petrol olmak üzere elde edilen gelirleri farklı bölgeler arasında eşit dağıtılmadığını bahane eden ve birbirlerinden bağımsız hareket eden direniş güçleriyle merkezî hükümet taraftarı Cencavid denen milis birlikleri arasında 2007 sonuna kadar meydana gelen çatışmalarda çoğu sivil 10.000 civarında insan hayatını kaybetti. Uluslararası gözlemciler ise bu rakamı 300.000 ve göç edenleri de 2 milyon olarak ifade etmektedir. Sudan Devleti ise bu rakamların doğru olmadığını ileri sürmektedir.

Dinî ve Sosyal Hayat. Sudan’da ülkenin güneyi hariç büyük bir kısmında yaşayan nüfusun tamamına yakınını müslümanlar oluşturur. İslâmiyet’in özellikle Mısır tesiriyle yayılması dolayısıyla burada bir taraftan dinî ilimleri öğreten ulemânın, diğer taraftan tasavvufî hayata ağırlık veren şeyhlerin etkisi yaygındır. Sudanlı müslümanların çoğu Mâlikî mezhebine mensup olduğu halde özellikle Osmanlı-Mısır idaresinde resmî makamlarda Hanefî fıkhı esas alınmaktaydı. Mâlikî fıkhı ise daha ziyade “halve” denilen Kur’an okullarında öğretilmekteydi. İngiliz sömürgeciliğinde bu geleneksel eğitim kurumları toplumu aşırı derecede etkilediği için uzun süre engellendi ve sadece din eğitimi verilmesine müsaade edildi. Yedi-on beş yaşları arasındaki çocukların Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemeleri ve bir fakih nezâretinde dinî ilimleri öğrenme süreci sekiz yıl sürmekteydi. Sömürgecilik öncesinde her köyde bir halve varken 1961 yılına gelindiğinde bütün Sudan’da bunların sayısı 250’ye, 1971’de 181’e kadar düştü. Halvelerde eğitimlerini tamamlayan gençler dört yıllık yüksek eğitime devam edebiliyorlardı.

Sudan’daki tarikatların tamamına yakını ülke dışından gelen etkilerle yayılmıştır. Afrika kıtasında güçlü olan Kādiriyye ve Şâzeliyye tarikatları Mısır ve Hicaz’dan gelen müntesipleri sayesinde Sudan’da çok erken dönemlerde etkili oldu. Şâzeliyye tarikatı, Muhammed b. Süleyman el-Cezûlî’nin damadı olan Hâmid Ebû Dünâne vasıtasıyla 1445 yılında Sudan’da yayılmaya başladı. Bu tarikat XVIII. yüzyıla kadar Sudan’da yaygın konumdaydı. Func Sultanlığı döneminde başlayan bu süreç Türkiye döneminde ülkenin her tarafına yayılarak devam etti. Kādiriyye ise 1550’de Hicaz’dan gelen Tâceddin el-Buhârî tarafından tesis edildi ve daha sonra en yaygın tarikat haline geldi.

XIX. yüzyıl boyunca Sudan’da birçok yeni tarikat yaygınlaştı. Bunlar arasında Semmâniyye, Faslı mutasavvıf Ahmed b. İdrîs’e intisap edenlerin Sudan’da yaydıkları İdrîsiyye, Râşidiyye, Mîrganiyye, İsmâiliyye ve Meczûbiyye kolları ile Batı Afrika’dan gelenlerin yaydıkları Ticâniyye önemlidir. Semmâniyye, Halvetîliğin alt kollarından biri olup Ahmed b. Beşîr et-Tayyib vasıtasıyla ülkede yaygınlaştı. Hindiyye de Semmâniyye’nin bir alt koludur ve Hicaz’dan gelen Muhammed Emîn el-Hindî’ye intisap edenlerin çizgisini takip ettirmiştir. Bunlar da zamanla siyasî tavır takındılar ve Seyyid Sıddîk Yûsuf el-Hindî, Ca‘fer en-Nümeyrî’nin en büyük muhaliflerinden oldu. Mîrganiyye tarikatı Ahmed b. İdrîs’e intisap eden Senûsiyye dışında ikinci önemli koldu ve ilk şeyhi Muhammed Osman el-Mîrganî, Hicazlı bir aileye mensup olmakla birlikte menşe itibariyle Orta Asyalı idi. Tarikat, Mekke ve Mısır ulemâsı tarafından desteklendiği için Arap yarımadasında ve oğlu Muhammed Hasan sayesinde Sudan’da yayıldı.

Sudan’ın meşhur mutasavvıfları arasında Şeyh Abdürrahîm el-Bürâî, Seyyid Muhammed Osman el-Mîrganî, Şeyh İsmâil el-Velî, Şeyh el-Ca‘lî, Şeyh Muhammed Abdülburhânî, Şeyh Hafyân ve Şeyh Fâtih Garîbullah sayılabilir.

Sudan müslüman toplumunun dinî önderleri olan fakihler ise zamanla önemli imtiyazlar elde ettiler. 1912’de Ezher gibi yüksek din eğitimi vermek üzere Ümmüdürman şehrinde bir enstitü açıldı. Dinî konularda fetva verilirken Hanefî mezhebi esas alındı, ancak şahsî konularda Mâlikî mezhebi uygulanıyordu. Günümüzde Afrika kıtasında İslâm’ı yaymak amacıyla Sudan’da el-Munazzametü’d-Da‘vetü’l-İslâmiyye kurularak faaliyete geçirildi. Birçok bölgede medrese ve cami inşa ettirildiği gibi insanî yardım faaliyetlerinde de bulunulmaktadır. İngiliz dönemi öncesinde yaygın olan geleneksel dinî programlar öncelikli durumdaydı. İngiliz idaresi de başlangıçta laik eğitim sistemini benimsettiyse de yetişen diplomalı gençler arasında İngiliz sömürgeciliğine karşı direnişi organize eden gruplar oluşmaya başlayınca mezunlarına “efendi” denilen laik okulların yerine tekrar “havle” denilen geleneksel eğitimi sürdüren okullara ağırlık verdiler. Efendilerin Sudan idaresinde ilerlemeleri engellendi.

Bugün Sudan sınırları içinde 134 mahallî dil konuşulmakta olup bunların çoğunluğu sadece konuşma dili olarak kullanıldığından edebiyat geleneği çok zayıftır. Bu diller Afrika dillerinin ait olduğu Afrika-Asya, Nil-Sahrâ ve Nijer-Kongo dil ailelerine bağlıdır. Okuma yazma oranı ülkede 1990’lı yıllara gelindiğinde hâlâ % 20’ler seviyesindeydi. Birçok Afrika ülkesine göre eğitim faaliyetleri Sudan’da epeyce ileri durumdadır. Ülke genelinde otuza yakın devlet üniversitesi ve özel üniversiteler bulunmaktadır. Başta 1953 yılında açılan Hartum Üniversitesi olmak üzere Sudan Teknik Üniversitesi, Dârfûr Üniversitesi, Cezîre Üniversitesi ve Cûbâ Üniversitesi yanında bilhassa yüksek dinî tahsil için Kur’an ve İslâm İlimleri Üniversitesi önde gelen eğitim kurumlarıdır. Sudan’ı İslâm dünyasında ve Afrika’da önemli kılan eğitim kurumlarının başında temeli 1960’lı yıllarda atılan, 1977’de Afrika İslâm Merkezi’ne, 1992’de üniversiteye dönüştürülen Hartum’daki Milletlerarası Afrika Üniversitesi gelir. el-Merkezü’l-İslâmî el-İfrîkī ise geleceğin Afrikalı müslüman aydınlarını yetiştirmek amacıyla açıldı ve 1992’de Câmiatü İfrîkıyâ el-âlemiyye adıyla üniversiteye çevrildi. Afrika’nın hemen her tarafından binlerce öğrenci buraya gelmektedir.

XX. yüzyılda Sudan’da önemli devlet adamları ve aydınlar yetişti. Bunlar arasında Hasan et-Türâbî, Hasan el-Mekkî, Mahmûd Muhammed Tâhâ, Ticânî Abdülkādir ve İsmâil el-Ezherî bulunmaktadır. Sudanlı meşhur yazarlar içinde Abdullah et-Tayyib, Franz Deng, Tayyib Sâlih, Ali el-Mek, Fâzıl Büşrâ ve İshak Ahmed Fazlullah yer almaktadır. Şairler arasında Ticânî Yûsuf Beşîr, Hâdî Âdem, Muhammed Saîd el-Abbâsî, Ferrâc et-Tayyib, Muhammed el-Mekkî İbrâhim, Muhyiddin Fâris, Seyfeddin ed-Desûkī, Sâlih Ahmed İbrâhim, Muhammed Miftâh el-Feytûrî ve Muhammed Mehdî el-Meczûb’un isimleri zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYA
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, X, 828-952; Mehmed Muhsin, Afrika Delîli, Kahire 1312, s. 98-99, 197-200; Muhammed Mihrî, Sûdan Seyahatnâmesi, İstanbul 1326, s. 308-327; J. S. Trimingham, Islam in the Sudan, London 1949, tür.yer.; Saad ed Din Fawzi, The Labour Movement in the Sudan: 1946-1955, London 1957, s. 3-13, 17-24; P. M. Holt, The Mahdist State in the Sudan (1881-1898), Oxford 1958; a.mlf. – M. W. Daly, A History of the Sudan, London 1988; M. W. Daly, “Sūdān”, EI2 (Fr.), IX, 778-784; Kemâl Desûkī, Dirâsât fi’l-müctemaʿi’s-Sûdânî, Kahire 1973, tür.yer.; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Siyaseti: Habeş Eyaleti, İstanbul 1974, s. 73-78, 129-132; The Europeans in the Sudan: 1834-1878 (ed. ve trc. P. Santi – R. Hill), Oxford-New York 1980, tür.yer.; Naûm Şukayr, Târîḫu’s-Sûdân (nşr. M. İbrâhim Ebû Selîm), Beyrut 1981, s. 142-211; M. İbrâhim Ebû Selîm, el-Ḥareketü’l-fikriyye fi’l-Mehdiyye, Beyrut 1981; a.mlf., Fihrisü âs̱âri’l-İmâm el-Mehdî, Beyrut 1995, tür.yer.; M. Ömer Beşîr, Teṭavvürü’t-taʿlîm fi’s-Sûdân: 1898-1956 (trc. Cüneyd Ali Ömer v.dğr.), Beyrut 1983, tür.yer.; a.mlf., Târîḫu’l-ḥareketi’l-vaṭaniyye fi’s-Sûdân: 1900-1969 (trc. Cüneyd Ali Ömer v.dğr.), Beyrut 1407/1987, tür.yer.; Adil Doğru, Sudan Dosyası, İstanbul 1986; C. Fluehr-Lobban, Islamic Law and Society in the Sudan, London 1987, tür.yer.; a.mlf. v.dğr., Historical Dictionary of the Sudan, London 1992, s. XL-XLI, 9; Le Soudan contemporain (ed. Marc Lavergne), Paris 1989, tür.yer.; Ali Sâlih Kerrâr, eṭ-Ṭarîḳatü’l-İdrîsiyye fi’s-Sûdân, Beyrut 1411/1991, s. 45-77, 81-109; Abdülvehhâb el-Efendî, Turabi Devrimi: Sudan’da İslâm ve İktidar (trc. Hasan T. Kösebalaban), İstanbul 1993, tür.yer.; ed-Dîmuḳrâṭiyye fi’s-Sûdân: el-Buʿdü’t-târîḫî ve’l-vażʿü’r-râhin ve âfâḳu’l-müstaḳbel (nşr. Haydar İbrâhim Ali), Kahire 1993, tür.yer.; Hasan Turabi, Sudan İslami Hareketi (trc. Ekrem Demir), İstanbul 1994; Yûsuf Fazl Hasan, Muḳaddime fî târîḫi’l-memâliki’l-İslâmiyye fi’s-Sûdâni’ş-şarḳī: 1450-1821, Hartum 2003, s. 53-81, 91-105, 111-129, 137-154; B. DeGorge, From Piety to Politics: The Evolution of Sufi Brotherhoods, Washington 2006, s. 31-63; es-Sûdân fi’l-ʿahdi’l-ʿOs̱mânî min ḫilâli ves̱âʾiḳı’l-Erşîfi’l-ʿOs̱mânî (haz. Uğurhan Demirbaş v.dğr.), İstanbul 2007; C. N. Gordon, “The Islamic Legal Revolution: The Case of Sudan”, The International Lawyer, XIX, Chicago 1985, s. 793-815; G. R. Warburg, “Islam and State in Numayri’s Sudan”, Africa, LV/4, London 1985, s. 400-413; S. Hillelson, “Sûdan”, İA, X, 776-778; Recâ Düveyderî, “es-Sûdân”, el-Mevsûʿatü’l-ʿArabiyye, Dımaşk 2005, XI, 211-216.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 461-466 numaralı sayfalarda yer almıştır.