TÂLEBÂNÎ, Abdurrahman Hâlis

(ö. 1275/1858)

Kādiriyye tarikatının Hâlisiyye şubesinin pîri, şair.

Müellif:

Ziyâeddin Abdurrahman Hâlis 1212’de (1797) Kerkük’te doğdu. Zengene aşireti reislerinden Yûsuf Ağa’nın oğlu olan dedesi Molla Mahmud, Kerkük’e bağlı Tâlebân köyünde yaşadığından Tâlebânî nisbesiyle tanınmıştır. Molla Mahmud, 1195’te (1781) Tekke köyüne gelen Hindistanlı Kādirî şeyhi Ahmed Efendi’ye intisap etmiş, şeyhin Süleymaniye sancağına bağlı Surdaş kasabasında vefat ettiğini öğrenince oraya gidip bugün hâlâ önemli bir ziyaretgâh olan türbesini yaptırmıştır. Bir süre o bölgede kalarak halkın sevgi ve saygısını kazanmış, 1215 (1800) yılında seksen beş yaşında vefat edince vasiyeti üzerine Kerkük’te Tekke Köyü Mezarlığı’na defnedilmiştir. 1224’te (1809) irşad makamına geçen oğlu Şeyh Ahmed hayatının bir kısmını Tâlebân’da, bir kısmını da Kerkük’te geçirmiş ve 1257’de (1841) vefat etmiştir.

Şeyh Ahmed’in on bir oğlundan biri olan Abdurrahman Hâlis ilk öğrenimini Kerkük’te yaptıktan sonra Süleymaniyeli meşhur şeyh Kâk Ahmed ile birlikte medrese tahsiline başladı. Ardından Bağdat’a gidip Şeyh Rûzbihânî’nin yanında öğrenimini tamamlayıp ilmî icâzet aldı ve Kerkük’e dönerek babasının hizmetinde ibadetle meşgul oldu. İyi bir tahsil gördüğü, 1816 yılında daha on dokuz yaşında iken Arapça bir eseri Türkçe’ye çevirmesinden anlaşılmaktadır. Abdurrahman Hâlis, Kādiriyye tarikatının esmâ-i seb‘a ile icra edilen seyrüsülûk usulünü kelime-i tevhid ve lafza-i celâle hasrettiği bilinmektedir. Onun şöhreti ve nüfuzu mahallî sınırları aşarak Osmanlı Devleti topraklarına kadar yayıldı, burada halkın yanı sıra devlet ricâlinden bazıları kendisine intisap etti. Sultan Abdülmecid’in hanımı Sultâne Hatun gördüğü rüyaların etkisiyle ona mürid oldu, bir Buḫârî-i Şerîf nüshasını mühürleyerek aralarında Hz. Peygamber’in sakal-ı şerifinin de bulunduğu hediyelerle birlikte Kerkük’e gönderdi, irâde-i seniyye ile şeyhe 100 kuruş aylık bağlattı. 17 Zilkade 1264 (15 Ekim 1848) tarihli irâde-i seniyyeden Bağdat’taki Şeyh Abdülkādir-i Geylânî Vakfı bakiyesinden “taâmiye” adıyla şeyhin emrine ayda 500 kuruş tahsis edildiği, aynı iradeden şeyhin aylığının 1500 kuruşa yükseldiği ve cami hizmeti için de 500 kuruş maaş bağlandığı anlaşılmaktadır.

Şeyh Abdurrahman hakkında halk arasında olağan üstü menkıbeler yayılmıştır. Şeyhülislâm Haydarîzâde İbrâhim Efendi’nin kaydettiğine göre tekkesinde din ve mezhep ayırımı yapılmadan birçok kişiye yemek yedirildiği, tekkede misafir olarak bulunan bir Mecûsî’nin kendine has dinî merasimi tekke içerisinde yaptığını görenlerin onu dışarı çıkarmak istediklerinde şeyhin onlara engel olduğu ve Mecûsî’nin istediği gibi dinî âyin yapmasını söylediği belirtilmektedir. Şeyh Abdurrahman Hâlis’in nüfuzu Irak’ın birçok yerine yayıldığı gibi Anadolu’nun çeşitli yörelerine de yayıldı; Sivas, Amasya ve Tokat’ta Kādiriyye tarikatını yayan Şeyh Mûr Ali Baba onun halifesidir. Şeyh Tâlebânî her yıl Bağdat’a gider, Kādirî Âsitânesi’nde icra edilen devran zikrini idare eder, diğer Kādirî tekkelerinde uygulanmadığı halde kudüm vb. mûsiki aletlerini çaldırırdı. Bazı mutaassıp tarikat mensupları Bağdat Kādirî Âsitânesi şeyhine başvurup, “Abdurrahman Hâlis’in Hz. Pîr’in makamında kudüm çaldırmasına niçin izin veriyorsunuz, büyük dedenizin aziz ruhunun rahatsız olmasından endişe etmiyor musunuz?” deyince Abdülkādir-i Geylânî’nin torunu Nakîbüleşraf Seyyid Ali Efendi’den, “Ben sultan ile veziri arasına giremem” cevabını almışlardı. Rivayete göre Sivas valisi, Şeyh Tâlebânî’ye mektup göndererek şehirlerine bir halifesini yollamasını istemiş ve isteğini defalarca tekrarlamıştır. Tâlebânî teklifte bulunduğu her halifesi, “Ben şeyhimin huzurunda hizmetten ayrılmam, beni bu şereften mahrum etmemesini kendisinden istirham ederim” demiş, şeyh de bunun üzerine kendisine aşk derecesinde bağlı olan halifelerinin Sivas’a gitmelerini tehir etmiş, bir gün yolda kalendermeşrep birini görünce onu çağırmış ve o anda kendisini irşad edip Sivas’ta görevlendirmiştir. Bu kişi Mûr Ali Baba’dır. Ali Baba tarikatı Sivas’ın neresinde yaymaya çalışacağını sorunca şeyh, “Neresi rastgelirse orada” cevabını vermiştir. Sivaslılar şeyhe tekrar başvurduğunda şeyh, “Gönderdim, arayın bulun” demiş, sonunda onu bulmuşlardır. Daha sonra çalışkanlığından dolayı ismine “mûr” (karınca) kelimesi eklenince ismi Mûr Ali olmuş, ardından da Nûr Ali şeklinde değiştirilmiş ve bu isimle meşhur olmuştur. Türbesi Sivas’ta yaptırdığı hankahın içindedir.

Tâlebânî, 1846 yılında Kerkük’te bulunan tekkesini aynı zamanda o bölgenin edebiyat ve dinî mûsiki merkezi haline getirmiş, içinde bir de cami yaptırmıştır. Tekkesinde Kerkük’ün tanınmış mûsikişinasları ilâhiler ve yerli hoyratlar terennüm eder, başka yerlerden gelen sanatkârlar da burada sanatlarını icra ederlerdi. Usta bir oyuncu olan Molla Velî ve mâsum hoyratlarıyla tanınan Hâme Pîr gibi eski ses sanatkârları şeyhin himayesinde yetişmişlerdir. Tâlebânî’nin Ali, Abdülkadir, Abdülvâhid, Rızâ ve Hasan isminde beş erkek; Fatma Han, Esmâ Han, Âmine Han, Hanîfe Han, Kibriyâ Han ve Halîme Han adında altı kız çocuğu olmuştur. Oğullarından Şeyh Rızâ’nın şöhreti bütün Irak’a, İran ve Türkiye’ye kadar yayılmıştır. Meclis-i Meşâyih reisi ve Urfa milletvekili olan Mustafa Saffet Yetkin, Abdurrahman Hâlis’in oğlu Şeyh Ali et-Tâlebânî’nin halifesidir. Tâlebânî’nin silsilesi Türkiye’de İstanbul, İzmir, Bursa, Elazığ ve Erzurum başta olmak üzere birçok ilde, daha yoğun olarak Irak, Rusya, Avrupa ve Amerika’da devam etmektedir. Irak Cumhurbaşkanı Celâl Tâlebânî, Kerkük’teki Kādirî-Hâlidî Âsitânesi’nin son postnişini Şeyh Hüsâmeddin Hâlis et-Tâlebânî’nin oğludur.

Eserleri. 1. Divan. Türkçe ve Farsça şiirlerden oluşan eser ilk defa, Bağdat Valisi Gözlüklü Reşid Paşa’nın oğlu Sadâret Mektûbî Kalemi hulefâsından Rüşdü Bey’in yardımı sayesinde hattat Ali Sâdık hattıyla basılmış (İstanbul 1284), daha sonra Kerküklü Şeyh Muhammed Cemil Tâlebânî tarafından Cezbe-i Aşk adıyla yayımlanmıştır (Tahran 1367/1948). 2. Kitâbü’l-Maʿârif fî şerḥi Mes̱nevî-i Şerîf. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mes̱nevî’sinin ilk on sekiz beytinin Farsça manzum şerhidir. Divanın İstanbul baskısının baş tarafında bulunan risâle (s. 1-25) Musul mektupçusu Hasan Tevfik tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup nüshası mütercimin ailesinde bulunmaktadır. 3. Behcetü’l-esrâr Tercümesi (İstanbul 1302). Nûreddin Ali b. Yûsuf eş-Şattanûfî’nin Abdülkādir-i Geylânî’nin menkıbelerine dair Arapça eserinin tercümesidir. Tâlebânî bu eseri babasının isteğiyle tercüme ettiğini söyler. Mustafa Necati Akın bu çeviriyi sadeleştirerek aynı adla yayımlamıştır (İstanbul 2013).

BİBLİYOGRAFYA :

Osmanlı Müellifleri, I, 131; Tomar-Kādiriyye, s. 56-64; Hüseyin Vassâf, Sefîne, I, 139-142; Îżâḥu’l-meknûn, I, 500; Hediyyetü’l-ʿârifîn, I, 558; Ata Terzibaşı, Kerkük Şairleri, Kerkük 1968, II, 49-54; Yunus Ayten, “Şeyh Ahmed et-Talabânî el-Kerkükî”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, İstanbul 1996, IX, 91-92; a.mlf., “Ziyâüddîn-i Abdurrahmân-ı Hâlis Talabânî”, a.e., IX, 129; Suphi Saatçi, Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı, İstanbul 1996, s. 312; a.mlf., “Hâlis”, Başlangıcından Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi: Azerbaycan XX. yy. Yakın Dönem Türk Edebiyatı ve Irak (Kerkük) Türk Edebiyatı, Ankara 1997, VI, 349 vd.; C. J. Edmonds, Kürtler, Türkler ve Araplar (trc. Serdar Şengül – Serap Ruken Şengül), İstanbul 2003, s. 354; Mustafa Özgür, Kadirî Yolu: Gerçekte Yaşayanlar ve Yaşatanlar, İstanbul 2007, s. 17; M. van Bruinessen, “The Qâdiriyya and the Lineages of Qâdirî Shaykhs among the Kurds”, Journal of the History of Sufism, sy. 1-2, İstanbul 2000, s. 131-149; Nihat Azamat, “Kādiriyye”, DİA, XXIV, 134.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2019 yılında Ankara’da basılan (gözden geçirilmiş 3. basım) EK-2. cildinde, 575-576 numaralı sayfalarda yer almıştır.