UBEYDULLAH es-SİNDÎ

(1872-1944)

Hintli âlim ve siyaset adamı.

Müellif:

Asıl adı Buta Singh olup 22 Mart 1872 tarihinde Pencap’ta Siyâlkût şehrine bağlı Çiyanvâlî köyünde dünyaya geldi. Doğumundan önce ölen babası anne tarafının telkiniyle Sih dinine girmişti; Ubeydullah da bu dine göre yetiştirildi. 1884’te Mâlîrkotlavî’ye ait Tuḥfetü’l-Hind adlı kitabın etkisiyle İslâm’a yöneldi. 1887’de müslüman olduğunu açıkladı ve Ubeydullah b. İslâm adını aldı. Ardından Kādirî ve Nakşibendî tarikatlarından icâzetli Şeyh Muhammed Sıddîk Barçondhvî’ye biat etti ve bir süre onun yanında mânevî eğitim aldı. Geleneksel medrese sistemine göre öğrenime başlayan Ubeydullah asıl tahsilini Dârülulûm-i Diyûbend’de yaptı. Bu sırada kısa bir süre Kanpûr ve Râmpûr’a gidip oralarda yine aynı ekole bağlı medreselerde ders gördü. Diyûbend’de en çok Mahmûd Hasan Diyûbendî’nin (Şeyhülhind) hadis derslerinden etkilendi, 1890’da icâzet aldı. Ehl-i hadîs ekolünün kurucusu sayılan Seyyid Nezîr Hüseyin Dihlevî ve onun talebeleri de Sindî’nin hadis hocalarındandır (et-Temhîd, s. 12-13; Abdullah Legārî, s. 8).

Ubeydullah 1891 yılında Delhi’den ayrıldı; ziyaretine gittiği şeyhinin vefatını öğrenince ikinci halifesi Ebü’l-Hasan Tâc Mahmûd’u ziyaret etti; burada onun aracılığıyla evlendi. 1897-1898’de tekrar hocası Mahmûd Hasan Diyûbendî’nin yanına gitti. Bu defa ondan çeşitli kitaplar okudu, Veliyyullāh ekolü üzerine fikir alışverişinde bulundu. 1901-1902’de arkadaşları ile bir araya gelip Haydarâbâd-Sind yakınlarındaki Gotha Pirçenda’da Dârü’r-reşâd adıyla bir medrese kurdu ve burada ders verdi. Mahmûd Hasan Diyûbendî’nin kendisini çağırması üzerine 1909’da Diyûbend’e geçti. Aynı yıl Diyûbend Medresesi’ne bağlı olarak kurulan ve İngiliz karşıtı faaliyetlerde bulunan Cem‘iyyetü’l-ensâr’ın idaresini üstlenip burada dört yıl çalıştı. Diyûbend Dârülulûmu’ndaki bir kısım hocalar ve idareciler Ubeydullah’ın fikirlerinden rahatsızlık duyuyordu. Büyük bir kısmı yanlış anlamaya dayalı olan bu tavırları yüzünden medresenin bazı hocaları ona cephe aldı. Bunun üzerine Mahmûd Hasan Diyûbendî kendisini Delhi’ye gönderdi.

İngilizler’in Osmanlı hilâfetine yönelik planları Hint alt kıtasında hoş karşılanmıyordu. Balkanlar’da ve Trablusgarp’ta Osmanlı Devleti’ne karşı başlatılan saldırıların ardından çeşitli siyasî faaliyetler ortaya çıktı. 1913’te Delhi’de kurulan Kur’an Öğretileri Akademisi (Nezâretü’l-maârifi’l-Kur’âniyye) bu çabanın bir ürünü olup kurumun başına Sindî getirildi. Mahmûd Hasan Diyûbendî ise Hindistan’ın bağımsızlığına yönelik bazı projeleri de gerçekleştirmek niyetindeydi. Bu maksatla Sindî’yi 1915’te Kâbil’e gönderdi. Buradaki yedi yıllık ikameti sırasında askerî ve siyasî faaliyetlerde bulundu, Kâbil’de resmî makamlardan destek gördü. Bu dönemde onun planlamasıyla el-Cünûdü’r-rabbâniyye denilen bir ordu teşkil edildi ve askerî eğitimlere başlandı. Ubeydullah es-Sindî ayrıca Kâbil’de birçok yeni örgüt oluşturdu ve Hindistan’da İngilizler’in ülkeden atılması için kurulan örgütlerin Afganistan’da şubelerini açtı. İngiliz yönetimine son vermek amacıyla yürütülen çalışmalar kapsamında 1 Aralık 1915’te geçici Hindistan hükümeti kuruldu; Hint soylularından Raja Mahendra Pratap’ın hükümet başkanlığına getirildiği bu dönemde Sindî Hindistan işleri bakanı oldu. 1919’da İngiliz-Afgan savaşı sırasında Afganistan dışında bulunan Pratap’ın yerine geçici Hindistan hükümetinin başkanlığını üstlendi. Aynı yıl İngilizler’in Afgan Devleti’ni politik baskı altında tutması, Ruslar’la ilişkiye girmesi ve İran’a yönelik tedbirler alınması sonucunda geçici Hint hükümetinin diplomatik girişimleri beklenen neticeyi vermedi. Bu yüzden Sindî Afganistan’ı terketmek zorunda kaldı. Kasım 1922’de Rusya’ya gitti ve burada resmî sıfatı ile karşılandı. Moskova’da sekiz ay kaldı, Bolşevik yönetimine dair bilgiler edindi. Bu arada siyasî faaliyetlerini sürdürdü; Moskova’da kendisine Mûsâ Cârullah büyük ilgi gösterdi ve onu evinde ağırladı.

Türkiye’ye gitmek isteyen Sindî’yi Rus ve Türk resmî makamları 1923 yılı Ağustosunda gizlice Ankara’ya ulaştırdılar. Burada İsmet Paşa ile görüştü. Mustafa Kemal ile de görüştüğü ve onun Hindistan ve Afganistan’daki müslümanların faaliyetleri olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulamayacağını söylediği belirtilmektedir (Abdullah Legārî, s. 63-64). Ubeydullah es-Sindî daha sonra İstanbul’a geçti ve Aksaray Horhor’daki Hindîler Tekkesi’nde kaldı (, XVIII, 68). Türkler’in uluslararası bir İslâm üniversitesi açmasını ve İslâm âlemine yeniden öncülük yapmasını istiyordu. Ancak bu maksatla görüştüğü Terakkîperver Cumhuriyet Fırkası’nın yöneticileri Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa onun düşüncelerine destek veremeyeceklerini söylediler (İfâdât u Melfûẓât, s. 54-56). İstanbul’da ülkesiyle ilgili çalışmalarını da sürdüren Sindî bir program geliştirdi; adına Federal Hindistan Cumhuriyetleri Anayasası (The Constitution of the Federated Republics of India) dediği programı 1924’te Urduca bastırıp Hindistan’a ulaştırmaya çalıştı. Ancak İngiliz hükümetinin sıkı takibi yüzünden başarılı olamadı.

Ubeydullah es-Sindî, Haziran 1926’da İstanbul’dan ayrılarak İtalya ve İsviçre’ye gitti. Maksadı o yıl hac mevsiminde Mekke’de düzenlenecek İslâm Konferansı’na katılmaktı, fakat Mekke’ye hac günlerinden sonra ulaşabildi. Burada yaşadığı on üç yıl boyunca zamanını öğretimle geçirdi; hadis ilmine dair bazı kaynaklarla usûl-i fıkıh, fıkıh, tefsir ve Hindistan tarihine dair kitaplar okuttu. Harem-i şerif’te ders verirken Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin Ḥüccetullāhi’l-bâliġa’sına, el-Muvaṭṭaʾ şerhlerine ve diğer kitaplarına öncelik verdi. 1939’da Hindistan’a döndü. Bir süre hocası Şeyhülhind tarafından kurulan Câmia Milliyye İslâmiyye’de ders okuttu. Diyûbendî ekolü yönetiminde gerçekleştirilen Cem‘iyyet-i Ulemâ-yi Hind’in toplantılarına katıldı. 22 Ağustos 1944’te Bahâvelpûr’a bağlı Dînpûr kasabasında öldü ve burada defnedildi. Medrese eğitimi almasının yanında felsefe, tarih ve siyasetle de ilgilenen Ubeydullah es-Sindî kendini iyi yetiştirmiş, farklı hocalardan aldığı eğitim kişiliğinin gelişmesini sağlamıştır. Ancak onun üzerinde en çok Şah Veliyyullah ed-Dihlevî ile Şeyhülhind’in etkisi görülmektedir. Kādirî ve Müceddidî geleneğine göre tasavvufta ilerlemiş, tarikat âdâbını telkin etme derecesine kadar ulaşmış, şeyhi ona halifeliğini tescil maksadıyla cübbe giydirmiştir (a.g.e., s. 16-18).

Ubeydullah es-Sindî, önemli tefsirleri okuyup incelemiş olmasına rağmen eğer Şeyhülhind’den ve Nânevtevî’den yararlanmasaydı Kur’an’ı anlama hususunda eski müfessirlerin kendisini hayal kırıklığına uğratacağını belirtmiştir. Ona göre usûl-i fıkıh âlimleri kendi alanlarını sadece ahkâm âyetleriyle sınırlı tuttukları için Kur’an tefsirini kıssacıların, vâizlerin ve efsane düşkünlerinin ellerine terketmiştir (Şâh Veliyyullāh aôr Un kâ Felsefe, s. 45). Sindî, Cenâb-ı Hakk’ın müteşâbih âyetlerin bilgisini sırf kendine has kılmadığını, en azından Hz. Peygamber’le Cebrâil’i de bu bilgiyle donattığını söyler. Müteşâbihatı Resûl-i Ekrem ve Cebrâil’in yanında âlimlerin de bilmesi ve te’vil etmesi mümkündür (a.g.e., s. 64-66).

Son yüzyılda Hindistan’daki aydınların büyük bir kısmı siyasî, fikrî dalgalanmalar ve sıkıntılar yaşamış, bir yandan alt kıtada bin yıldır devam eden köklü bir İslâmî geçmişle, öte yandan hıristiyan Britanya Krallığı vâkıasıyla karşı karşıya gelmişlerdir. Sindî, İngiliz yönetiminin uzun süre Hindistan’da kalamayacağına inanmakla birlikte Hindu faktöründen dolayı geleceğe yönelik bazı endişeler taşıyordu. Zira önceden yönetimde söz sahibi olmayan Hindular artık güçlenmiş ve yönetimi üstlenebilecek bir seviyeye ulaşmıştır. Bu sebeple Hindistan’da ayrı bir devlet kurulması yerine federatif bir yapı önermiştir. Bu noktada Gandi’yi de eleştirmiş, onu millî birlik adına Hindu sistemini yeniden ihya etmeye çabalamakla ve sekiz asırdır bu topraklarda yeni bir anlayışın, yeni bir dilin ve medeniyetin ortaya çıktığını görememekle suçlamıştır (Ekberâbâdî, s. 39-40). Ubeydullah es-Sindî’ye göre Kureyş’in ve Araplar’ın üstünlüğü, hak ediş temeli üzerine olup ırk temeli üzerine değildir. Bu sebeple hak eden her müslüman gücün hilâfeti üstlenebileceğini, dolayısıyla Osmanlılar’ın hilâfetinin de meşrû olduğunu söyler. Mekke’ye gittiğinde Osmanlı aleyhtarı Arap hareketini yeniden inceleme fırsatı bulmuş, çeşitli sebeplerle yeni Arap siyasetine meyledilmemesi gerektiği kanaatine varmıştır (et-Temhîd, s. 35-36, 48).

Sosyalizme ve komünizme meylettiği gerekçesiyle eleştirilen Sindî, Rusya’daki türden bir sosyalizmi/komünizmi asla benimsemez. Çünkü burada insanın ruhî yönü ihmal edilmiş, Allah sistemin dışında tutulmuştur. Kendisi ilk bakışta maddî unsurları itibariyle sosyalizme benzeyen, “sarva-rajya” (yönetimde herkesin söz sahibi olması) adını verdiği bir düşünce ortaya koymuş ve parti programı haline getirmiştir. Buna göre ülke toprakları hiç kimsenin öz malı olmayacak ve işleyebilen herkesin bir usul dahilinde işleme hakkı bulunacaktır. Fabrikalar işçi komiteleri tarafından idare edilecek, ekonomik kalkınma kooperatifler vasıtasıyla yürütülecek, kişilerde biriken fazla mal devletleştirilecek ve halka geri verilecektir. Ubeydullah es-Sindî, toprak politikası konusunda özellikle Hz. Ömer’in fethedilen İran toprakları için öngördüğü hukukî düzenlemeyi örnek alır (Aziz Ahmad, s. 195-207; Qureshi, s. 314-318; Ekberâbâdî, s. 187-192).

Eserleri. 1. Ẕâtî Daʾiri. Kendisiyle ilgili olarak uydurulan bir kısım söylentileri tashih etmek amacıyla Mekke’den ayrılmadan önce kaleme aldığı kısa hayat hikâyesidir (haz. Abdülkuddûs Kāsımî, Lahore 1946, 1947, 1997).

2. Ḳurʾân-ı Pâk kâ Muṭâliʿa Keysey Kiyâ Câʾey (Lahor 1961). Kur’an eğitimi üzerine olup How to Study the Qur’an adıyla İngilizce’ye çevrilmiştir (trc. Mukhtar Ahmed Hajano, Karaçi 1997).

3. Ḳurʾân-ı Kerîm kâ Muḳaddime aôr Sûre-i Fâtiḥa ki Tefsîr (Karaçi 2008).

4. İlḥâmü’r-raḥmân. Kur’an’ın ilk dört sûresinin tefsirini ihtiva eden eser Mûsâ Cârullah’ın isteğiyle 26 Temmuz 1937 – 13 Ocak 1938 arasında Mekke’de yapılan ve yine onun tarafından yazıya geçirilen Kur’an derslerinin kitap haline getirilmiş şeklidir (bk. bibl.).

5. el-Maḳāmü’l-maḥmûd. Sindî’nin Mekke’de Abdullah Legārî’ye imlâ ettiği Urduca Amme cüzü tefsiridir (Haydarâbâd-Sind 1959; Lahor, ts.; Ravalpindi 1995).

6. Mecmûʿa-i Tefâsîr-i İmâm Sindî (nşr. Beşîr Ahmed Ludhyânevî v.dğr., Karaçi 2009).

7. Qurʾânî Şuʿûr-i İnḳılâb (Lahor 1997).

8. et-Temhîd. Mekke’de Arapça olarak kaleme alınan bu çalışma müellifin temel eserlerinden biridir (bk. bibl.).

9. Şâh Veliyyullāh aôr Un ki Siyâsî Taḥrîk (haz. Muhammed Server, Lahor 1942, 1952, 1965).

10. Şâh Veliyyullāh aôr Un kâ Felsefe (bk. bibl.).

11. Taʿlîmât-ı Mevlânâ ʿUbeydullāh Sindî. 1938-1941 yılları arasında Muhammed Server’in Sindî’den aldığı bilgilerden oluşmaktadır (haz. Muhammed Server, Lahor 1943, 1955).

12. İfâdât u Melfûẓât. Sindî’nin çeşitli konulardaki görüşlerinin bir arada sunulduğu eser (bk. bibl.) Muhammed Server tarafından kaleme alınmışsa da muhteva itibariyle Sindî’ye ait olup sağlığında kendisine gösterilmiştir.

13. Kâbil meyn Sât Sâl: Oktobır 1915-1922, Ek Târîḫî Yâddaşt (Lahor 1955, 1976, 1987).

Sindî’nin bunların dışında hadis, tefsir, fıkıh ve dil ilimlerine dair yayımlanmamış şerh, hâşiye ve ta‘lik türü çalışmaları vardır (Suvâtî, s. 85-87; , XII, 985-986). Ayrıca Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin Ḥüccetullāhi’l-bâliġa’sını (Lahor 1950; Karaçi 2010) ve el-Ḫayrü’l-kes̱îr adlı kitabını (Lahore 1997) Urduca’ya çevirmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

Ubeydullah Sindî, et-Temhîd li-taʿrîfi eʾimmeti’t-tecdîd (trc. ve nşr. Gulâm Mustafa el-Kāsımî), Câmşûrû 1396/1976, tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. e-t.

a.mlf., Şâh Veliyyullāh aôr Un kâ Felsefe (haz. Muhammed Server), Lahor 1944, s. 45, 53, 64-66.

a.mlf., İlḥâmü’r-raḥmân fî tefsîri’l-Ḳurʾân ʿalâ uṣûli’l-İmâm Şâh Veliyyullāh ed-Dihlevî (nşr. Gulâm Mustafa el-Kāsımî), Karaçi, ts. (Beytü’l-hikme), Mûsâ Cârullah’ın girişi, I, 4-5; ayrıca bk. neşredenin yazısı, I, 334-335.

a.mlf., el-Maḳāmü’l-maḥmûd, Ravalpindi 1995, Müftî Saîdürrahman’ın takdimi, s. 1-7.

a.mlf., İfâdât u Melfûẓât-ı Ḥażreti Mevlânâ ʿUbeydullāh Sindî (haz. Muhammed Server), Lahor 2005, tür.yer.

, VIII, 303-308.

Aziz Ahmad, Islamic Modernism in India and Pakistan: 1857-1964, London 1970, s. 195-207.

Ishtiaq Husain Qureshi, Ulema in Politics, Karachi 1974, s. 249, 314-318.

Abdullah Legārî, ʿUbeydullāh Sindî ki Sergüzeşt-i Kâbil (haz. Gulâm Mustafa Han), İslâmâbâd 1980, tür.yer.

Münşî Abdurrahman Han, Miʿmârân-i Pâkistân, Lahor 1983, s. 259-286.

Abdülhamîd Suvâtî, Mevlânâ ʿUbeydullāh Sindî key ʿUlûm u Efkâr, Gujrânvâlâ 1990, s. 79-82, 85-92.

Saîd Ahmed Ekberâbâdî, Mevlânâ ʿUbeydullāh Sindî aôr Unkey Nâḳıd, Lahor 2005, tür.yer.

Detlev Khalid, “Ubayd-Allah Sindhi: Modern Interpretation of Muslim Universalism”, , VIII/2 (1969), s. 107.

M. Server v.dğr., “ʿUbeydullāh Sindî”, , XII, 984-986.

M. Baha Tanman, “Hindîler Tekkesi”, , XVIII, 68.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 27-29 numaralı sayfalarda yer almıştır.