ÂM

“Bir kullanımda sözlük anlamına uygun olarak bütün fertleri istisnasız bir şekilde kapsayan lafız” mânasına usûl-i fıkıh terimi.

Müellif:

Usulcüler İslâm hukukunun iki asıl kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’in lafızlarını dil kuralları yönünden etraflıca incelemiş ve metodolojik tasniflere tâbi tutmuşlardır. Bu tasniflerden biri de sözün vaz‘ (morfolojik yapı, sözlük anlamı ve kullanımı) yönünden kapsamı dikkate alınarak yapılanıdır. Buna göre Kur’an ve Sünnet’in lafızları âm, hâs, müşterek ve müevvel olmak üzere dörde ayrılır. Ancak Sadrüşşerîa ve onu takip eden Hanefî âlimler, ictihadın bir sonucu olması sebebiyle müevveli bu tasnifin dışında tutmuşlardır.

Âm lafız, lugat olarak kapsamına giren bütün fertleri herhangi bir ayırım ve özel anlatım olmaksızın içine alır. Bir lafzın âm oluşunu o dilin kaideleri belirlediği için Kur’an ve Sünnet’in lafızlarının umumilik ifade etmesi de Arapça’nın morfolojik ve gramatik yapısı ile yakından ilgilidir. Buna göre, başında kül (her) ve cemî (bütün) kelimeleri veya cins ifade eden lâm-ı ta‘rif bulunan lafızlar, cins isimleri, izâfetle mârife olan tekiller, sorular, ism-i mevsuller, şart isimleri, olumsuz cümledeki belirsiz (nekre) kelimeler ve benzerleri Arap dilinde umumilik ifade ederler. Meselâ “Allah alışverişi helâl, ribâyı haram kıldı” (el-Bakara 2/275) âyetindeki “alışveriş” (el-bey‘) kelimesi bütün alışveriş çeşitlerini içine alır.

Âm lafzın kullanılış itibariyle içine aldığı fertlerden bir kısmının dışarıda tutulmasına, yani şümulünün daraltılmasına tahsis denir. Kur’an ve Sünnet’teki bazı hükümlerin, bilhassa Allah’ın zât ve sıfatları ve iman esasları ile ilgili lafızların umum ifade ettiği açıktır. Ancak bazı lafızlar âm olsa da kendileriyle özel bir grup kastedilir. Meselâ haccın insanlara farz olduğunu bildiren âyetteki (Âl-i İmrân 3/97) “insanlar” lafzı ile sadece bununla mükellef olan kimselerin kastedildiği hususunda ihtilâf yoktur. Asıl tartışma konusu, kendisi ile umum mu husus mu kastedildiğine dair bir delil bulunmayan mutlak âm lafızların delâlet alanının ne olduğu meselesidir.

Tahsis edildiğine dair bir delil olmadıkça âm lafzın bütün fertlerine delâlet etmesi esas olmakla birlikte bu delâletin kuvvet derecesi ihtilâf konusu olmuştur. Mütekellimûn usulcülerin çoğunluğuna göre âm lafzın delâleti esas olarak zannîdir. Çünkü pek azı hariç tutulursa Kur’an ve Sünnet’in âm lafızları ekseriya tahsis edilmiştir. Bu bakımdan tahsis kuvvetli bir ihtimaldir. Hanefîler ile diğer bazı mütekellimûn usulcülere göre ise tahsis edilmediği müddetçe âm lafzın delâleti katidir. Tahsis edilme ihtimali delile dayanmadığından böyle bir ihtimalle âm lafzı gerçek mânasından uzaklaştırmak doğru değildir. Bunun için de âmmın delâleti başlangıçta katidir. Ancak tahsisten sonra geri kalan fertlerine delâleti zannî olur.

Bu ihtilâfın tabii neticesi olarak mütekellimûnden olan usulcülerin çoğunluğuna göre Kur’an’ın âm ifadeleri haber-i vâhid ve kıyas gibi zannî delillerle baştan tahsis edilebilir. Nitekim Kur’an’ın umum ifade eden birçok âyeti âhâd haberle ve kıyasla tahsis edilmiştir. Bu arada Mâlikîler, Kur’an’ın âm lafızlarını tahsis için, âhâd haberi kıyas veya Medine halkının amelinin (amel-i ehl-i Medîne) desteklemesi şartını ileri sürerler. Hanefîler’e göre ise âm lafzın delâleti kati olduğu için başlangıçta âhâd haber ve kıyasla tahsis edilmez. Ancak denk bir delille yani kati bir delille tahsis edilebilir. Fakat âm lafız bir defa tahsis edilince artık geri kalan fertlerine delâleti zannî olacağından, daha sonra âhâd haber ve kıyasla da tahsis edilebilir. Çoğunluğun delil olarak aldığı örneklerde ise Kur’an’ın âm lafzı ya önce başka kati bir delille tahsis edildikten sonra âhâd haberle tekrar tahsis edilmiş veya bu hadisler mütevâtir yahut meşhur hadis olduğu için tahsis mümkün olmuştur.

Lafzın umumi oluşunu sebebin hususi olması engellemez. Bu bakımdan münferit olaylar için nâzil veya vârit olmuş âm lafızlar da umum ifade ederler.

İslâm hukukunun fer‘î meselelerinde görülen ihtilâfların birçoğu, âm üzerindeki metodolojik farklılıklardan kaynaklanmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, I, 124, 125.

, I, 318 vd.

, II, 32 vd.

, II, 181 vd.

İbnü’l-Hâcib, Muḫtaṣarü’l-müntehâ, Bulak 1316-17, II, 99.

Zencânî, Taḫrîcü’l-fürûʿ ʿale’l-uṣûl (nşr. Muhammed Edîb Sâlih), Beyrut 1402/1982, s. 326 vd.

, s. 99.

Nesefî, Keşfü’l-esrâr ʿale’l-Menâr, Beyrut 1406/1986, I, 22.

, I, 80 vd.

Sadrüşşerîa, et-Tavżîḥ (et-Telvîḥ içinde), Kahire 1377/1957 ⟶ Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 32 vd.

Emîr Bâdişâh, Teysîrü’t-Taḥrîr, Kahire 1350-51/1932, I, 185 vd.

Muhammed b. Nizâmeddin el-Ensârî, Fevâtiḥu’r-raḥamût (el-Müstaṣfâ içinde), I, 255 vd.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1989 yılında İstanbul’da basılan 2. cildinde, 552-553 numaralı sayfalarda yer almıştır.