DEYN

Kişinin zimmetinde sabit olan borç anlamında fıkıh terimi.

Müellif:

Deyn sözlükte masdar olarak “ödünç almak, ödünç vermek, emir ve itaat altına almak, ceza veya mükâfatla mukabelede bulunmak”, isim olarak “ödünç, satılan malın bedeli (semen) ve hazırda bulunmayan şey” mânalarına gelir. Terim olarak da kişinin zimmetinde sabit olan borçları ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’de deyn kelimesi beş yerde (el-Bakara 2/282; en-Nisâ 4/11, 12 [üç defa]), hadislerde ise birçok defa (bk. , “dyn” md.) terim anlamında kullanılmıştır. Aynı kökten türeyen “borçlanmak” anlamındaki tedâyün masdarı da Kur’an’da bir defa geçmektedir (el-Bakara 2/282). Buna bağlı olarak alacaklıya dâyin borçluya medîn ve medyûn denir.

En geniş kapsamıyla deyni “zimmette sabit olan şey” diye tarif etmek mümkündür. Mecelle’de de (md. 158) bu tanım yapılmış olmakla birlikte daha sonra verilen örneklerde Hanefîler’deki hâkim anlayışa uygun olarak deynin kapsamı daraltılmıştır. Bu tarife göre zimmette sabit deynin malî-hukukî bir borç olması mümkün olduğu gibi başka bir borç olması da mümkündür. Bu anlamda kişinin ifa etmediği namaz, oruç, hac gibi dinî borçlar da deyn kapsamı içindedir. Nitekim hadiste tutulmayan oruç borcu için deyn kelimesi kullanılmıştır (Buhârî, “Ṣavm”, 43; Müslim, “Ṣıyâm”, 154, 155). Deyn kavramının anlaşılmasında zimmetin önemli bir yeri vardır. İslâm hukukçuları zimmeti, içinde borçların bulunduğu itibarî bir mekân olarak tanımlarlar. Bazı hukukçular ise sadece borçların değil hakların da bu itibarî mekân içinde yer aldığını kabul ederler. Buradaki borçtan kastedilen deyn borcudur (bk. ZİMMET).

Daha dar anlamda deyn, zimmette sabit olan ve alacaklıya ait bulunan malı ifade eder. Bu tanıma göre deyn semen, ücret, haraç, cizye, zekât, nafaka ve diyet gibi her türlü malî borcu kapsamına almakta, kılınmayan namaz, tutulmayan oruç gibi dinî borçları ise dışarıda bırakmaktadır. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerindeki hukukçuların çoğunluğuna göre deyni doğuran sebep önemli değildir. Ayn karşılığı doğan borç bu kapsamda değerlendirilebileceği gibi menfaat karşılığı doğan veya doğrudan İslâm hukukundan (kanun) kaynaklanan borçlar da deyn olarak değerlendirilir. Hanefîler ise bu tanımı daraltmakta ve deynin ancak ivazlı bir akidden, itlâftan ve karz akdinden doğabileceğini söylemektedirler. Karz da bir akid olduğuna göre deyn esas itibariyle akid ve itlâftan doğmaktadır. Nitekim İbn Âbidîn deynin sebebi olarak sadece bu ikisini zikreder (Reddü’l-muḥtâr, IV, 169). Hanefîler’in bu anlayışı zekât, diyet gibi farklı sebeplerden doğan borçları kapsam dışında bırakmaktadır. İslâm hukuk tarihinin ilk dönemlerinde en çok karşılaşılan borç kaynaklarının akidler ve itlâftan ibaret oluşu Hanefîler’in deyn görüşünü etkilemiş görünmektedir. Kadri Paşa, deynin kaynakları arasına gasbı da katarak bir anlamda itlâf dışındaki mala yönelik haksız fiillerden doğan borçları deynin kapsamına dahil etmiştir (Mürşidü’l-ḥayrân, md. 168).

En dar kapsamıyla deyn ödünç (karz) anlamına gelir. Ancak ödünç akdinde bağlayıcı bir vade öngörülmediği ve alacaklının talebi anında ödenmesi gerektiği için (a.g.e., md. 786) bazı hukukçular ödünç için deyn terimini kullanmamışlardır.

İslâm hukukçuları tarafından “zimmette sabit olan mal” şeklinde yapılan deyn tarifindeki “mal” ile itibarî (hükmî) mal kastedilmektedir. Çünkü hukukî ihtiyaçlar zimmetteki “şey”in mal sayılmasını gerektirmiştir. Deyn “zimmette sabit olan yani bir yer işgal eden hukukî vasıf” diye de tarif edilmiştir. Bu vasıf borcun ödenmesi anında gerçek mala dönüşmekte ve sahibi tarafından kabzedilmektedir. Mal kabul edilmesi de neticede kabza konu olması sebebiyledir. Bu vasfın, diğer bir ifadeyle bu itibarî malın, taraflarına göre iki ayrı konumu ve görüntüsü vardır: Alacak ve borç. Türkçe’de iki ayrı kelimeyle ifade edilen bu kavram Arapça’da deyn kelimesiyle karşılanmıştır. “Lehû deyn” alacağı var, “aleyhi deyn” borcu var demektir. Deyn aynı zamanda zimmetteki bu malın teslimini talep etmenin ve onu teslim etmenin de adıdır. Hanefî hukukçularından Hasîrî, “Deyn ma‘dûmdur, çünkü bir talep hakkından ibarettir” (Chafik Chehata, s. 243) sözüyle onu talep hakkı, Kâsânî de, “Deyn vâcip bir fiilin yani itibarî malı teslim işleminin adıdır” (Bedâʾiʿ, VII, 196) diyerek teslim borcu şeklinde tarif etmektedir. Kâsânî bir başka yerde deyni “fiilin veya zimmetteki itibarî bir malın adı” olarak tanımlar (a.g.e., VI, 67).

Zimmette sabit olan itibarî bir malı ifade eden deyn bir yönüyle aynın karşıtı olmaktadır. Ayn borcunda belli bir malın ödenmesi söz konusudur. Deyn borcunda ise belli bir malın değil aynı cins ve miktarda olan bir malın ödenmesi gerekmektedir. Şu halde deyn borcunun konusu mislî maldır. Çünkü ancak mislî mal söz konusu olduğunda aynı cins ve miktardan benzerinin ödenmesi mümkündür. Ancak bütün mislî mallar değil zimmette borç olanlar deyn borcunu oluşturur. Ortada mevcut ve ayrılmış olan mislî mal borcu bir ayn borcudur. Buna göre deyn ve ayn ayırımında ayırıcı unsur borcun zimmette teşekkül edip etmemesidir. Deyn borcu Roma hukukundaki cins (genus) borcu, ayn borcu da parça (species) borcuna benzemekteyse de bir borcun cins veya parça olmasını belirleyen esas unsur tarafların iradesi olduğu halde deyn ve ayn borçlarını belirleyen unsur iradeden bağımsız olarak malın objektif niteliğidir, diğer bir ifadeyle para ve mislî eşya borcu olmasıdır. Her ne kadar cins borcunun konusu çok defa mislî mal, parça borcunun konusu gayri mislî mal ise de taraflar mislî bir malı parça borcu, gayri mislî malı da cins borcunun konusu yapabilirler. Ancak İslâm hukukunda da selem ve istisnâ‘ gibi bazı akidlerde nitelik ve miktar olarak belirli esaslara bağlanan gayri mislî malların zimmette deyn olması kabul edilmiş, hatta sadece mehir borcu olmak üzere hayvanların da deyne konu olması geçerli sayılmıştır. Bu istisnaî örneklerde deyn Roma hukukundaki cins borcu kavramına yaklaşmış olur.

Deyn-ayn ayırımı, birtakım önemli hukukî sonuçları beraberinde getirmektedir. Deynin ibrâ ile düşüp aynın düşmemesi bunlardan biridir. İbrâ edilen deynin sonradan talep edilmesi mümkün değildir. Ayn borcunda ise ibrânın borcu düşürücü bir etkisi olmadığından gasbedilen bir aynın ibrâ edilmesi o malın iade borcunun düştüğü anlamına değil gasptan doğan tazmin borcunun düştüğü anlamına gelir. Mal sahibinin sonradan malını talep etmesi mümkündür ve bu talep gasbedilen malın iade edilmesini gerektirir (bk. İBRÂ). Aynı şekilde deyn borçlarının belirli şartlarda birbirleriyle takası mümkün iken bu işlem ayn borçlarında mümkün değildir (bk. TAKAS). Öte yandan deyn borçlarının kabzdan önce taksim edilmesi de söz konusu değildir. Bu sebeple müşterek bir borç için alacaklılardan birine yapılmış ödemeye diğer alacaklılar da hisseleri oranında ortaktırlar. Deyn borçlarında havâle câri olduğu halde ayn borçlarında câri olmaz. Çünkü havâle zimmetteki deynin bir başka zimmete nakledilmesidir (, md. 673). Ayn borcu zimmette sabit olan bir borç olmadığından başka bir zimmete nakledilmesi de mümkün değildir.

Deynin itibarî de olsa mal kabul edilmesi, sahibinin mülkiyetinde olup olmadığı tartışmasını gündeme getirmiştir. Bazı hukukçular deynin mal olmasına ağırlık vererek mülkiyete konu olmasını da kabul etmişlerdir. Onlara göre deynin borçluya hibesi mümkündür ve bu bir temlik işlemidir. Aynı şekilde müşterek borç alacaklılardan her birinin mülkiyetinde (şirket-i mülk) sayılmaktadır. Deynin alacaklının mülkiyetinde olduğunu ortaya koyan başka örnekler de vardır. Meselâ malının üçte birini vasiyet eden kimsenin bu vasiyeti, alacakları da mal varlığına dahil edilerek hesap edilir ve buna göre yerine getirilir. Azınlıkta kalan diğer bazı hukukçular ise malın itibarî olmasına ağırlık vermekte ve bu sebeple deynin alacaklının mülkiyetinde bulunmasını kabul etmemektedirler. Onlara göre deynin borçluya hibesi aslında borcun düşürülmesi işlemidir;buna hibe denilmesi ise mecazîdir. Bu sebepledir ki deynin borçludan başkasına hibe edilmesi veya ivazlı bir akde konu olması mümkün değildir. Alacağın bir üçüncü şahsa temlikinin mümkün olmaması da bu yüzdendir. Ancak alacağın üçüncü şahıslara havâle edilmesi mümkündür ve özellikle mukayyed havâle bazı hükümleri itibariyle alacağın temlikiyle büyük benzerlik göstermektedir (bk. BORÇ; HAVÂLE). Burada çoğunluğa ait görüşün daha haklı gerekçelere dayandığı söylenebilir. Deynin, istisnaları dışında temlik işlemlerine konu olmaması alacaklının mülkiyetinde bulunup bulunmamasıyla değil İslâm hukukunda mevcut olmayan malların akidlere konu edilmemesiyle ilgili olmalıdır.

Deynin zimmette bir borç olması, edası için borçlunun aracılığına ihtiyaç göstermektedir. Ayn borcunda ise böyle bir aracılığa ihtiyaç yoktur; meselâ gasbedilen mal kimde bulunursa ondan alınabilir. Ancak bu farklılık, İslâm hukukundaki deyn ve ayn ayırımının Roma hukukundaki şahsî borç – aynî borç ayırımıyla aynı olduğu sonucunu doğurmaz. Gerçi şahsî borçta da ödeme için borçlunun aracılığına ihtiyaç vardır. Fakat deyn şahsî borçtan daha dar bir kavramdır. Belli bir malın teslim borcu şahsî borç içinde mütalaa edildiği halde bu İslâm hukuku açısından deyn değil ayn borcudur. Böylece ayn kavramı Roma hukukunda ve bu hukukun etkisinde kalan diğer hukuk sistemlerindeki aynî hak kavramından daha geniş olmakta, hem bu hakları hem de belli bir malın teslimi demek olan ve şahsî haklar içinde yer alan ayn ile borçlanmayı (iltizâm bi’l-ayn) içine almaktadır.

Deyn ödenmekle veya borcu düşüren diğer sebeplerden birinin ortaya çıkmasıyla sona erer (bu sebepler için bk. BORÇ). Her ne kadar genelde deyn borcunda ödeme borçlunun zimmetini temizlemediği, sadece alacaklının zimmetinde borçluya ait bir hükmî mal yani mukabil bir deyn meydana getirdiği, böylece iki zimmetteki karşılıklı deynlerin takas hakkı doğurup karşılıklı talep edilmeyi önlediği ifade edilmişse de (İbn Nüceym, s. 314) İbn Teymiyye başta olmak üzere bazı hukukçular haklı olarak bu tür bir takas işlemini devreye sokmanın gereksiz bir zorlama olduğunu ve ödeme ile borcun doğrudan doğruya düştüğünü söylemektedirler.


BİBLİYOGRAFYA

, “dyn” md., XIII, 167.

, “ed-deynü’ṣ-ṣaḥîḥ” md.

, “deyn” md., s. 502-503.

, “dyn” md.

Buhârî, “Ṣavm”, 43.

Müslim, “Ṣıyâm”, 154, 155.

, VI, 67; VII, 196.

Karâfî, el-Furûḳ, Kahire 1347 → Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), II, 133-136.

İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-neẓâʾir (nşr. Muhammed Mutî‘ el-Hâfız), Dımaşk 1403/1983, s. 314-319, 421-436.

, IV, 169.

Kadri Paşa, Mürşidü’l-ḥayrân, md. 168-251, 786.

, md. 158, 673, 1091-1112.

, I, 9-26.

, I, 244-245.

, III, 71-72, 167-181.

Chafik Chehata, Théorie générale de l’obligation en droit musulman hanéfite, Paris 1969, s. 170-176, 243-244.

Subhî Mahmesânî, en-Naẓariyyetü’l-ʿâmme li’l-mûcebât ve’l-ʿuḳūd, Beyrut 1983, s. 28-30.

Ali el-Hafîf, el-Milkiyye fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Beyrut 1990, s. 164-179.

Nezih Kemal Hammâd, “Ḥaḳīḳatü’d-deyn ve esbâbü s̱übûtih”, Mecelletü’l-baḥs̱i’l-ʿilmî ve’t-türâs̱i’l-İslâmî, IV, Mekke 1401/1981, s. 11-39.

A. M. Delcambre, “Dayn”, , s. 207.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 266-268 numaralı sayfalarda yer almıştır.