EZHER

Kahire’de, İslâm dünyasının halen yaşamakta olan en eski dinî eğitim kurumu durumundaki cami ve etrafındaki külliye.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: MUSTAFA İSMET UZUNBölüme Git
    1. Mimari. a) Fâtımî Dönemi. Zamanla Mısır’ın Fâtımîler’den itibaren bütün dönemlerine ait farklı mimari üslûplarını bir arada sergiler hale gelen ilk…
  • 2/2Müellif: SAÎD ABDÜLFETTÂH ÂŞÛRBölüme Git
    2. Eğitim Öğretim ve Sosyal Hayat. a) Fâtımî Dönemi. Ezher Camii’nde yapılan ibadetlerde Fâtımî halifeleri, belirli özellikleri ve protokolleri olan b…

Müellif:

1. Mimari. a) Fâtımî Dönemi. Zamanla Mısır’ın Fâtımîler’den itibaren bütün dönemlerine ait farklı mimari üslûplarını bir arada sergiler hale gelen ilk bina, Halife Muiz-Lidînillâh’ın emriyle, Fustat’ı zaptederek yakınına Kahire’yi kuran veziri ve kumandanı Cevher es-Sıkıllî (es-Saklebî) tarafından şehrin cuma camii olarak yaptırılmıştır. İnşaatın Cemâziyelevvel 359’da (Mart 970) başlayıp Ramazan 361’de (Haziran 972) bittiği ve ayın ilk cuma namazıyla (7 Ramazan / 22 Haziran) ibadete açıldığı bilinmektedir. Makrizî’nin de metnini verdiği mihrap üstü kubbesinin kasnağında bulunan kitâbesi XX. yüzyılın başlarında kaybolmuştur. İlk devir kaynaklarına adı Musalla’l-Kāhire ve Câmiu’l-Kāhire şeklinde geçen camiye daha sonraki yıllarda verilen “Ezher” (çok parlak, çok güzel) adının Şiî Fâtımîler tarafından, bu kelimenin müennesi olan Hz. Fâtıma’nın “Zehra” lakabından esinlenerek konulmuş olabileceği ileri sürülmektedir. Yine Fâtımîler döneminde camiye onun adıyla anılan bir de maksûre eklenmiş olmasının bu fikri güçlendirdiği söylenebilir.

Yeni inşa edildiğinde halen mevcut bulunandan daha küçük olan yapı, açık bir avlunun çevresinde yer alan kıble yönündeki ana ibadet mekânı ile iki taraflı revaklardan ibaretti ve yuvarlak revak kemerleri korint başlıklı devşirme sütunlar tarafından taşınıyordu. İbadet mekânı kıble duvarına paralel beş nef ile onları dikine keserek mihraba doğru uzanan ve biraz daha yüksekçe olan bir orta neften meydana geliyordu. Biri mihrap üzerinde, diğer ikisi kıble duvarının köşelerinde olmak üzere günümüzde hiçbir izi kalmayan üç kubbesi bulunmaktaydı. Avlunun iki yanındaki revakların her biri de üç kubbe ile örtülmüştü ve bunları taşıyan kemerlerin içteki ikisi mermer sütunlara, avluya bakan en dıştaki ise dikdörtgen kesitli kesme taş pâyelere oturuyordu. Cami avlusunun ortasına açılan ana kapının üstüne oturtulmuş tuğladan bir minaresi vardı. Bu ilk yapıdan sadece revaklarla mihrap ve mihrap kemerinin üst kısmını çevreleyen alçı süslemelerin bir kısmı ve kuzey duvarındaki birkaç pencere kafesi korunabilmiştir. 1933 yılına kadar Memlük devrine ait nakışlı ahşap bir kaplamayla kapatılmış olan bu orijinal mihrabın alt kısmı renkli mermerden yapılmış, üst kısmı Endülüs tarzında alçı kabartma motiflerle bezenmiştir. Özellikle iki yanı sütunçeli mihrap nişinin iç ve dış yüzünde yer alan kûfî hatla yazılmış âyetlerle bunları çevreleyen ve duvar sathını kaplayan bitkisel ve geometrik motifli süslemeler, devrin karakteristik tezyinat anlayışının değerli örnekleri arasındadır. Bu devirde camide, cuma günleri tekerlekleri üzerinde çekilerek mihrap yakınındaki yerine getirilen ve namazdan sonra hücresinde muhafaza edilen ahşap bir minberin kullanıldığından bahsedilmektedir (Muhammed el-Behî, s. 126).

Camideki kayda değer ilk tamirat üçüncü Fâtımî Halifesi Hâkim-Biemrillâh tarafından yaptırılmıştır (1009). Halife minare ile birlikte yapının bazı bölümlerini yeniletmiş, ayrıca camiye iki büyük şamdanla ramazan geceleri yakılmak üzere on yedi gümüş kandil vakfetmiştir. Bu dönemden de geriye yalnızca halen Kahire’deki Methafü’l-fenni’l-İslâmî’de korunan, üzerine kûfî hatla halifenin adı yazılmış 3,20 m. yüksekliğinde iki kanatlı ahşap kündekârî bir kapı kalmıştır. 519’da (1125) yedinci halife Âmir-Biahkâmillâh’ın yaptırdığı seyyar ahşap mihrap da caminin ilk dönemlerinden kalan eserler arasında özellik arzeden değerli bir mimari unsur olarak yine Methafü’l-fenni’l-İslâmî’de saklanmaktadır. Birbirine geçme ahşap parçalardan meydana gelen bu mihrap geometrik ve bitkisel desenli oymalarla tezyin edilmiş ve üst kısmına da Bakara sûresinin 239. âyetiyle yaptıran için bir duayı ve 519 tarihini ihtiva eden kûfî yazılar işlenmiştir.

Fâtımîler devrinde Ezher’de görülen en önemli inşa faaliyetlerinden biri, Hâfız-Lidînillâh tarafından caminin batı kapısı yakınına günümüze ulaşmayan Fâtımatüzzehrâ maksûresinin yaptırılmasıdır. Bundan daha önemlisi ise aynı halifenin binaya, avluyu dört taraftan kuşatan yeni revaklarla orta nefin baş tarafına oturtulan ve içinde kûfî hatla yazılmış çeşitli âyetlerin yer aldığı, devrin alçı işçiliğinin çok güzel bir örneğini günümüze taşıyan nakışlarla süslü bir kubbe ilâve ettirmesi olmuştur.

b) Eyyûbî Dönemi. Fâtımîler zamanında altın çağını yaşayan ve onların Şiî-Bâtınî inançlarının yayılmasına yardım eden bir eğitim kurumu olarak çeşitli vakıf ve imkânlarla desteklenip geliştirilen ve bu bakımdan ayrı bir önem kazanan Ezher Camii, Fâtımîler’in yıkılmasından sonra (1171) Sünnî Eyyûbîler zamanında (1171-1252) ihmal edilmiş görünmektedir. Selâhaddîn-i Eyyûbî burada cuma namazı kılınmasını yasaklamış (aş.bk.), ayrıca Mısır’ın diğer camilerinde yaptığı gibi kubbesinde mevcut 5000 dirhem gümüş tutarındaki tezyinatı da söktürmüştür. Yine bu yıllarda geçirdiği yangın ve depremlerle harap olan caminin vakıflarının yağmalanması sebebiyle yeterince bakımı da yapılamamıştır.

c) Memlük Dönemi. Ezher yüzyıla yaklaşan bir ihmal devresinden sonra Sultan el-Melikü’z-Zâhir I. Baybars zamanında (1260-1277) yeniden eskiyi hatırlatan rağbet günlerine kavuştu. Yakınında oturan Emîr İzzeddin Aydemir el-Hillî cami ile ilgilenmeye başlayarak önce vakıflarının bir kısmını tekrar bağlattı; arkasından sultanın da yardımını sağlayarak kendi bütçesinden duvarlarını, direklerini, tavanını ve mahfilini tamir ettirip badanasını yaptırdı; ayrıca tabanını döşeterek halı ve yaygılarını tamamlattı. Sultanın nâibi Emîr Bilbek el-Hâzindâr ez-Zâhirî de Şâfiî fakihleri için özel bir maksûre ile camiye yeni bir minber yaptırdı; günümüze ulaşmayan bu ahşap minberin 10 Rebîülevvel 665 (9 Aralık 1266) tarihli kitâbesi halen Cezayir Müzesi’nde korunmaktadır. Caminin 1933’e kadar orijinal mihrabını örten nakışlı ahşap kaplama ile avlunun etrafında halen giriş kapısının iç cephesinde bir tek örneği kalmış bulunan ahşap balkonlar da (şürfe) bu devrin eseridir. Böylece geniş bir onarım gören cami, yeni minberin yapılmasından bir hafta sonra tekrar cuma namazına açıldı (18 Rebîülevvel 665 / 17 Aralık 1266). 702 (1303) yılında Kahire’de birçok binanın yıkılmasına yol açan büyük depremde Ezher de harap oldu ve Sultan Nâsır b. Muhammed Kalavun’un emriyle Emîr Sellâr’ın nezâreti altında tamir edildi; ayrıca camiye Mansûriyye denilen ve Mısır’daki bütünüyle taştan yapılmış ilk örneklerden olan bir minare eklendi.

Memlükler Dönemine Ait İlâve Binalar. Taybarsiyye Medresesi. Ezher’in bir külliye haline gelmesinde caminin etrafına inşa edilen medrese ve revak (aş.bk.) gibi çeşitli yapıların büyük rolü vardır. Caminin Ezher meydanına açılan ve Bâbülmüzeyyinîn denilen üzeri minareli ana kapısının sağında yer alan medrese, Nakîbülcüyûş Alâeddin Taybars el-Hâzindârî tarafından özellikle Şâfiî fıkhının okutulması için yaptırılmıştır; bânisine nisbetle Taybarsiyye adıyla anılır. İnşaatı 709’da (1309) bitirilen bu medrese ile Fâtımîler’den sonra binaya ilk büyük ilâve yapılmış olduğu gibi, o zamana kadar sadece camide yürütülen ve gittikçe artan eğitim faaliyetlerini karşılamak için de Ezher bünyesinde ayrı mekânlar yapma geleneği başlatılmış oldu. Medresenin dört pâye üzerine oturan kare planlı ana mekânının etrafında bir kütüphane, bânisinin üzeri kubbe ile örtülü türbesi ve öğrencilerle hocaların kalmaları için yapılmış odalarla halen kullanılmayan abdest alma yerleri ve helâlar bulunmaktadır. Taybarsiyye Medresesi, Ezher Külliyesi’nin en değerli mimari ve tezyinî unsurlarını ihtiva eden ve Memlük devrinin sanatta ulaştığı ileri merhaleyi gösteren en kıymetli bölümdür. Eski ve yeni birçok kaynak medresenin mermer işçiliğine ve tezyinatının mükemmelliğine dikkat çekmişler ve özellikle renkli mermerlerden yapılmış mihrabı ölçüleri, tezyinatı ve işçiliği bakımından bir şaheser olarak tanımlamışlardır (meselâ bk. Makrîzî, II, 383; Tâhâ el-Velî, s. 480). XIX. yüzyılda Osmanlılar zamanında Abdurrahman Kethüdâ tarafından yaptırılan esaslı tamirat sayesinde, sahip olduğu en değerli özellikleriyle günümüze ulaşan medresenin bir bölümü halen Ezher Kütüphanesi’ne, bir bölümü de yine Ezher bünyesinde faaliyet gösteren Lecnetü’l-fetvâ’ya tahsis edilmiş durumdadır. Kaynaklarda geçen, bugün de halk arasında yaşayan bir rivayete göre Taybars binanın inşası tamamlandıktan sonra kendisine sunulan hesap defterlerini suya atmış ve, “Allah için yaptığımız harcamalardan dolayı kimseyi hesaba çekmeyiz” diyerek hayır işlerindeki samimiyetini göstermiştir. Halkın inanışına göre onun bu davranışı da eserinin uzun ömürlü ve şerefli bir âbide olarak günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.

Akboğaviyye Medresesi. Bâbülmüzeyyinîn’in solunda bulunan medrese, buranın holüne açılan giriş kapısı üstündeki kitâbesine göre 739 (1338-39) yılında Emîr Alâeddin Akboğa Abdülvâhid tarafından Şâfiî ve Hanefî fıkhının okutulması için tanınmış mimar İbnü’s-Süyûfî’ye yaptırılmıştır. On iki sütunun taşıdığı, ortasında küçük bir kubbe bulunan devrin tezyinatına sahip ahşap bir çatıyla örtülmüştür. Kubbenin en üst kısmında bazı âyetlerle bunların altında, yapının bitiş tarihini Muharrem 740 (Temmuz 1339) olarak veren ve bânisinin adını taşıyan bir kitâbe bulunmaktadır. Medresenin camiye bitişik kıble duvarında, Taybarsiyye mihrabının benzeri bir renkli mermer mihrapla yanlarına açılmış iki pencere yer almaktadır. Sokağa bakan iki cephedeki üçer pencere ile aydınlanan bina 1896 yılından beri Ezher Kütüphanesi’nin ana bölümünü teşkil etmekte ve özellikle kitap sanatları bakımından kıymetli yazmaların da teşhir edildiği okuma salonu vazifesini görmektedir. Medresenin inşası sırasında yanına Sultan Nâsır Muhammed b. Kalavun tarafından babasınınki gibi tamamıyla taştan olan bir de minare yaptırılmıştır. Zamanla yıkılarak yok olmaya yüz tutan ve sadece Akboğaviyye revakı adıyla anılan medrese, yine Osmanlılar zamanında Abdurrahman Kethüdâ’nın gayretiyle ihya edilmiştir.

Cevheriyye Medresesi. Ezher’in bir külliye halinde gelişmesini tamamlayan mimari birimlerden biri de Cevheriyye Medresesi’dir. Sultan Eşref Barsbay’ın hazinedarı Cevher Kanıkbay tarafından yaptırıldığı için (844/1440) onun adıyla anılan bu küçük ve iki katlı medrese, Ezher’in Fâtımî devrine ait mihrabının solundaki küçük kapı (bâbüssır) yanından camiye bitişik olarak inşa edilmiştir. Alt katı, aralarını renkli mermerlerle tezyin edilerek döşenmiş küçük bir salonun ayırdığı dört eyvanla bânisinin türbesinden ve bazı odalardan meydana gelen yapının hocaların ikametine ayrılan üst katında da iki büyük ve birkaç küçük oda yer almaktadır. Biri cami içine açılan iki kapılı bina, alanının küçüklüğüne rağmen bir medresede bulunması gereken bütün bölümlere sahiptir. Özellikle renkli mermerlerden sanatkârane bir işçilikle yapılmış mihrabı, revzen-i menkūşları, oyma desenler ve fildişi, sedef kakmalarla bezenmiş, üst bölümleri yazılı abanoz ağacından kapı, pencere ve dolap kapakları en önemli mimari-tezyinî unsurlar olarak dikkat çeker. Kıble duvarının batısında yer alan zemini renkli mermerle döşenmiş kare şeklindeki oda medresenin bânisi Cevher Kanıkbay’ın türbesidir. Üstünü Kāsıdiyye Medresesi’nden sonra Mısır’daki en küçük taş kubbenin örttüğü türbenin en önemli özelliği kubbe dış yüzünün bitkisel motiflerle süslenmiş olmasıdır. Eyvanların ortasındaki ana sahnının üstünde ahşap tavanlı ve sekizgen kasnaklı bir kubbe bulunan medrese ufak çapta bazı onarımlar görmüş olmakla birlikte günümüze orijinal haliyle ulaşmıştır.

Memlükler Devrindeki Diğer İmar ve İnşa Faaliyetleri. Kaynaklarda Ezher’in, Sultan Nâsır Muhammed b. Kalavun’un üçüncü saltanatı dönemine rastlayan 725 (1325) yılında Kahire muhtesibi Kadı Necmeddin Muhammed b. Hüseyin el-İs’irdî tarafından kısmen yenilendiği kaydedilmekteyse de ayrıntılar hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kahire’de kendi adıyla anılan büyük bir medresenin de bânisi olan Sultan Hasan (1347-1361), Ezher civarında oturan emîrlerinden Sa‘deddin Beşîr el-Câmedâr vasıtasıyla binada büyük bir tamirat gerçekleştirmiştir. Önce cami içindeki sonradan yaptırılmış mahfil, maksûre ve odalar yıktırılıp duvar ve tavanlar tamir edilmiş, ayrıca ana kapının yanına bir sebil, onun üstüne de fakir ve yetim çocukların okutulması için bir mektep yapılmıştır. Bu tamirden sonra âdeta yenilenen caminin Sultan Zâhir Berkuk döneminde de kısa olan ana kapı üzerindeki tuğla minaresi yıkılarak yerine daha uzunu yapılmıştır (800/1397). Ancak bir süre sonra bu minare eğrildiği için tekrar yıkılıp yeniden ve bütünüyle taştan yapılmış (817/1414), on yıl sonra da aynı hatanın yine ortaya çıkması üzerine Sultan Eşref Barsbay’ın emriyle bir defa daha yenilenmiştir; bu sırada avluya da bir su sarnıcı yerleştirilmiştir. Sultan Eşref Kayıtbay ise 873 (1468-69) yılında, üzerinde bu minarenin de yer aldığı ana kapıyı bütünüyle yeniletmiş ve sağına kendi adıyla anılan bir minare yaptırmıştır. Kayıtbay ayrıca külliyeye bir abdesthane, fıskıyeli bir havuz, bir sebil ve bir mektep eklemiş, bu arada Revâku’ş-Şâm ve Revâku’l-Etrâk’i tesis ettiği gibi Revâku’l-Megāribe’yi de onartmıştır. Bir kitâbeden anlaşıldığına göre 900 (1494) yılında, Bursalı Hoca Mustafa b. Mahmûd adında bir Anadolu Türkü sultanın izniyle kendi kesesinden 15.000 dinar harcayarak camide esaslı bir tamirat yaptırmıştır. Memlükler’in son zamanlarında gerçekleştirilen bu geniş çaplı tamirler caminin korunmasında uzun süre etkili olmuştur. Bu dönemde külliyeye yapılan son ilâve, 915’te (1509) Kansu Gavri’nin Taybarsiyye Medresesi’nin cami avlusuna bakan cephesinin sağına diktirdiği Gavriyye minaresidir. Benzerlerine göre biraz daha iri gövdeli olan minare üç bölümlü, çifte şerefeli ve çift külâhlıdır. Ayrıca birinci ve ikinci bölümler arasına saç örgüsü şeklinde bir çifte merdiven yerleştirilmiştir. İnip çıkanların birbirlerini görmeden kullanabildikleri bu merdiven, İslâm mimarisinde pek az rastlanan bir uygulamanın ilk örneklerindendir.

d) Osmanlı Dönemi. Eski ve yeni müelliflerin hemen hepsinin verdikleri bilgilerden, Osmanlı döneminin Ezher Külliyesinin en parlak devirlerinden biri olduğunu çıkarmak mümkündür. Ancak özellikle bazı yeni araştırmacıların bu açık gerçeği hafife alan, hatta inkâra varan taraflı beyanlardan kaçınmadıkları görülmektedir. Meselâ Mısırlı çağdaş araştırmacılardan Suâd Mâhir, Mesâcidü Mıṣr adlı kitabında Mısır’ın Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle burada üç asır boyunca gelişmiş İslâm medeniyetine vurulan darbenin Moğollar’ın Abbâsî medeniyetine vurduğu darbeden daha ağır olduğunu söylemekte, arkasından da Türkler’in fethinin daha önce Mısır’da gelişen bu üç asırlık medeniyet nurunun söndürülmesi için yapıldığını, bunun Mısır’daki ilmî ve fikrî hayata akseden menfî tesirlerinden Ezher’in de pek ağır bir şekilde nasibini aldığını ilâve etmektedir (I, 169-170). Ancak Ezher’in Osmanlı devrinde nasıl gerilediğini delillendirip açıklayamayan yazar, birkaç sayfa sonra ise Osmanlı devrinde Ezher’in kültür hayatı bakımından ağır tahribata uğradığını, fakat bütün bunlara rağmen mimari bakımdan ihmal edilmediği gibi korunup yenilendiğini, hoca ve öğrencilerinin de özel ihtimam gördüğünü belirterek önceki beyanlarını âdeta yalanlamak durumuna düşmüş (a.g.e., I, 208), ardından da Osmanlı devrinde Ezher’de yaptırılan imar faaliyetlerini uzun uzun anlatmıştır (a.g.e., I, 208-213). Suâd Mâhir aynı tutarsız bilgileri, ifadesini dahi değiştirmeden on beş yıl sonra yayımladığı el-ʿİmâretü’l-İslâmiyye ʿalâ merri’l-ʿuṣûr (Cidde 1985) adlı kitabında da tekrarlamaktadır (I, 376-377, 406-407). Bütün bunların ilmîlikten ne kadar uzak ve indî fikirler olduğu, müellifin yukarıya nakledilen açıklamaları kadar Ezher hakkında müstakil ve hacimli eserler veren Muhammed el-Behî ve Tâhâ el-Velî gibi diğer Mısırlı araştırmacıların yazdıklarından da (bk. bibl.) anlaşılmaktadır. Ayrıca Osmanlı devrinde gerek binalarına gerekse hocalarıyla öğrencilerine karşı gösterilen ilgi ve sağlanan imkânlar sayesinde Mısır’daki ilmî ve fikrî hayatın en güçlü ve devamlı temsilcisi olduğu kabul edilen Ezher hakkında ileri sürülmüş bu çelişkili iddiaların kabul edilmesi ortaya konulan deliller açısından da mümkün değildir. Bu iddianın kaynağı olarak İbn İyâs’ın Bedâʾiʿu’z-zühûr adlı eserinde kaydettiği (V, 188), Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra oranın meşhur âlim, sanatkâr, tüccar ve devlet adamlarından, aileleri ve hizmetkârlarıyla birlikte sayıları bir rivayete göre 1800, bir rivayete göre daha az olan bir topluluğu İstanbul’a göndermesi hadisesi gösterilmektedir. Aynı konuya temas eden Muhammed Abdülmün‘im Hafâcî de bunu “Mısır ulemâ ve ekâbirinden yüzlercesinin nefyedilmesi” şeklinde kaydetmektedir ki (el-Ezher fî elf ʿâm, I, 118) bu da öncekiler gibi yanlış ve tarafgir bir değerlendirmedir. Halbuki müellifin verdiği kaynakta (Bedâʾiʿu’z-zühûr, V, 188 vd.) ulemâdan isimleri sayılanlar yirmiyi bulmamaktadır. Bu durum, İbn İyâs’ın da söylediği gibi Osmanlılar’ın fethettikleri her beldede asırlardır uyguladıkları bir usulün tabii neticesi olmakla birlikte hiçbir zaman bir şehri, bir müesseseyi harap edecek ve adına sürgün denilebilecek bir özellik göstermemiş, ayrıca bu âlimlerin çoğu İstanbul’da üç yıl gibi kısa bir süre kaldıktan sonra Kanûnî Sultan Süleyman zamanında çıkan bir fermanla geri dönmüşlerdir. Dolayısıyla bu yorumlar, birçok Mısırlı yazarın her fırsatta tekrarladığı Osmanlı Devleti aleyhindeki yanlış kanaatin bu vesileyle de açığa vurulmasından başka bir şey değildir.

Osmanlılar’ın Ezher’e gösterdikleri büyük ilgi, Kahire’nin 923’te (1517) Yavuz Sultan Selim’in eline geçmesiyle başlamıştır. İbn İyâs’ın kaydettiğine göre sultan ilk cuma namazını Ezher’de kılmış, şehirde kaldığı süre içinde sık sık burayı ziyaret ederek her gelişinde müesseseye de hoca ve öğrencilere de büyük meblağlar tutan ihsanlarda bulunmuştur. Osmanlılar zamanında Ezher’de gerçekleştirilen belli başlı tamir, bakım ve ilâve inşaat faaliyetleri şu şekilde özetlenebilir:

1004’te (1595) Mısır Valisi Şerif Mehmed Paşa caminin harap olan kısımlarını onarttı ve günümüzde de Kıbletü’l-bâşâ adıyla anılan mihrabı yaptırdı; ayrıca talebelerin yemek işlerini düzene koyup mutfak tahsisatını arttırdı. 1014’te (1605) Defterdar Hasan Paşa avluyu yeniden döşeterek Revâku’l-Yemen ve Sâdetü’l-Hanefiyye makamı denilen kısımları inşa ettirdi. Kahire’yi 1083 Saferinde (Haziran 1672) ziyaret eden Evliya Çelebi’nin külliyenin mimarisi ve burada yürütülen eğitim faaliyetleri hakkında verdiği ayrıntılı bilgilerden, Ezher’in o dönemde güçlü vakıfları sayesinde gayet bakımlı ve faal bir durumda olduğu ve şehrin en önemli ilim-ibadet merkezini teşkil ettiği anlaşılmaktadır. 1134 (1721-22) yılında vali İvaz oğlu İsmâil Bey caminin tavanını yeniletmiş, 1148’de de (1735) Emîr Osman Kethüdâ Ezher’in dışında, hâfızlığa çalışan âmâ öğrencilerin kalması için günümüze ulaşmayan Zâviyetü’l-umyân’ı yaptırıp Revâku’l-Etrâk ile Afganistan’dan gelen öğrencilerin kaldığı Revâku’s-Süleymâniyye’yi tamir ettirerek Revâku’ş-Şâm’ı genişletmiş ve külliyeye yeni gelirler bağlatmıştır. 1163’te (1750) Mısır Valisi Kör Ahmed Paşa da son zamanlarda Ezher Kütüphanesi’nde muhafaza altına alınmış olan iki adet güneş saati yaptırarak camiye hediye etmiştir.

Ezher’i mimari bakımdan inceleyen araştırmacılar buradaki bakım, onarım ve genişletme çalışmalarının en büyük çaplı olanının Kazdağlı Abdurrahman Kethüdâ tarafından yaptırılan çalışma olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Bu hayır sahibi devlet adamı 1167 (1753) yılında, caminin kapalı mekânını mihrabın arkasına doğru yaklaşık bir misli genişlettirmiştir. Elli mermer sütunun taşıdığı kemerler üzerine oturmuş ahşap tavanla örtülen bu yeni kısmın kıble duvarına ayrıca mermerden güzel bir mihrap yerleştirilmiş ve üzerine bir kubbe yapılmıştır. Mihrabın sağında da devrin ahşap işçiliğinin karakteristik özelliklerini taşıyan bir minber bulunmaktadır. Halen soldaki duvarda görülen, üzerinde sekizgen bir istif halinde kûfî hatla Allah, Muhammed ve aşere-i mübeşşere isimlerinin yazılı olduğu mermer levha ise bu ilâve kısma bitişik yaptırılan bâninin türbesinden alınıp daha sonraki bir tamirde buraya monte edilmiştir. Abdurrahman Kethüdâ’nın yaptırdığı mihrabın yakınında Mihrâbü’d-derdîr adıyla anılan bir ikincisi, onun yakınında da İdâretü hıfzı’l-âsâri’l-Arabiyye tarafından eski mihrabı örten ahşap kısımla bütünleştirmek için yaptırılmış bir üçüncüsü yer alır. Abdurrahman Kethüdâ’nın Ezher’in mimarisine kattığı önemli unsurlardan biri de caminin güney duvarıyla kıble duvarının kesiştiği köşeye yaptırdığı Bâbüssaâyide adıyla anılan ve Harrâtü Kettâme’ye açılan iki açıklıklı büyük kapıdır. Bu kapının kıble duvarına bitişik olan kısmına bir sarnıçla bir sebil yerleştirilmiş, bunun üzerine de yetim çocukların Kur’an öğrenmeleri için mermer sütunların taşıdığı kemerlere oturan bir mektep inşa edilmiştir. Böylece Ezher’in kıble duvarının sağında yer alan bu ikinci büyük kapıya da öteki gibi bir sebil-küttâb fonksiyonu kazandırılmıştır. Abdurrahman Kethüdâ ayrıca biri bu kapının yanına, diğeri kıble duvarının kuzeydoğusuna, mutfağa açıldığı için Bâbüşşürbe denilen yine kendisinin yaptırdığı kapının yanına iki minare inşa ettirmiş, böylece bütünüyle Osmanlı tarzında olan bu iki minare ile Ezher Külliyesi’nin o zamanki minare sayısını altıya çıkarmıştır.

Bâbüssaâyide’nin açıldığı genişçe holün alt kısmında Abdurrahman Kethüdâ’nın üstü kubbeyle örtülü, mermer mihraplı türbesi yer almaktadır. Binanın duvarları Hz. Peygamber’in hilyesine ait yazı ve nakışlarla süslü olup caminin içindeki aşere-i mübeşşerenin isimlerinden müteşekkil sekizgen istif de buradan götürülmüştür. Abdurrahman Kethüdâ’nın Ezher’deki imar faaliyetleri arasında, Mısır’ın Saîd bölgesinden gelen öğrenciler için Revâku’s-Saâyide, Mekke’den gelenler için Revâku’l-Mekkiyyîn ve Afrika’nın Çad bölgesinden gelenler için Revâku’t-Tekārine adları altında yaptırdığı üç de revak bulunmaktadır.

Abdurrahman Kethüdâ’nın külliyeye kazandırdığı en değerli mimari unsur, yapının taçkapısı özelliğine sahip olan çift açıklıklı Bâbülmüzeyyinîn’idir. Avluya açılan Fâtımî devri ana kapısının önündeki giriş holünün (rehbe) Ezher meydanına ulaşan dış kısmında, Taybarsiyye ve Akboğaviyye medreseleri arasına yaptırılan bu kapı, vaktiyle Ezher talebelerini tıraş etmek için orada sıralanan berberlerden dolayı “berberler kapısı” mânasına gelen bu adla anılmaktadır. Kapının önemli özelliklerinden biri kitâbesinin çok değişik tasarlanmış olmasıdır. En üstte sekiz bölümlü bir şerit içine Memlük üslûbunda celî sülüs hattıyla yazılmış sekiz beyitlik Arapça tarih manzumesi (metni için bk. el-Ezherü’ş-şerîf fî ʿîdihi’l-elfî, s. 153), bunun altına kabartma bir rozetin iki ana bölüme ayırdığı ve her birinin kenarlarını iki Osmanlı servisinin süslediği girift müsennâ bir istif içinde, “Accilû bi’s-salâti kable’l-fevt” (Namazı vakti geçmeden kılmakta acele ediniz) ve, “es-Salâtü imâdü’d-dîn” (Namaz dinin direğidir) ibareleri, köşelere de birer tûbâ ağacı yerleştirilerek bunların tamamı Memlük tarzı geçmelerle çerçevelenmiş ve böylece kitâbeye bir pano görünümü verilmiştir. Yazılar siyah zemin üzerinde altın yaldızlı, servi ağaçları yeşil, tûbâ ağaçları ise yeşil-kırmızı boyalıdır.

Kapı 1896’da esaslı bir onarım geçirmiş, ancak bu sırada üstündeki mekteple yanındaki minare yıktırılmıştır. Bu âbidevî kapı mevcut haliyle Kahire’deki taçkapılar arasında, Osmanlı ve Memlük mimari-tezyinî üslûplarını belli bir uyum içinde bir araya getiren tek örnek olarak büyük değer taşımaktadır.

Bundan sonraki dönemlerde Ezher’de yürütülen imar faaliyetlerinin, gerek duyuldukça mevcut binaların uygun yerlerine eklenen öğrenci revaklarının yapımı ve tamirler şeklinde olduğu görülmektedir. Meselâ 1795’te Vali İbrahim Bey es-Sagīr (el-Valî) Revâku’ş-şerâkut’u, Kavalalı Mehmed Ali Paşa da 1805’te Şeyh Muhammed Vedâa es-Sinnârî’nin teşvikiyle Sudan’dan gelen öğrenciler için Revâku’s-Sinnâriyye ile alt katındaki vakıf dükkânları yaptırmıştır. 1854’te Hidiv Said Paşa külliyede geniş çaplı bir tamire girişti ve bu sırada binaya sonradan Revâku’l-Hanefiyye adıyla anılan bölümü ekletti. Hidiv İsmâil Paşa Bâbüssaâyide’yi, Muhammed Tevfik Paşa ise Abdurrahman Kethüdâ’nın yaptırdığı revaklar başta olmak üzere bazı bölümleri restore ettirdi. Hidivler dönemindeki en geniş çaplı restorasyon Abbas Hilmi Paşa zamanında gerçekleştirilmiş ve bu sırada Ezher’e son büyük ilâve olan ve paşanın adıyla anılan Revâku’l-Abbâsiyye eklenmiştir. Bâbülmüzeyyinîn’in güneyindeki köşede yer alan ve bütün mimari unsurları ile Osmanlı üslûbunu yansıtan bu üç katlı, büyük binanın bugün ikinci ve üçüncü katlarında Mısır’ın çeşitli bölgelerinden gelenler için ayrılmış bölümlerle revir, eczahane, bazı idarî birimlerin büroları, Mısır müftüsünün makamı vb. bulunmaktadır. Alt katında ise içindeki on iki mermer sütun ve renkli mermer mihrapla dikkat çeken büyük bir salon vardır. Bu dönemde ayrıca külliyenin yağla aydınlatılmasına son verilerek havagazı sistemine geçilmiştir.

Ezher’in mimari unsurları içinde revak adı verilen, fakat avlunun çevresindeki normal revaklarla (portik) herhangi bir benzerliği olmayan yirmi dokuz adet birim bulunmaktadır (aş.bk.). Yukarıda bir kısmının adı geçen ve çoğu külliyenin batı cephesi boyunca sıralanmış olan bu üç katlı ve birbirine bağlı birimler tamamen öğrencilerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek planlarda inşa edilmişlerdir.

Ezher Külliyesi’nin tamir ve bakımı için yapılan çalışmalar krallık devrinde de sürdükten sonra 1952 yılındaki ihtilâli takiben cumhuriyete geçişle noktalanan siyasî hareketin ardından günümüze kadar gelmiştir. 1950’li yıllardan itibaren yeni dershanelerin öğretime açılması ile yavaş yavaş boşaltılan tarihî binalar bir süre bakımsız kalmışsa da 1980’li yıllarda başlayan ve günümüze kadar süren büyük onarımla hemen hemen tamamen eski hallerine kavuşturulmuştur.

Bugün Ezher, etrafında zamanla teşekkül etmiş on üç mahallenin (Hârâtü’l-Ezher) ortasında on üç mihrabı, biri yıkılmış altı minaresi, irili ufaklı dokuz kapısı, civarında yaptırılmış olan havuzlu altı hamamı, üç abdest alma mahalli, altı sarnıcı, ana yapısı etrafında yer alan üç müstakil medresesi ve yirmi dokuz revakı ile İslâm dünyasının 1000 yıldan beri görev yapan en eski öğretim kurumu ve en önemli külliyelerinden biri olarak geçirdiği eski canlı ve şaşaalı günlerini geride bırakmış ve daha çok ibadethâne hüviyetine dönmüş durumdadır.


BİBLİYOGRAFYA

, II, 383.

İbn İyâs, Bedâʾiʿu’z-zühûr, Kahire 1404, V, 178, 182-188 vd.

, X, 194-196.

Ali Paşa Mübârek, el-Ḫıṭaṭü’t-Tevfîḳıyye, Kahire 1980, IV, 29-60.

S. Flury, Die Ornamente der Hakim- und Ashar-Moschee: Materialien zur Geschichte der älteren Kunst des Islam, Heidelberg 1912.

Hasan Abdülvehhâb, Târîḫu’l-mesâcidi’l-es̱eriyye, Kahire 1946, s. 47.

K. A. C. Creswell, The Muslim Architecture of Egypt, Oxford 1952-60, I, 36-64, Iv. 4-14.

Muhammed el-Behî, el-Ezher: târîḫuh ve teṭavvürüh, Kahire, ts. (Dârü’ş-Şa‘b), s. 116-173.

Suâd Mâhir Muhammed, Mesâcidü Mıṣr ve evliyâʾühe’ṣ-ṣâliḥûn, Kahire 1391/1971, I, 165-226.

a.mlf., el-ʿİmâretül İslâmiyye ʿalâ merri’l-ʿuṣûr, Cidde 1405/1985, I, 371-416.

el-Ezherü’ş-şerîf fî ʿîdihi’l-elfî, Kahire 1403/1983, s. 63-160.

D. Behrens-Abouseif, The Minarets of Cairo, Kahire 1985, s. 62-66.

Muhammed Abdülmün‘im Hafâcî, el-Ezher fî elf ʿâm, Beyrut 1408/1988, I, 19-126.

Tâhâ el-Velî, el-Mesâcid fi’l-İslâm, Beyrut 1409/1988, s. 471-557.

K. Vollers, “Ezher”, , IV, 433-434.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1995 yılında İstanbul’da basılan 12. cildinde, 53-58 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

2. Eğitim Öğretim ve Sosyal Hayat. a) Fâtımî Dönemi. Ezher Camii’nde yapılan ibadetlerde Fâtımî halifeleri, belirli özellikleri ve protokolleri olan bir topluluk içerisinde en önde bulunmaktaydılar. Fâtımî saltanatı boyunca bu cami, âdeta bir bayram havasında yapılan pek çok dinî kutlamanın merkezi oldu. Çeşitli halk kesimleri bu tür merasimlere katılmaya büyük bir istek duyduğu gibi bizzat Fâtımî halifeleri de bu törenlerde bulunmaya ve toplanan kalabalıkları görmeye hayli önem veriyorlardı. Bu dönemde yapılan dinî ihtifallerin en ünlüleri mevlid-i nebevî ile receb ve şâbanın başı ve ortalarına rastlayan “vekūd” gecelerinde düzenlenenlerdi. Bu vesilelerle kādılkudât ve dâi’d-duât, devlet erkânı, hatipler ve şairler toplanıyor, akşamları cami içinde ve çevresinde mum ve kandiller yakılıyor, yemek ve tatlı sunuluyor, altın buhurdanlıklar içinde tütsüler dolaştırılıyordu. Fâtımîler dönemi boyunca bu tür dinî merasimlerle sevinç gösterileri devam etti. Bu arada matem günü kabul edilen aşure günü geldiğinde Şiîler iş yerlerini kapatır, Ezher’de matem meclisi toplanır, şiirler okunurdu. Daha sonra 549’da (1154) Meşhed-i Hüseynî tamamlanınca bu merasimler orada yapılmaya başlandı. Kādılkudât haftanın belirli günlerinde görevini Ezher’de ifa eder, muhtesip ise hafta boyunca çalışmalarını sırayla Amr b. Âs ve Ezher camilerinde yürütürdü; önemli merasimlerle genel duyuru ve açıklamalar Ezher’de yapılırdı.

Fâtımî Devleti’nin ilk kuruluş yıllarından itibaren Ezher’in bir eğitim ve öğretim mekânı olarak değerlendirilmesi yoluna gidildi. Açılışının üzerinden henüz üç yıl geçmişken meşhur Şiî fakihi Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed en-Nu‘mân el-Kayrevânî, ölümüne kadar sürdüreceği kādılkudâtlık görevini yapmak üzere Ezher’e gelip yerleşti ve burada babası Muhammed Nu‘mân’ın el-İḫtiṣâr adlı fıkıh kitabını okutmaya başladı. Böylece ilk defa 365 (975) yılında gerçekleştirilen eğitim faaliyetlerine bu âlimin gayretleriyle devamlılık kazandırıldı. Onun ölümünden sonra Ezher’deki fıkıh eğitimi oğulları tarafından yürütüldü. 369’da (980) Vezir Ya‘kūb b. Killis de Şiî fıkhı üzerine tertip ettiği ve er-Risâletü’l-ʿAzîziyye adını verdiği kitabını okutmak için Ezher Camii’ni tercih etti. Ya‘kūb b. Killis bu tarihten itibaren Ezher’de görev yapmak üzere otuz yedi müderris görevlendirmiş ve bunlara maaş bağlamıştır. Yapılan çalışmaların bir kısmında edebiyat ve dil sahasına ağırlık verilmekle birlikte Ezher’deki ilmî faaliyetin başta gelen özelliği Şiîliğin ön planda tutulması idi. Halife Hâkim-Biemrillâh’ın teşebbüsüyle 395’te (1005) Dârülhikme kurulduktan sonra mezhepçiliği esas alan faaliyetlerin zayıfladığı görülür; bu durum fıkıh dışındaki konuların da araştırılmasına zemin hazırladı. Böylece edebiyat ve dil alanındaki çalışmalara ilâve olarak felsefe, tıp ve matematik gibi bazı aklî ilimler de derece derece gerek âlimlerin gerekse talebelerin ilgisini çekmeye başladı. Çok geçmeden burası zamanın bazı ünlü âlim ve ediplerinin toplandığı bir yer oldu. Bunlar arasında tarihçi Muhammed b. Abdullah el-Musabbihî, nahiv âlimi Ebü’l-Hasan Ali b. İbrâhim el-Havfî, hadis ve kıraat âlimi Ebü’l-Abbas Ahmed b. Hişâm el-Mısrî, muhaddis ve tarihçi Ebû Abdullah Muhammed b. Selâme el-Kudâî sayılabilir. Fâtımî halifelerinin Ezher’e gösterdikleri ihtimam ve masraflarının karşılanması için ayırdıkları bol tahsisat, üstlendiği davet görevini yerine getirmesi için itici bir güç oluşturuyordu. Makrîzî, aralarında Ezher’in de bulunduğu bazı dinî kurumların yararına kullanılmak üzere Kahire’deki birtakım tesislerin istimlâk edilmesine dair Halife Hâkim-Biemrillâh’ın emriyle düzenlenmiş bir vakıf belgesinin metnini vermektedir. Bu uygulama sonraki dönemlerde de devam etmiş, hem halifeler hem de bazı hayır severler Ezher’e pek çok emlâk vakfetmişlerdir. Bunun yanı sıra öğrenci ve hocalar için yapılan çeşitli aynî ve nakdî yardımlarda bir artış dikkati çekmektedir. Öte yandan caminin yakınlarında toplanan ve muhtemelen geceyi burada geçiren yoksullar da bu gibi bağışlardan nasip alıyorlardı. İbnü’l-Me’mûn, 517’de (1123) bir dinî gün münasebetiyle Ezher Camii ile Fustat’taki el-Câmiu’l-atîk’te fakirler için un ve helva dağıtıldığını zikreder. Ezher’in işlerini yürüten kimseye “müşrif” deniliyordu. Bu yetkili külliyenin umumi işlerine, vakıf mallarından gelen gelirlerin, bağış ve yardımların toplanmasına nezaret eder, ayrıca vakıf belgelerinde ve bağışta bulunanların tâlimatlarında belirtilen kayıtlara uygun olarak müderrisler, din görevlileri ve cami müştemilâtında oturan yoksullarla ilgili olanlar dahil harcamaların tamamını denetim altında bulundururdu. Hâkim-Biemrillâh’ın yaptırdığı Hâkim Camii ibadete açıldıktan sonra halife cuma hutbelerini önce burada, ertesi hafta Ezher’de ve daha sonra da sırasıyla Tolunoğlu ve Fustat (Amr b. Âs) camilerinde irad etmeye başladı. Daha sonra şartlar değişti ve hutbe yalnızca Ezher ve Hâkim camilerinde okunur oldu.

b) Eyyûbî Dönemi. Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından Mısır’da hâkimiyet kurulup Fâtımî hânedanının ortadan kaldırılması ve hutbenin Abbâsî halifesi adına okutulmasıyla Ezher için yeni bir devir başladı. Bu aynı zamanda Mısır’da pek derinlere kök salmamış bulunan Şiîliğin gerilemesi demekti. O dönemde Selâhaddîn-i Eyyûbî Şîa mezhebini ve merasimlerinin izlerini ülkeden silip atmak için seferber olmuştu. Ezher’i Mısır’daki Şiîliğin ve da‘vet faaliyetlerinin ana üssü olarak gördüğü için, yeni kādılkudât Sadreddin Abdülmelik b. Dirbâs’ın aynı şehirde iki ayrı cuma hutbesinin okunamayacağı yolundaki fetvasına dayanarak Ezher’de cuma namazı kılınmasını yasakladı ve burayı Sünnî bir eğitim merkezi haline getirdi. Selâhaddin devrinde Ezher’de ders veren müderrisler arasında, 587 (1191) yılında Mısır’a gelen Abdüllatîf el-Bağdâdî’nin de adına rastlanmaktadır (İbn Ebû Usaybia, II, 207). Camide cuma namazlarının tekrar başlaması 1266’da Memlük Sultanı I. Baybars’ın emriyle olmuştur. Eyyûbîler’in Şiî medreselerini siyasetten arındırıp sadece ilmî faaliyette bulunulan merkezler haline dönüştürme politikası Ezher’in önemini bir dereceye kadar azaltmışsa da burası yine şair Ömer İbnü’l-Fârız es-Sûfî ve İbn Hallikân gibi çeşitli Sünnî ilim adamları ve ediplerce aranan bir medrese olmaya devam etmiş, bir süre sonra da yeniden eski mevkiini ve şöhretini kazanmıştır.

c) Memlük Dönemi. Memlükler’in 648’den (1250) itibaren ortaya çıkışıyla birlikte Ezher’de de bir gelişme başlamış ve bu gelişme II. Baybars devrinde (1309-1310) zirveye ulaşmıştır. I. Baybars’ın nâibi Emîr Bilbek el-Hâzindâr ez-Zâhirî Ezher’in eski günlerine kavuşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu emîr, Şâfiî fıkhını öğretmek üzere bir araya getirilen bir grup âlim için yeni bir maksûre ve ayrıca büyük bir ahşap minber yaptırmıştır (yk.bk.). Bu arada bir hadis müderrisi ve Kur’an tilâvetiyle meşgul olacak yedi kāri için de bazı düzenlemelere girişilmiştir. 18 Rebîülevvel 665 (17 Aralık 1266) günü yapılan büyük bir merasimle Ezher yeniden cuma namazına açıldı ve böylece halkın gönlündeki seçkin mevkiini tekrar kazandı. Bu dönemde Ezher’deki ulemâ ve şeyhlere gösterilen saygının da dikkat çekecek ölçüde arttığı görülmektedir. Kalkaşendî, bu âlimlerden birinin önemli bir mevkiye gelişine dair sultan adına Dîvânü’l-inşâ’dan çıkarılan bir tayin emrinden söz etmekte ve bu emirde âlim hakkında çok hürmetkâr bir ifade kullanılması dikkati çekmektedir (Ṣubḥu’l-aʿşâ, II, 251). Devlet adamlarının Ezher’e önem vermeleri halk nazarındaki değerini arttırmış, burayı tekrar sâlih, âbid ve sûfîlerin toplandığı bir merkez haline getirmişti. Başka şehirlerden ve değişik ülkelerden Kahire’ye akın edenler arasında âlimler, tüccarlar, zanaatkârlar ve hatta sıradan insanlar mevcuttu. Bunlardan bir kısmı Ezher’de kalmış, bazıları da burayı ziyaret edip beldelerine dönmüşlerdi. Makrîzî, XV. yüzyılda Ezher’e gelip artık orada ikamet etmeye başlayanların (mücâvirûn) sayısının 750’yi bulduğunu belirtir. Aynı tarihçinin işaret ettiğine göre hali vakti yerinde olanlar Ezher Camii’nde ikamet eden ve eğitim görenlere çeşitli yardımlarda bulunur, para dağıtır, yemek hazırlatıp yollar, özellikle ekmek ve tatlı ikram ederlerdi; dinî gün ve bayramlarda bu yardımlar daha da artardı. Bir devlet adamı 877’de (1472) camide kalan yoksullara dağıtılmak üzere yemek dışında her gün 1200 ekmek tahsis etmişti. Bu gibi işlerle, adı “nâzır” olarak değiştirilen Fâtımîler’in müşrif dedikleri yetkili ilgileniyordu.

Ezher Memlükler zamanında yeniden canlanışıyla birlikte kamuoyunu etkileme yönünden de eski mevkiini kazandı. Saraya ait bildirilerle önemli haberler yine buranın minberinden halka duyuruluyordu. Cami şehirde çıkan karışıklıklar sırasında insanların sığındığı yer haline gelmişti; ülkede bir salgın hastalık baş gösterdiği, Nil taştığı veya fiyatlar aşırı yükseldiği zaman halk buraya koşup Allah’a dua ediyordu. Memlük sultanlarının ve emirlerinin gösterdikleri ihtimamın bir sonucu olarak vakıflardan ve hayır işlerinden gelen kaynakların çoğalması, bu müesseseyi faaliyeti yüzyıllarca sürecek dünyanın en büyük İslâmî ilimler merkezi durumuna getirmiştir. Buna tesir eden bir başka faktör de doğuda Moğollar’ın, Mağrib ve İspanya’da hıristiyanların baskılarından kaçan ilim adamlarının Mısır’a göç etmeleriydi. İslâm dünyasındaki âlimlerin birçoğu o dönemde Mısır’ı en huzurlu ve en güvenilir yer olarak gördüklerinden buraya geliyor ve hem bilgilerini geliştirmek hem de hocalık yapmak için çeşitli medrese ve camilere dağılıyorlardı. Bu dönemde faaliyetlerini Ezher’de yoğunlaştıran âlimlerin önde gelenlerini şöyle sıralamak mümkündür: İbn Haldûn, Muhammed el-Fâsî, Ebü’l-Abbas Ahmed el-Kalkaşendî, Makrîzî, Sehâvî, Celâleddin es-Süyûtî. Makrîzî’nin kaydettiğine göre onun zamanında Ezher Kur’an tilâveti, Kur’an ilimleri, fıkıh, hadis, tefsir ve dil bilimi öğretimi, vaaz ve zikir halkalarıyla önemli bir canlılık gösteriyordu. Her ilmin hocası caminin direklerinden birinin dibine yerleştirilmiş kürsüsüne oturuyor, kendisinden ders almak isteyenler de önünde halka oluşturuyordu.

d) Osmanlı Dönemi. 1517’de Osmanlılar Mısır’ı zaptedince buradaki mirası ve kültürü, özellikle İslâmî müesseseleri korumaya özen gösterdiler. Yavuz Sultan Selim’in bir kısmını İstanbul’a götürdüğü hocaların üç yıl sonra geri dönmesiyle (yk.bk.) Ezher dinî ve ilmî bakımdan yine öncü rolünü sürdürmeye başladı ve Osmanlı hâkimiyeti boyunca da bu durumunu korudu. Bu dönemde yöneticilerin ana dilleri Türkçe’yi kullandıkları zamanlarda Ezher, Mısır’da Arap dili ve edebiyatının muhafazası hususunda kayda değer bir rol oynamıştır. Osmanlılar Ezher’in oynadığı ilmî role müdahale etmekten kaçındıkları gibi malî kaynaklarına da dokunmamışlar ve onu her iki hususta da bağımsız bırakmışlardı. Bu dönemde yapılan yeniliklerin en önemlisi şeyhü’l-Ezherlik makamının ihdas edilişidir. Şeyhü’l-Ezher’in görevi, âlimlerle talebeleri ilgilendiren hemen her şeyi içine alacak şekilde dinî ve ilmî işlerle meşgul olmaktı; idarî ve malî işlerden ise yine nâzır sorumluydu. Osmanlılar Ezher’e karşı gösterdikleri saygının bir sonucu olarak şeyhin seçimini buradaki âlimlere bırakmışlardı. Ancak bu makam sonraları ruhanî ve zaman zaman siyasî bir liderlik haline gelecek ölçüde gittikçe artan bir önem kazanmış ve bundan dolayı farklı mezheplere mensup adaylar arasında büyük olaylara sebebiyet verecek bir rekabete yol açmıştır (Ezher şeyhleri hakkında geniş bilgi için bk. bibl., Meşyeḫatü’l-Ezher ve Şüyûḫu’l-Ezher adlı eserler).

Ezher’in önemli özelliklerinden birini, geçmişi Memlükler dönemine kadar uzanan revak sistemi teşkil eder. Revak aynı şehir, bölge veya ülkeden gelmiş öğrencilerin yerleştirilmesi için hazırlanmış bir tür yurt binasıdır. Bu sistem, ülke dışından gelenlerin güvenlik içinde çalışma ihtiyacının ve hemşerileriyle birlikte yaşama isteğinin tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Revak sisteminin yayılmasında hayır sahiplerinin yaptıkları yardımların ve vakfettikleri gelir kaynaklarının önemli bir yeri vardır. İlk önce Emîr Beşîr el-Câmedâr en-Nâsıriyye (ö. 761/1360), daha sonra da çeşitli kumandan ve devlet adamları revaklarda kalan öğrencilere yiyecek ve maaş tahsis etmişler, böylece yerleşen sistem zamanla çok büyük ilgi görmüş ve yaygınlık kazanmıştır. Revak sisteminin her yönüyle işleyen bir mekanizma haline gelmesi ancak Osmanlı hâkimiyeti sırasında gerçekleşti ve sistemin bu dönemde belli esaslara bağlanarak yeniden düzenlenip kurumlaştırılması, külliyenin bütün İslâm dünyasına hitap eden tam bir eğitim merkezi haline gelmesinde çok büyük rol oynadı. Nitekim Evliya Çelebi de revakları sayarken, “Cümle elli kavim revaklarda tâlib-i ilm vardır” diyerek İslâm âleminin her bölgesinden gelen 12.000 kadar talebenin burada hiçbir sıkıntı çekmeden ilimle meşgul olduklarına işaret eder. Bu revaklardan bir kısmı Mısırlı öğrencilere aitti ve bunlara Mısır’ın güney taraflarından (Saîd) gelenler için Revâku’s-Saâyide, Nil deltasının doğusundan gelenler için Revâku’ş-şarkāviyye, deltanın batısından gelenler için de Revâku’l-bihâriyye adı verilmişti. Revâku’ş-Şenvâniyye ve Revâku’l-Feşeniyye gibi bazı revaklar müstakil olarak yalnız birer şehre, Revâku’l-Hanefiyye veya Revâku’l-Hanâbile gibi adlar taşıyan bazıları da çeşitli mezheplere ayrılmıştı; bunların yanında körler için de ayrı bir revak bulunuyordu. Mısır dışından gelenlerin kaldıkları revakların en meşhurları Kuzey, Doğu, Orta ve Batı Afrikalılar’a, Şamlılar’a, Türkler’e, Hintliler’e, Habeşler’e, Hicazlılar’a ve Yemenliler’e ait olanlardı. Öğrenciler vakitlerini ibadetle öğrenim arasında bölünmüş olarak geçirirlerdi. Bunlar esas itibariyle hayır sahiplerinin tahsis ettiği aynî ve nakdî yardımlardan faydalanıyordu. Her revakın, içindeki grubun kendi aralarından seçtiği bir başkanı (şeyh) vardı. Başkanlar bütün işlerden sorumlu idi ve kendilerine revakla ilgili dosya ve belgeleri tutan, öğrencilerin isimlerini, geldikleri yerleri ve gıda tahsisatını kaydeden bir görevli (nakîb) yardım ediyordu. Revakların çeşitliliğiyle bunların temsil ettikleri şehir ve ülkelerin farklılığı, Ezher’in şöhretinin Çin’den Batı Afrika’ya kadar yayılmış olduğunu göstermektedir. 1954’te revak sistemi kaldırıldı ve ayrı bir mekânda Medînetü’l-buûsi’l-İslâmiyye adıyla modern öğrenci yurtları yapıldı (Revaklar hakkında geniş bilgi için bk. Abdülazîz Muhammed eş-Şinnâvî, II, 3-123).

Osmanlılar döneminde Ezher’in genel kabul gören bu önemli mevkii, vatan severliği öne çıkaran millî meselelerde de kayda değer bir rol oynamasını sağlamıştır. Bunun dikkat çeken bir örneği, 1798’de Mısır’ı istilâ eden Napolyon Bonapart’a karşı yürütülen mücadele sırasında görülmüştür. 20 Ekim 1798 günü Şeyh Muhammed es-Sâdât’ın önderliğinde Kahire’de Ezherli ulemânın başını çektiği dinî nitelikli bir halk ayaklanması başladı ve bu arada cami, saldırıya geçip burada yaşayan birçok insanı katleden Fransızlar’dan ciddi bir darbe yedi. Bonapart’ın kumandayı General Kleber’e bırakarak 1799’da Fransa’ya dönmesi üzerine Ezher hocalarının öncülüğündeki isyan yeniden hız kazandı. Ancak Fransız askerlerinin tarihî külliyeye zarar veren sorumsuz hareketlerinin yoğunlaşması üzerine Ezher kendi halkı tarafından terkedilmek suretiyle kapatıldı; dinî merasimlerle eğitim ve öğretim bir müddet askıya alındı ve cami 1801’de Fransız istilâsı sona erinceye kadar kapalı kaldı. Daha sonra Osmanlı Devleti yetkililerinin Ezher’in faaliyetlerini yeniden canlandırmaya başladığı, hatta Mısır’a gelen Sadrazam Yûsuf Ziyâ Paşa’nın revakları dolaşarak buralarda kalanlara caminin dinî ve siyasî niteliklerine yeniden kavuşacağı yolunda teminat verdiği görülmektedir. Fransız işgali sonrasında Vali Hüsrev Paşa’nın çıkardığı, Ezher ulemâsı ile talebelerine 300 ton (2000 irdeb) buğday dağıtılmasını öngören emirnâme de Osmanlı hükümetinin Ezher’e verdiği önemin bir işaretidir. Ezher bir asır sonra da İngiliz işgaline karşı yürütülen milliyetçi direnişin kalesi olmuş, 1916 ayaklanması bu caminin minberinden halka yapılan çağrılarla başlatılmıştır.

Halk sıkıntılı zamanlarında eskiden olduğu gibi yine Ezher’e koşuyordu. Diğer taraftan orada bulunan âlimlerin bir kısmı, Osmanlı-Memlük devri adıyla bilinen dönemde ve özellikle Osmanlılar’ın son yıllarında yöneticilere karşı direnen birer lider olarak tanınmışlardı. Memlük emîrler, halkın gönlünde Ezherli âlimlerin nasıl müstesna bir yer işgal ettiğini bildikleri için gerek birbirleriyle çatışmalarında gerekse yöneticilerle aralarında baş gösteren uyuşmazlıklar sırasında yardım ve destek sağlamak üzere onlara müracaat etme ihtiyacını duyuyorlardı. Kahire halkının taleplerini de Osmanlı yöneticilerine yine Ezher ulemâsı ulaştırıyordu. Vali Ahmed Hurşid Paşa’ya yönelik hoşnutsuzluklar iyice açığa vurulup 1805’te Şeyh Ömer Mekrem önderliğinde ona karşı isyan başlatıldığında paşanın görevden azli ve yönetimin Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya devri için hocalar topluca harekete geçmişler ve bunun üzerine III. Selim onların isteklerine boyun eğip Mehmed Ali’yi Mısır valisi tayin eden bir ferman çıkardığı gibi bir yıl sonra onun Selânik’e nakle karar verdiğinde de yine hocaların başvurusu üzerine yerinde bırakmıştır. Ancak daha sonra Mehmed Ali’nin ihtirası Ezher ulemâsı ile ters düşmesine yol açtı ve bu defa da hocalar keyfî tasarruflarından rahatsız olarak onunla mücadeleye giriştiler; bu muhalefet karşısında Mehmed Ali ulemâyı birbirine düşürme taktiğine başvurdu. Böylece Ezher’in siyasî rolünde bir gerileme başlamış, ayrıca Mehmed Ali’nin Avrupalı örneklere göre kurdurduğu yüksek okullar da ilmî hayattaki rolünün zayıflamasına ve işlevinin yalnız dinî alanla sınırlı kalmasına yol açmıştır. Öte yandan Ezher ulemâsı arasından modern akımları benimseyen ve bunları bir reform vasıtası olarak teşvik ve tatbik edenler de çıkmıştır. Bu âlimler arasında özellikle Şeyh Muhammed Ahmed el-Arûsî, Şeyh Hasan el-Attâr ve Şeyh Rifâa et-Tahtâvî dikkati çeker. Bu dönemde Ali Paşa Mübârek’in belirttiğine göre 1293’te (1876) Ezher’de çeşitli milliyet ve mezheplerden 10.780 öğrenci okuyordu. Bunların 5651’i Şâfiî, 3826’sı Mâlikî, 1278’i Hanefî ve 25’i Hanbelî idi. 325 hocadan 147’si Şâfiî, 98’i Mâlikî, 76’sı Hanefî, 3’ü Hanbelî mezhebine mensuptu.

Son iki asır boyunca Ezher hocalarıyla öğrencilerinin hayat standartlarını yükseltmek ve müfredatı yenilemek maksadıyla birtakım kanunlar çıkarıldı. Ezher’de ilk ıslah çalışmaları Hidiv İsmâil Paşa zamanında başladı ve Ezher şeyhi Muhammed el-Abbâsî’nin gayretleriyle 1287 (1871) yılında bir kanun çıkarıldı. Bu kanuna göre hocalar üç dereceye ayrılacak ve ilk derecedekiler özel kıyafet giyecekler, öğrenciler Ezher şeyhinin seçeceği altı kişilik bir komisyon önünde fıkıh, usul, tevhid, hadis, tefsir, nahiv, sarf, meânî, beyân, bedî, mantık derslerinden mezuniyet imtihanına gireceklerdi.

Ezher’deki ıslah hareketlerinde Muhammed Abduh’un büyük payı vardır. Abduh, önce Ezher şeyhi Muhammed el-İnbâbî’yi bazı modern derslerin programa alınması konusunda ikna etmeye çalışmış, fakat bunu başaramadığı gibi Hidiv Tevfik’ten de destek bulamamıştır. Daha sonra II. Abbas Hilmi iş başına geçince ona Ezher’de gerçekleştirilecek bir ıslahatın bütün İslâm âlemi için çok büyük bir hizmet olacağını anlatan bir rapor sundu ve kurumun ileri gelenlerini ikna ederek ıslahat için önemli bir adım attı. O sırada Şeyh Muhammed el-İnbâbî hastaydı ve ayrıca Ezherliler de onun idaresinden şikâyetçiydiler. Bu yüzden hükümet Hassûne en-Nevâvî’yi şeyhliğe vekil tayin etti. 17 Receb 1312’de (14 Ocak 1895) Ezher’in ıslahıyla ilgili kanun yayımlandı. Abduh’un arkadaşı olan ve onunla iş birliği yapan Hassûne’nin döneminde müfredat programına hesap, hendese, cebir, coğrafya, tarih ve hat gibi dersler konuldu ve eğitim süresi de on iki yıla çıkarıldı. Bu kanun Ezher’de öğretim faaliyetlerinin düzenlenmesi için atılmış ilk ciddi adımdı. Ezher’in idare meclisinde üye olan Abduh’un hazırladığı kanun tasarısının amacı idare meclisinin ve Ezher şeyhinin görev alanlarını tesbit etmek, öğrenci kayıt şartlarını, öğrenim süresini ve tatilleri, müfredat programlarını ve imtihanları belirlemekti. Bu maksatla 20 Muharrem 1314’te (1 Temmuz 1896) yeni bir kanun çıkarıldı. Ayrıca hidivin emriyle Abduh’un başkanlığında dâimî bir idarî komisyon kuruldu. Arkasından dersler ve revaklarla ilgili düzenlemeler yapıldı. Müfredat programında değişikliğe gidildi ve yeni dersler konuldu. Sağlık işlerine önem verildi. Hocaların maaşları yükseltildi; çalışma, tatil ve imtihan günleri belirlendi; idarî ıslahat yapıldı ve vakıf idaresinden Ezher’e ayrılan pay 4000 cüneyhten 14.750 cüneyhe çıkarıldı. Fakat başlangıçta ıslahatı desteklediği halde bu gelişmeleri aşırı bulan Hidiv Abbas Hilmi bazı çevreleri kışkırttı ve 1905’te Ezher şeyhi Hassûne ile Abduh görevlerinden istifa etmek zorunda kaldılar; ardından Abdurrahman eş-Şirbînî Ezher şeyhliğine tayin edildi. Yeni şeyh Ezher’in dinî eğitim maksadıyla kurulduğunu, dünyevî ilimlerle ilgisinin bulunmadığını ve kendisinden önce yapılanların bir cinayet olduğunu söyledi. Ancak şeyhlikte başarı gösteremedi ve ertesi yıl istifa etti; yerine de tekrar Hassûne getirildi.

1907 yılında Medresetü’l-kazâi’ş-şer‘î (hukuk fakültesi) açıldı. Dersler ve imtihanlarla ilgili olarak Hidiv Abbas Hilmi yeni bir kanun yayımladı. Buna göre Ezher’de sekiz yıl okuyanlar, şeyhü’l-Ezher’in başkanlığında üç âlim tarafından yapılacak imtihanda başarılı oldukları takdirde imam-hatiplik yapabilecekler, on iki yıl okuyanlar da altı âlim tarafından imtihan edildikten sonra Ezher’de ders verebilecek ve önemli görevler alabileceklerdi. Aynı kanunla Arapça öğretmenliği hakkı ise Dârü’l-ulûm ve Medresetü’l-kudât’tan mezun olanlara veriliyordu. Bu durum Ezherliler’i endişeye sevketti, çünkü bu kanunla onlar sadece imamlık ve hatiplik yapabileceklerdi. Ancak bu sırada Hassûne istifa etti, yerine ıslahat taraftarı olmayan Selîm el-Bişrî getirildi. 1329’da (1911) yeni bir kanun çıkarılarak eğitim süresi on beş ay daha uzatıldı ve modern dersler olduğu gibi bırakıldı. Bu kanun Ezher’le ilgili önemli bir merhale teşkil eder. Bununla öğretim birtakım kademelere ayrılmış ve müfredat programı yoğunlaştırılmıştır. Bu arada Meclisü’l-Ezheri’l-a‘lâ ile büyük âlimlerden oluşan bir ulemâ heyeti kurularak şeyhül-Ezher’in yetkileri azaltıldı. Ayrıca öğrencilerin kayıt kabul şartları, imtihanlar, cezalar ve diploma verilişi düzenlendi. 1911 kanunu ile Ezher’in itibarı arttı ve çeşitli enstitüler açıldı; 1917’de öğrenci sayısı 20.000’i geçti.

1342 (1923) yılında yayımlanan bir kanunla öğrenim süresi on altı yıla çıkarıldı. Fakat eğitim bakanlığı Ezher öğrencilerine görev vermediği için durumda iyileşme olmadı. 1347’de (1928) Abduh’un öğrencisi Muhammed Mustafa el-Merâgī Ezher şeyhi oldu. Muhaliflere aldırmadan kapsamlı bir ıslahat hareketi başlatarak Ezher’in kapılarını ilmî ve dinî ictihada açmak istediğini ilân etti. İlk iş olarak ictihadı dışlayıp taklidle yetinen âlimleri kınadı ve bütün derslerin bu ruhla verilebilmesi için yeni düzenlemeler yaptı. Ezher iki kısma ayrıldı; birinci kısım uzman ilim adamı, ikinci kısım gerekli dinî bilgileri edinmiş okur yazar vatandaş yetiştirmek içindi. Bu kısımlardan her birinin programı ve eğitim süresi yeniden ayarlandı.

1930’da Şeyhü’l-Ezher Muhammed el-Ahmedî ez-Zavâhirî’nin gayretiyle çıkarılan kanunla Ezher’e bağlı olarak Külliyyetü’ş-şerîa, Külliyyetü usûli’d-dîn ve Külliyyetü’l-lugati’l-Arabiyye adıyla üç fakülte kuruldu. Bu kanunla başka fakültelerin kuruluşuna da izin veriliyor ve öğretim ibtidâî (dört yıl), sânevî (beş yıl), âlî (adı geçen üç fakültede dört yıl) ve tahassus (yüksek lisans ve doktora) adlarıyla dört safhada düzenleniyordu. Bu arada Medresetü’l-kazâi’ş-şer‘î kapatıldı; Külliyyetü’ş-şerîa ile aynı fonksiyona sahip olduğu için Dârü’l-ulûm’un da kapatılması yoluna gidildi. Ayrıca Meclisü’l-Ezheri’l-a‘lâ’nın çıkarılacak kanun ve yönetmeliklerde söz sahibi olmasına imkân tanındı.

9 Muharrem 1381 (23 Haziran 1961) tarihinde daha önceki ıslahatı yeterli görmeyen Cumhurbaşkanı Abdünnâsır, meclis başkanına Ezher’deki düzenlemelerle ilgili özel bir kanun teklifi gönderdi ve teklif 22 Muharrem’de (6 Temmuz) kabul edildi. Bu yeni kanunla Ezher sadece dil ve din öğretimi veren bir kurum olmaktan çıkarılarak çeşitli ülkelerdeki modern üniversiteler gibi teşkilâtlandırıldı ve hemen arkasından İslâmî bilimler ve Arapça’nın yanı sıra mühendislik, makine, tıp ve ziraat fakülteleriyle sadece kızların devam ettiği fakülteler açıldı; diplomalar da lisans, yüksek lisans ve doktora gruplarına ayrıldı. Söz konusu kanunun 34. maddesi gereğince 1961-1962 öğretim yılında cumhurbaşkanının 1 numaralı kararı ile usûlü’d-dîn ve şeriat fakülteleri, 1962-1963 öğretim yılında da bunların kızlara ait bölümleri açıldı. Yine bu kanunda Arap asıllı bir tüzel kişiliğe sahip bulunduğu belirtilen Ezher’in üstlendiği millî görev tesbit edildikten sonra cumhurbaşkanının kararıyla bu kurumdan sorumlu bir bakan tayin edileceği, Ezher şeyhinin ise dinî konularda en büyük otorite olduğu açıklanmaktadır. Bu kanunla el-Meclisü’l-a‘lâ li’l-Ezher, Mecmau’l-buhûsi’l-İslâmiyye, İdâretü’s-sekāfe ve’l-buhûsü’l-İslâmiyye, Câmiatü’l-Ezher, el-Meâhidü’l-Ezheriyye adlı heyetlerin kurulması istenmiş ve bunların görev ve yetkileri belirlenmiştir.

1964’te Ezher Üniversitesi’ne ziraat, tıp, eczacılık, ticaret ve eğitim fakülteleriyle yabancı diller okulu ve gazetecilik enstitüsü gibi yeni birimler eklendi. Bu gelişmelerin ardından Medînetünnasr civarına ihtiyacı karşılayacak yeni binalar inşa edildi. 1991’de erkek öğrenciler için Kahire’de on dört, taşrada yirmi bir; kızlar için Kahire’de beş, taşrada dört olmak üzere toplam kırk dört fakülte vardı. 1990 yılında 711 profesör ve 834 doçentle birlikte öğretim elemanlarının sayısı 5316, toplam öğrenci sayısı da 81.108 idi. Aynı yıl 1703 kişi yüksek lisans, 1053 kişi de doktora yapmaktaydı. Yetmiş altı ülkeden gelen yabancı öğrenci sayısı ise 6398’e ulaşmıştı. Ezher’de eğitim ve öğretim şevval ayında ramazan bayramından sonra başlar, cemâziyelâhirin sonuna kadar devam eder. Receb, şâban ve ramazan ayları tatildir. Ayrıca kurban bayramında, mevlid-i nebî ve Mısır halkının çok saygı duyduğu mutasavvıf Seyyid Ahmed el-Bedevî’nin (ö. 675/1276) doğum günü tatil yapılır; hafta tatili ise perşembe öğleden sonra ve cuma günleridir.

Kuruluş yıllarından itibaren Ezher’de ders veren meşhur âlimlerden bazıları şunlardır: Kadı Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Nu‘mân, el-Emînü’l-Muhtâr Abdülmelik b. Muhammed el-Harrânî, Ebû Abdullah el-Kundâî, Hasan b. Hatîr el-Fârisî, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Hâşim el-Mısrî, Ebü’l-Hasan Tâhir b. Ahmed el-Mısrî, Ebû Abdullah Muhammed b. Berekât, Abdüllatîf el-Bağdâdî, yahudi tabip Mûsâ b. Meymûn, İbnü’l-Fârız, Ebü’l-Kāsım el-Menfelûtî, Şemseddin el-Atabekî, Sa‘deddin el-Hârisî, Cemâleddin el-Asyûtî, Şehâbeddin es-Sühreverdî, İbn Hallikân, Ali b. Yûsuf b. Cerîr el-Lahmî, Kıvâmüddin el-Kirmânî, Şemseddin el-İsfahânî, Şerefeddin el-Mâlikî, Muhammed b. Yûsuf b. Hayyân el-Gırnâtî, Takıyyüddin es-Sübkî, Kanber b. Abdullah eş-Şirvânî, İbnü’d-Demâminî, Fahr el-Bilbîsî, Makrîzî, İbn Hacer el-Askalânî, İbn Haldûn, Takıyyüddin el-Fâsî, Şemseddin el-Fenârî, Nûreddin Ali el-Buhayrî, Abdurrahman el-Münâvî, Şehâbeddin el-Kalyûbî, Cemâleddin el-Bâbilî, Şehâbeddin el-Makkarî, Muhammed b. Ahmed el-Haraşî, Şehâbeddin el-Birmâvî.

Mısır ve Arap dünyasının fikrî hayatında önemli rol oynayan bazı Ezherliler de şunlardır: Abdurrahman el-Cebertî, Rifâa b. Râfi‘ et-Tahtâvî, Muhammed Abduh, Sa‘d Zağlûl, Reşîd Rızâ, Abdullah Nedîm, Tâhâ Hüseyin, Mustafa Lutfî el-Menfelûtî, Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Ali Abdürrâzık, Muhammed Mustafa el-Merâgī.


BİBLİYOGRAFYA

Abdüllatîf el-Bağdâdî, el-İfâde ve’l-iʿtibâr, Kahire 1286, s. 20.

, II, 207.

, II, 251; III, 364.

, X, 195-196.

Aʿmâlü meclisi idâreti’l-Ezher, Kahire 1323.

Muhibbüddin Hatîb, el-Ezher: mâżîhi ve ḥâżıruh, Kahire 1345.

Abdülhamîd Yûnus – Osman Tevfîk, el-Ezher, Kahire 1946.

Mansûr Ali Receb, el-Ezher beyne’l-mâżî ve’l-ḥâżır, [baskı yeri yok] 1946 (Matbaatü’l-Muktatef ve’l-mukattam).

Mahmûd Ebü’l-Uyûn, el-Câmiʿu’l-Ezher, Kahire 1368/1949.

B. Dodge, al-Azhar: A Millennium of Muslim Learning, Washington 1961.

el-Ezher: târîḫuh ve teṭavvürüh, Kahire 1383/1964.

Ahmed Hasan el-Bâkūrî, el-Ezher beyne ḫalîfeti’l-Muʿiz ve Cemâl ʿAbdinnâṣır, Kahire 1964.

Muhammed el-Behî, el-Ezher ve’l-fikrü’l-muʿâṣır, Kahire 1955.

Afaf Lutfi al-Sayyid Marsot, “The Beginning of Modernization Among the Rectors of al-Azhar, 1798-1879”, Beginnings of Modernization in the Middle East the Nineteenth Century (ed. W. R. Polk – R. L. Chambers), Chicago 1968, s. 267-280.

Taḳvîmü Câmiʿati’l-Ezher fî erbaʿa senevât 1388-1392/1968-1972 (nşr. Dârü’l-maârif), Kahire 1972.

Saîd İsmâil Ali, el-Ezher ʿalâ mesraḥi’s-siyâseti’l-Mıṣriyye, Kahire 1974.

M. Celâl Kişk, Ve Deḫaleti’l-ḫaylü’l-Ezher, Kahire 1978.

Ali Abdülazîm, Meşyeḫatü’l-Ezher münẕü inşâʾihâ ḥatte’l-ân, Kahire 1399/1979, I-II.

İbrâhim Avadayn, ʿAlâ Ṭarîḳı’l-Ezher fî elf ʿam, Kahire 1402/1982.

el-Ezherü’ş-şerîf fî ʿîdihi’l-elfî, Kahire 1403/1983.

el-Ezher ve’l-İslâm, Kahire 1983.

Abdülazîz Muhammed eş-Şinnâvî, “Erviḳatü’l-Ezher”, Dirâsât fi’l-ḥaḍâreti’l-İslâmiyye, Kahire 1985, II, 3-123.

A. C. Eccel, Egypt, Islam an Social Change: al-Azhar in Conflict and Accommodation, Berlin 1984.

Yûsuf el-Kardâvî, Risâletü’l-Ezher, Kahire 1984.

M. Süleyman, Devrü’l-Ezher fi’s-Sûdân, Kahire 1985.

M. Kemal Seyyid, el-Ezher: câmiʿan ve câmiʿaten, Kahire 1986.

M. Abdülmün‘im Hafâcî, el-Ezher fî elf ʿâm, Kahire, ts. ⟶ Beyrut 1408/1988, I-III.

M. Bekir, Ḥayâtî fî riḥâbi’l-Ezher: ṭâlib ve üstâẕ ve vezîr, Kahire, ts.

 Şüyûḫu’l-Ezher (nşr. Vezâretü’l-i‘lâm), Kahire, ts.

Câmiʿatü’l-Ezher fî süṭûr, Kahire 1411/1991.

M. Winter, Egyptian Society Under Ottoman Rule 1517-1798, London 1992, s. 118-127.

F. R. C. Bagley, “The Azhar and Shī‘ism”, , L/2 (1968), s. 122-129.

M. Receb el-Beyyûmî, “el-Ezher ve ḥürriyyetü’l-fikr”, , LI/5 (1975), s. 1143-1152.

Remziye el-Atrakcî, “el-Ezher fî ẓılli’l-Fâṭımiyyîn”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, sy. 25, Bağdad 1399/1979, s. 469-506.

Ahmed M. Süveydân, “Târîḫu’l-Câmiʿi’l-Ezher”, el-Fikrü’l-ʿArabî, XLIV, Beyrut 1986, s. 131-146.

K. Vollers, “Ezher”, , IV, 433-442.

J. Jomier, “al-Azhar”, , I, 813-821.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1995 yılında İstanbul’da basılan 12. cildinde, 59-63 numaralı sayfalarda yer almıştır.