İBÂHİYYE

Dinin emirleriyle ahlâkî ve kanunî düzenlemeleri benimsemeyen gruplara verilen ad.

Müellif:

Sözlükte “açıklamak; serbest bırakmak, meşrû saymak” anlamına gelen ibâhanın ism-i mensubu olup sonundaki tâ çoğul ifade eder. Kelime terim olarak “kanunların, dinî emirlerin ve ahlâk kurallarının bağlayıcılığını kabul etmeyip her şeyi mubah gören kimseler” diye tanımlanabilir. Tehânevî, ibâhîlerin mülkiyet hakkını tanımadıklarını, her türlü serveti hatta kadınları bile ortak kabul ettiklerini söyledikten sonra bu zümrenin bütün yaratıkların en kötüsü olduğunu belirtir (Keşşâf, I, 79-80). Hemen her toplumda mevcut olan ibâhîler, ilke ve görüşleri belli bir mezhep veya bir grup olmayıp dinin emir ve yasaklarına, ahlâkî ve kanunî düzenlemelere karşı çıkan fırkalar için kullanılan ortak bir isimdir.

İslâm mezhepleri tarihi müelliflerinin bir kısmı ashâbü’l-ibâhanın sadece İslâm’dan önceki Mezdekiyye ile İslâm’dan sonraki Bâbekiyye ve Mâzyâriyye’den ibaret olduğunu söylerken (meselâ bk. Bağdâdî, s. 266-269; Fahreddin er-Râzî, s. 74) Muhammed b. Hasan ed-Deylemî, ibâhiyyeyi Bâtıniyye’nin muhtelif isimlerinden biri olarak kabul eder (Meẕhebü’l-Bâṭıniyye, s. 21). Bu görüşler kısmen doğru olmakla birlikte aşırı Şiî grupları ile sûfiyye içindeki ibâhîleri ibâhiyyenin kapsamı dışında bırakmaktadır. İbâhî fırkaları, genellikle âyet ve hadislerin zâhirî mânaları yanında bâtınî mânalarının da olduğunu ileri sürerek bâtına yönelme bahanesiyle nasların zâhirini hiçbir kurala bağlı kalmadan te’vil etmişler, bu şekilde dinî hükümleri geçersiz hale getirmişlerdir. Meselâ bazı aşırı Şiî grupları, naslarda yer alan helâl ve haramların yapılması veya yapılmaması gereken işler olmayıp “imamları sevenlerle münasebeti sürdürmek ve düşmanlarıyla her türlü ilişkiyi kesmek” anlamına geldiğini iddia etmişlerdir. Bunun yanında dinin imamın bilinmesi ve sevilmesinden ibaret olduğunu, haramlardan sakınmanın gerekli olmadığını söyleyerek her türlü davranışı mubah sayanlar da vardır. İbâhî düşünceye yönelen gruplar başta aşırı Şiî toplulukları olmak üzere şu fırkalara ayrılır:

Hattâbiyye. Ca‘fer es-Sâdık’ın ilâhlığını ve Ebü’l-Hattâb’ın peygamberliğini kabul eden bu zümre dinî yasakların bir kısmını geçersiz saymış, namaz, hac, zekât gibi farzlar konusunda kayıtsız davranmış, haramları ve farzları çeşitli yorumlara tâbi tutarak bunların kendilerinden uzak kalınması veya sevilmesi gereken belli kişileri ifade ettiğini ileri sürmüştür. Allah’ın Ebü’l-Hattâb vasıtasıyla dinî mükellefiyetleri üzerlerinden kaldırdığını iddia eden Hattâbiyye’nin Muammeriyye kolu da ibâhiyyeye dahildir. Bunlara göre yenilmesi haram kılınan yiyecekler, ayrıca zina, hırsızlık, içki, mahremlerle evlenme ve livâta mubahtır (bk. HATTÂBİYYE).

Beşeriyye (Bişriyye). Muhammed b. Beşîr el-Kûfî tarafından kurulan ve Memtûriyye diye de anılan bu aşırı Şiî fırkası, beş vakit namaz ve ramazan orucu dışında kalan bütün dinî hükümleri geçersiz sayarak mahremlerle cinsî münasebeti ve livâtayı mubah kabul eder (Nevbahtî, s. 70-71; Ebû Halef el-Kummî, s. 60).

Nusayriyye. İbnü’n-Nusayr en-Nemîrî’ye izâfe edilen aşırı Şiî bir fırka olup dinin yasakladığı hususları işlemeyi, mahremlerle evlenmeyi ve eşcinselliği câiz gördüğü nakledilir (bk. NUSAYRÎLİK).

Muhammise ve Albâiyye (Ulyâiyye). Aşırı Şîa fırkalarından olan bu iki grupta da İslâm’ın emir ve yasakları konusunda ibâha telakkisinin hâkim olduğu rivayet edilir (Ebû Halef el-Kummî, s. 59-60).

İsmâiliyye. Dinin zâhiri ve bâtını olduğunu ileri sürerek bâtınî anlamlara yönelen ve Bâtıniyye olarak da adlandırılan İsmâiliyye’nin bir kısmı te’vil metodunu ölçüsüz bir şekilde kullanmış ve dinî hükümlerin insanlar için engel oluşturduğu gerekçesiyle ibâhaya yönelmiştir. Muhammed b. İsmâil’in zuhuru ile Hz. Peygamber’in şeriatının hükümsüz kalacağı düşüncesi, özellikle Nizâriyye bünyesinde Hasan Alâ Zikrihisselâm’la (ö. 561/1166) yeni bir devrin başladığının ve İslâmî hükümlerin iptal edildiğinin ilânı fırkanın ibâhîliğe yönelmiş olduğunun önemli delillerindendir. İsmâiliyye’nin Müsta‘liyye kolu ise te’vili kabul etmekle birlikte dinin hükümlerine bağlı kalmış ve bundan dolayı ibâhiyyeden sayılmamıştır. İsmâiliyye gruplarından ibâhiyyeye yönelen diğer bir kol, Fâtımî İsmâilîliği’ni reddeden ve Muhammed b. İsmâil’in İslâm’ı nesheden bir şeriatla zuhur edeceğini ileri süren Hamdân Karmat’a mensup Karmatîler’dir. İbadetleri tamamıyla bâtınî anlamda te’vil eden bu grup (Nevbahtî, s. 61-62; Ebû Halef el-Kummî, s. 83-84) Arap yarımadasının doğusunda varlığını uzun süre devam ettirmiştir. Karmatîler’in devamı sayılan Ebû Saîd el-Cennâbî’ye mensup gruplar Hz. Peygamber’i benimsedikleri halde namaz, oruç ve diğer ibadetleri Ebû Saîd’in üstlendiğini ileri sürerek terketmişler ve her türlü hayvan etini yemeyi mubah saymışlardır (Nâsır-ı Hüsrev, s. 147-148). İsmâiliyye içinde kurucusu Gıyâs adlı bir kişiye mensubiyetinden dolayı Gıyâsiyye diye anılan grup, fırkanın lideri tarafından yazılan el-Beyân adlı kitaba dayanarak zâhir anlayışının hatalı ve bâtıl olduğunu ileri sürmüş ve şeriatın birçok emir ve yasağına uymamayı mubah saymıştır. Haltıyye diye anılan bir başka topluluk ise kıyametin varlığını inkâr etmiş, namaz, oruç, hac ve zekâtın birer sembolden ibaret olduğunu düşünmüştür (M. Cevâd Meşkûr, s. 235-236, 401-402).

Keysâniyye. Muhammed b. Hanefiyye’nin imâmetine, bazan da ulûhiyyetine inanan bu zümre içinde Hamziyye, Cenâhiyye (Hârisiyye) ve Beyâniyye fırkaları ibâhîliğe yönelmiştir. Hamza b. Umâre el-Berberî’nin mensuplarından oluşan Hamziyye’ye göre imamı tanıyanlar dinî emir ve yasaklardan sorumlu değildir (Nevbahtî, s. 25; Ebû Halef el-Kummî, s. 32, 34, 56). Abdullah b. Hâris’e mensup olan Cenâhiyye’ye göre de imamı tanıyan kimse her türlü fiili işlemekte serbest olup ibadetler Ali ailesinden sevilmesi gerekenlerin isimleri, haramlar ise muhaliflerinin adlarıdır (Nevbahtî, s. 29, 32; Bağdâdî, s. 245). Beyân b. Sem‘ân’ın bağlılarından meydana gelen Beyâniyye ise İslâm şeriatının kısmen neshedildiği iddiasıyla yasaklanan hususlar konusunda kayıtsız kalmıştır (bk. BEYÂN b. SEM‘ÂN). Abbâsî taraftarı olan Râvendiyye fırkası içinde mütalaa edilen Ebû Müslimiyye de ibâhîliğe meyletmiştir. Ebû Müslim-i Horasânî’nin imâmetine ve ölmediğine inanan bu gruba göre insanın kurtuluşa erebilmesi için imamı tanıması kâfidir. İmamın bilinmesi insanları emir ve yasak kaydından kurtaracaktır (Nevbahtî, s. 41-42; Şehristânî, I, 154).

Meymûniyye. Bazı mahremlerin birbiriyle evlenmesini mümkün gören Hâricî fırkalarından Meymûniyye ile pek çok dinî emir ve yasağı mubah sayan Yezîdiyye de ibâhî fırkalardan sayılmaktadır (Bağdâdî, s. 279-281; Şehristânî, I, 129, 136).

Hürremiyye (Hürremdîniyye). İslâm’dan önce İran’da ortaya çıkan Mezdekiyye’nin etkisi altında kalarak haramları mubah kabul eden bu fırka Bâbekiyye ve Mâzyâriyye gruplarına ayrılmıştır. Abbâsî halifelerinden Me’mûn ve Mu‘tasım zamanında isyan eden Bâbek’in mensupları olan Bâbekiyye, Abdülkāhir el-Bağdâdî’nin nakline göre (el-Farḳ, s. 269) çocuklarına Kur’ân-ı Kerîm’i öğretmekle birlikte namaz kılmaz, oruç tutmaz ve cihadı gerekli görmezlerdi. Ayrıca içki içmeyi ve zor kullanmamak şartıyla gayri meşrû cinsel ilişkiyi mubah sayarlardı (bk. BÂBEK). Muhammire’nin düşüncelerini Cürcân’da yaymaya çalışan Mâzyâr’ın mensupları olan Mâzyâriyye de düşünce bakımından Bâbekiyye’ye paralel bir fırka özelliği taşır (a.g.e., s. 268-269). Bu arada Mukannaiyye, Hulmâniyye ve Kerrâmiyye’de de ibâhîliğe rastlanmaktadır (a.g.e., s. 257-260; Şehristânî, I, 154).

Sûfiyye. İlk sûfîler inanç konusunda tâviz vermeyen samimi ve zâhid kimseler olduğu halde zamanla tasavvuf felsefesinin oluşması ve sûfîliğin mânevî hayatı etkilemesiyle ibâhî düşünce de görülmeye başlanmıştır. Sahte sûfîliğin ibâhîliğe meyletmesinin sebeplerini Allah’ın itaat ve ibadete muhtaç olmadığı, sonsuz lutuf ve keremiyle günahları bağışlayacağı, dinî emir ve yasakların sağlayacağı mânevî yücelişin riyâzetle elde edilebileceği, esasen bunun insanın yapısında mevcut olduğu, ebedî mutluluk veya felâket ezelde takdir edildiğinden dinî kurallara uymanın bir önem taşımayacağı şeklinde özetlemek mümkündür. Bir kısım aşırı Şiî gruplarında olduğu gibi bazı sûfîler de âyet ve hadislerin zâhirî mânaları yanında bâtınî mânalarının da bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Şiî ibâhiyyesi imamın ve önde gelen cemaatinin tarihî rolünü benimseyip yansıtırken sûfiyye, naslara dayanılarak düzenlenen namaz ve oruç gibi zâhirî amelleri daha çok ferdî olarak reddetme yoluna girmiştir. İbâhî sûfîlere göre şeriat âlimlerinin kuralları ve skolastik yorumları, Allah’ın tecelli ettiği gönüllerdeki aydınlıkla mukayese edilemeyecek kadar sunî ve sathîdir. Bu noktadan hareket eden sûfîler aşırı Şiîler’in, “Kendisini imama vakfeden kişi şeriat kurallarını yerine getirmese bile affedilecektir” şeklindeki düşüncelerinden etkilenerek kemale ulaşan bir âbidin Allah dostu sayıldığını, böylesinin hür ve serbest olacağını, ilâhî emirleri zorlama ile değil sevgi ile yerine getireceğini ve hatalarından dolayı affedileceğini düşünmüşlerdir. Hatta kâmil bir sûfînin tabiatı itibariyle günah işleyemeyeceğini, onun gayri meşrû gibi görünen fiillerinin başka şekilde anlaşılmasının gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bilhassa dinle bağdaşmayan şathiyyât türündeki sözlerin ayıplanmaması ibâhî sûfîlerce bir esas olarak benimsenmiştir. Bundan dolayı sûfî, şeyhinin yaptığı işler görünüşte şeriata aykırı olsa da ona mutlak şekilde itaat etmelidir. Bu hususlar şeriatla sûfiyye öğretileri arasında bir çatışmanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Dinin emir ve yasakları konusunda ısrarlı olan Nakşibendiyye ve Kādiriyye gibi tarikatlara mensup sûfiyye ile muhalifleri arasındaki mücadeleler yüzünden ibâhiyyeye meyledenler “şeriatsız sûfîler” diye anılmıştır. Dinî kurallara bağlı kalan sûfîlere göre Kalenderîler ile Bektaşîler bu gruba dahildir (bk. GĀLİYYE).


BİBLİYOGRAFYA

, I, 79-80.

Ferheng-i Fürûzanfer, İsfahan 1373, s. 11-14.

, s. 25, 29, 32, 41-42, 61-62, 70-71, 78.

, s. 5-6, 11-14, 22.

, IV, 55-59.

Ebû Halef el-Kummî, Kitâbü’l-Maḳālât ve’l-fıraḳ (nşr. M. Cevâd Meşkûr), Tahran 1963, s. 32, 34, 41-42, 56, 59-62, 83-84, 100-101.

, s. 245, 257-260, 266-269, 279-281.

, s. 135-136.

Nâsır-ı Hüsrev, Sefernâme (nşr. M. Debîrsiyâkī), Tahran 1369, s. 147-148.

Gazzâlî, Ḥamâḳatü ehli’l-İbâḥa (nşr. Otto Pretzl), München 1933, s. 8-16.

Ebû Ca‘fer et-Tûsî, İḫtiyâru Maʿrifeti’r-ricâl: Ricâlü’l-Keşşî (nşr. Hasan el-Mustafavî), Meşhed 1348 hş., II, 577-578.

, I, 129, 136, 154.

İbnü’l-Cevzî, Telbîsü İblîs, Kahire 1340, s. 389-395.

, s. 74.

, s. 10, 21, 24-25, 66.

M. Cevâd Meşkûr, Mevsûʿatü’l-fıraḳı’l-İslâmiyye (trc. Ali Hâşim), Beyrut 1415/1995, s. 235-236, 401-402.

Seyyid Sâdık-ı Gûherîn, Şerḥ-i Iṣṭılâḥât-ı Taṣavvuf, [baskı yeri ve tarihi yok] (İntişârât-ı Züvvâr), I, 27-28.

İbrahim Agâh Çubukçu, “Gazzâlî’ye Göre İbahîlik”, , V/1-4 (1958), s. 165-172.

a.mlf., “İbahîlik ve Batınîlik”, a.e., XVIII (1970), s. 67-70.

W. Madelung – M. G. S. Hodgson, “Ibāḥa”, , III, 662-663.

Hüseyin Lâşey’î, “İbâḥiyye”, , II, 301-304.

Hamid Algar, “Ebāḥīya (Ebāḥatīya)”, , VII, 653-654.

Mustafa Öz, “Cennâbî, Ebû Saîd”, , VII, 371.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1999 yılında İstanbul’da basılan 19. cildinde, 252-254 numaralı sayfalarda yer almıştır.