İNŞİKĀKU’l-KAMER

Ayın yarılmasını ifade eden bir Kur’an terimi.

Müellif:

Sözlükte “yarılmak, bölünmek” anlamındaki inşikāk ile “ay” mânasına gelen kamer kelimelerinden oluşan bu tabir “ayın iki parçaya bölünmesi” demektir. Bu anlamda şakku’l-kamer de kullanılmıştır. İnşikāku’l-kamer tabiri, Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin yaklaştığını bildiren âyette geçmektedir (el-Kamer 54/1). Taberî’nin naklettiğine göre bu âyetin nüzûl sebebi, Mekkeliler’in Hz. Peygamber’den bir mûcize göstermesini istemeleridir (Câmiʿu’l-beyân, XIII, 84-85). Müfessirlerin çoğunluğu ayın yarılmasını zâhirî mânada anlamış ve âyette gerçekten ayın ikiye yarıldığının bildirildiğini söylemiştir; Taberî, Zemahşerî ve Râzî gibi âlimlere göre âyet Mekke’de vuku bulmuş olan bir mûcizeyi haber vermektedir. Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh’tan nakledilen bir rivayete göre ise âyet gelecek zamanda ayın yarılacağı anlamına gelir (Ebü’l-Leys es-Semerkandî, III, 297). Mâverdî, Hasan-ı Basrî’nin, “Eğer ay yarılmış olsaydı herkesin görmesi gerekirdi, çünkü mûcize karşısında bütün insanlar aynı konumdadır” dediğini ve ayın sûra ikinci defa üfürüldüğü zaman yarılacağını ileri sürdüğünü kaydeder (en-Nüket ve’l-ʿuyûn, V, 409). Ayın yarılmasına “ayın doğması ile karanlığın dağılması, her şeyin açık ve belirgin hale gelmesi” gibi mecazi anlam verenler de vardır (a.g.e., V, 409). Ömer Rıza Doğrul, Arap müşriklerinin sembolü kabul edilen ayın yarılması ile şirk cephesinin yarılıp yokluğa mahkûm edilmesinin kastedildiğini belirtir. Elmalılı Muhammed Hamdi ise ayın yarılmasına mecazi anlam verilmesine karşı çıkar.

İnşikāku’l-kamerle ilgili rivayetler başta Buhârî ve Müslim olmak üzere çeşitli hadis kitaplarında mevcuttur. Bu rivayetler sahâbeden Ali b. Ebû Tâlib, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Enes b. Mâlik, Cübeyr b. Mut‘im ve Huzeyfe b. Yemân’a atfedilir. İbn Mes‘ûd, İbn Abbas ve Enes’in rivayetlerinde Buhârî ve Müslim ittifak etmekte, İbn Ömer’in rivayetinde Müslim yalnız kalmakta, diğer sahâbîlere isnad edilen rivayetler ise bu iki eserin dışında kalan kaynaklarda yer almaktadır. Buhârî ve Müslim’de İbn Mes‘ûd’dan nakledilen üç farklı rivayet vardır (Buhârî, “Menâḳıb”, 27, “Tefsîr”, 54/1; “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 36; Müslim, “Ṣıfâtü’l-münâfıḳīn”, 44-45). Bunlarda sözü edilen haberin İbn Mes‘ûd’a isnadı sahih olmakla beraber gerek metindeki ifadelerden gerekse muhaddislerin açıklamalarından (Ali el-Kārî, I, 585) mevkuf olduğu anlaşılmaktadır. İbn Abbas kanalıyla gelen rivayet ise Buhârî’de üç, Müslim’de sadece bir yerde tahriç edilmiştir (Buhârî, “Menâḳıb”, 27, “Tefsîr”, 54/1; “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 36; Müslim, “Ṣıfâtü’l-münâfıḳīn”, 48). İbn Mes‘ûd rivayetiyle İbn Abbas rivayeti büyük benzerlik arzeder; bunların metinleri aynı olduğu gibi senedlerinde de sadece sahâbeden rivayette bulunan kişiler farklılık gösterir. Bazı muhaddisler, inşikāku’l-kamerin hicretten beş yıl önce vuku bulduğunu ve bu tarihte Abdullah b. Abbas’ın henüz dünyaya gelmediğini dikkate alarak onun bu olayı müşahede edemeyeceğini, ancak bir başkasından (muhtemelen İbn Mes‘ûd) duyarak nakletmiş olabileceğini belirtirler (İbn Hacer, XV, 26; Aynî, XVI, 55). Enes b. Mâlik’e atfedilen rivayet de Buhârî ve Müslim’de yer almıştır (Buhârî, “Menâḳıb”, 27, “Tefsîr”, 54/1, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 36; Müslim, “Ṣıfâtü’l-münâfıḳīn”, 46-47). Buna göre müşrikler Hz. Peygamber’den mûcize istemiş, Resûl-i Ekrem de ayın iki parçaya ayrılışını kendilerine göstermiştir. Hadis metninde yer alan “gösterme” ifadesinin, ayın fiilen iki parçaya ayrıldığı mânasına değil müşriklere ayrılmış gibi gösterildiği mânasına alınması da mümkündür. Ayrıca bazı hadis tenkitçileri, hicretten önce Mekke’de vuku bulduğu söylenen ve o sırada dört beş yaşlarında bir çocuk olan Enes’in Medine’de iken olayı görmesinin mümkün olmadığına, bu sebeple İbn Abbas rivayeti gibi bunun da mürsel sayılması gerektiğine dikkat çekerler (İbn Hacer, XIV, 129; Ali el-Kārî, I, 585-586). Abdullah b. Ömer’den gelen rivayet Buhârî tarafından tahriç edilmemiş, sadece Ṣaḥîḥ-i Müslim’de yer almıştır. Metinde Hz. Peygamber’den üçüncü şahıs olarak söz edilmesi, olayın vuku bulduğu sırada beş yaşlarında olan İbn Ömer’in bunu büyük ihtimalle İbn Mes‘ûd’dan duymuş olabileceğini, hatta râvinin sadece Abdullah şeklinde zikredilmesi sebebiyle İbn Mes‘ûd’un İbn Ömer ile karıştırılması ihtimalini akla getirmektedir. Cübeyr b. Mut‘im kanalıyla gelen rivayeti ise Ahmed b. Hanbel (IV, 82), Tirmizî (“Tefsîr”, 54/5) ve Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (Müsned, s. 38) tahriç etmiştir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî bu rivayetin münkatı‘ olduğunu bildirir; İbn Maîn ve İbn Hibbân da senedde yer alan Süleyman b. Kesîr’i ve oğlunu zayıf kabul ederler (Reşîd Rızâ, V, 2154). Bu rivayetlerin incelenmesinden, haberin isnad edildiği sahâbîler içinde olayı bizzat görme imkânına sahip olanların Ali b. Ebû Tâlib, Abdullah b. Mes‘ûd, Cübeyr b. Mut‘im ve Huzeyfe b. Yemân olduğu anlaşılır. Ali b. Ebû Tâlib ile Huzeyfe’ye nisbet edilen rivayetler ve sahih hadis kitaplarında yer almamıştır. Cübeyr b. Mut‘im’in rivayeti münkatı‘, İbn Mes‘ûd’un rivayeti ise mevkuftur.

Kelâm âlimleri, ayın geçmişte yarıldığını konu edinen rivayetler hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Mu‘tezile kelâmcıları, herkesin dikkatini çekmesi gereken inşikāku’l-kamerin dünyanın başka yerlerinde görüldüğünün bilinmemesi, hadisenin bu kadar az insan tarafından rivayet edilmesi, ayrıca tarih ve astronomi literatürüne intikal etmemesi gibi delillere dayanarak böyle bir hadisenin gerçekleşmiş olamayacağı tezini savunmuşlardır. Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebû Abdullah el-Halîmî de benzer görüşü benimseyerek konuyla ilgili âyetin, kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacak kozmolojik bir değişikliği haber verdiğini belirtir (İbn Hacer, XV, 31). Kelâmcılar, inşikāku’l-kamer olayına mûcize bahsi içinde kısaca temas etmekle yetinirler. Mâtürîdî, Hz. Peygamber’in hissî mûcizeleri arasında ilk sırada inşikāku’l-kameri zikreder (Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 203). Başka bir eserinde ise ilgili âyeti tefsir ederken Mu‘tezile âlimlerinden Ebû Bekir el-Esamm’ın inşikāku’l-kamerin kıyamete doğru vuku bulacağını savunduğunu, müfessirlerin çoğunluğunun ise bu olayın Resûlullah devrinde gerçekleştiğini söylediklerini açıklar (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, III, vr. 742b). Bâkıllânî, Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Nûreddin es-Sâbûnî, Fahreddin er-Râzî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi âlimler inşikāku’l-kameri Hz. Peygamber’in hissî mûcizeleri arasında sayarlar. Gazzâlî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Şah Veliyyullah ed-Dihlevî gibi sûfîler ise inşikāku’l-kameri ayın gerçekten yarılmadığı, bakanların gözüne yarılmış gibi göründüğü tarzında yorumlamışlardır (Çelebi, s. 172-178).

İnşikāku’l-kamer meselesi son dönem âlimleri arasında da tartışılmıştır. Ahmed Zekî Paşa, geçmişte ayın yarıldığına dair haberlerin İsrâiliyat türünden rivayetler olduğunu ileri sürmüş, M. Reşîd Rızâ ise onun üslûbunu eleştirmekle birlikte ilgili rivayetlere ilişkin değerlendirmesine katılmıştır (Fetâvâ, V, 2150 vd.). Elmalılı Muhammed Hamdi ise ayın gelecekte yarılacağını söyleyen Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh gibi âlimlerin geçmişte böyle bir olayın vuku bulduğunu inkâr etmediklerini, bundan, ileride büsbütün yarılıp kıyametin kopacağı mânasını anlamak gerektiğini ve bu olayda gelecekteki parçalanmaya delâlet eden bir yarılmanın söz konusu olduğunu belirtir.

Âyetin açık ifadesinden anlaşıldığına göre inşikāku’l-kamer mecaz değil hakikat mânasında kullanılmıştır. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’de örneklerine sıkça rastlandığı gibi geçmiş zaman kipiyle gelecek zamanın kastedilmiş olması ihtimali mevcuttur. Nitekim kıyametin kopuşunu tasvir eden sûrelerin bir kısmı mâzi sîgasını içeren cümlelerle başlamaktadır (et-Tekvîr 81/1-7; el-İnfitâr 82/1-4; el-İnşikāk 84/1-5). Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de, daha önceki peygamberlere verilen hissî mûcizelerin yalanlandığına dikkat çekilerek müşriklerce istenen mûcize taleplerine cevap verilmediği bilinmektedir (el-İsrâ 17/59, 90-95). İnşikāku’l-kamerin geçmişte vuku bulduğunu bildiren haberlerin râvileri olarak gösterilen sahâbîlerin olayın vukuu sırasında küçük yaşta bulunmaları, bazı rivayetlerin isnad açısından tartışılması, ayrıca hiçbir rivayetin tevâtür derecesine ulaşmaması, bu hadisenin geçmişte kesinlikle vuku bulduğunu söylemeye imkân vermemektedir.

İnşikāku’l-kamere dair çeşitli risâleler kaleme alınmış olup bazıları şunlardır: Muhammed b. Muhammed el-Hanefiyye, Ferâʾidü’d-dürer fî inşiḳāḳi’l-ḳamer (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2270); Azîz Nesefî, Risâle der Beyân-ı Şaḳḳu’l-ḳamer (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1825); Sâimüddin, Risâle-i Şaḳḳu’l-ḳamer (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3184); Habîb b. Mâlik, Risâletü İnşiḳāḳi’l-ḳamer fî ḥikâyâti Ḥabîb b. Mâlik (Hacı Selim Ağa Ktp., Kemankeş Emîr Hoca, nr. 273); Miskîn Ahmed, Destân-ı Şaḳḳu’l-ḳamer (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4311).


BİBLİYOGRAFYA

, III, 165, 207, 220, 275, 278; IV, 82.

Buhârî, “Menâḳıb”, 27, “Tefsîr”, 54/1, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 36.

Müslim, “Ṣıfâtü’l-münâfıḳīn”, 43-48.

Tirmizî, “Tefsîr”, 54/1-5, “Fiten”, 20.

Tayâlisî, Müsned, Beyrut 1985, s. 38, 257.

, XIII, 84-87.

, s. 203.

a.mlf., Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, III, vr. 742b.

Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Tefsîru Ebi’l-Leys̱ (nşr. Ali M. Muavvaz), Beyrut 1413/1993, III, 297.

Bâkıllânî, el-Beyân (nşr. R. J. McCarthy), Beyrut 1958, s. 91.

Mâverdî, en-Nüket ve’l-ʿuyûn, Beyrut 1412/1992, V, 409.

Beyhakī, Delâʾilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut 1405/1985, II, 265.

Gazzâlî, İḥyâʾ, Kahire 1967, I, 113.

, I, 487.

Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, ʿÂriżatü’l-aḥveẕî, Kahire 1984, XII, 175.

Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî uṣûli’d-dîn (nşr. Bekir Topaloğlu), Ankara 1982, s. 50.

, XXIX, 28-29.

, III, 111.

Ebû Hayyân el-Endelüsî, Baḥrü’l-muḥîṭ, [baskı yeri yok] 1403/1983 (Dârü’l-fikr), VIII, 173.

Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerḥu’l-Mevâḳıf, İstanbul 1824, II, 425.

, XIV, 129; XV, 26-31.

Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, XVI, 55.

, VII, 4626-4627.

Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, İstanbul 1980, s. 595.

Ali el-Kārî, Şerḥu’ş-Şifâʾ, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 585-586.

Reşîd Rızâ, Fetâvâ (nşr. Selâhaddin el-Müneccid – Yûsuf K. Hûrî), Beyrut, ts., V, 2150-2154.

İlyas Çelebi, İtikadî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul 1996, s. 152-181.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 22. cildinde, 343-345 numaralı sayfalarda yer almıştır.