LETÂİF-i HAMSE

Nakşibendî-Müceddidiyye ve Hâlidiyye tarikatlarında seyrüsülûk usulü.

Müellif:

Müceddidiyye öncesi Nakşibendî kaynaklarında önemli bir yeri olmayan letâif-i hamse konusu, Müceddidiyye’nin kurucusu İmâm-ı Rabbânî tarafından tarikatın seyrüsülûk metodu olarak temellendirilmiştir. Ona göre insanda beşi halk, beşi de emir âlemine ait on latife (letâif-i aşere) vardır (Gümüşhânevî, I, 208). Halk âlemine ait latifeler anâsır-ı erbaa ile (hava, su, toprak, ateş) nefistir. Emir âlemine ait latifeleri de kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ şeklinde sıralayan İmâm-ı Rabbânî, Nakşibendiyye tarikatında seyrüsülûkün kalp latifesinden başlayarak emir âlemine ait bu beş latife ile (letâif-i hamse) sürdürülmesi usulünü ortaya koymuştur. Halifelerinden Mîr Muhammed Nu‘mân’a göre bu beş latifeden her biri için insan vücudunda bir yer takdir edilmiş ve bu yerlerde yoğunlaşarak zikir yapma usulü Müceddidiyye’de seyrüsülûkün önemli bir unsuru haline gelmiştir (Tosun, s. 308). Kalp latifesinin yeri sol memenin iki parmak altında süveydâ denilen bir noktadır. Ruhun yeri sağ memenin iki parmak altında, sırrın yeri sol memenin iki parmak üstünde, hafînin yeri sağ memenin iki parmak altında, ahfânın yeri de göğsün ortasıdır. Halk âlemine ait nefsin yeri alnın tam ortasıdır (Gümüşhânevî, I, 63).

Letâif-i hamse en dışta kalp, en içte ahfâ olmak üzere tasavvur edilir. Kalp latifesinin bedenle yani maddî âlemle, ahfâ latifesinin Cenâb-ı Hak’la irtibatı bulunduğunu, kalbin bir yönünün maddî âleme, bir yanının ulvî âleme dönük olduğunu düşünen bazı Nakşibendî şeyhlerine göre bu beş latife arasında zâhir-bâtın ilişkisi vardır. Dıştaki içtekinin zâhiri, içteki dıştakinin bâtını ve hakikatidir. Bu görüşte olanlara göre her latife diğerinden farklıdır, yani latifeler arasında farklılık özdedir. Öte yandan letâif-i hamsenin aynı latifenin mertebelere göre değişen isimleri olduğu, bazı mertebelerde ona kalp, beşerî kayıtlardan kurtulup saf olduğunda ruh, saflık artınca sır, daha da olgunlaşınca hafî dendiğini, letâifte öz itibariyle farklılık bulunmadığını söyleyenler de vardır. Çoğunluğun görüşü de budur.

Nakşibendiyye tarikatında sâlik seyrüsülûke kalp latifesinden başlar. Kalp, arş ve levh-i mahfûzun insan bedenindeki mukabili olarak kabul edilir. Kalp latifesi zikrinde sâlike teveccüh, istiğfar ve salâtüselâmdan sonra 3000 defa ism-i celâli (Allah) zikretmesi telkin edilir. Sâlik, kalbinde bu latifenin nuru olan sarı nur tecelli edinceye kadar ism-i celâli zikretmeye devam eder. Kalbi kendiliğinden zikreder hale gelince sâlike ruh latifesinin zikri telkin edilir. Zikrin tesiriyle kalbin bu ilâhî tecelliye mazhar olmasına “veled-i kalb” veya “vilâdet-i sânî” adı verilir.

Sâlik, ruh latifesinin kendisine tarif edilen yerine teveccüh ederek kalp latifesine ait ism-i celâli 3000 defa zikrettikten sonra ruh latifesi için de 500 defa zikreder. Bu latifenin kırmızı renkteki nuru sâlikin ruhunu kaplayınca sâlik ruhunu zikirden alıkoyamaz hale gelir. Bu mertebede mürşid sâlike sır latifesinin zikrini telkin eder.

Kalp ve ruh latifesinin zikirlerini yapan sâlik, müşahede makamı olan sır latifesinin mahalline teveccüh ederek bu latifenin beyaz olan nuru zuhur edinceye kadar yine 500 defa ism-i celâli zikreder. Daha sonra teveccühü rubûbiyyet tecellilerinin mahalli olan hafî latifesine intikal ettirilen sâlik, önceki latifelerin zikriyle birlikte 500 defa ism-i celâli hafî zikri için ifa eder. Bu latifenin siyah nuru sâlikte zuhur edince ahfâ latifesinin zikri kendisine telkin edilir. Cenâb-ı Hakk’ın bütün isim ve sıfatlarının tecelli ettiği ahfâ mertebesinde sâlik önceki bütün latifeler için zikrettikten sonra ahfâ mahalline teveccüh ederek ism-i celâli 500 defa da bu latife için ahfânın yeşil nuru zuhur ve diğer bütün latifeler kendiliğinden zikreder hale gelinceye kadar zikre devam eder.

Kalp latifesinin zikrini tamamlayan sâlikin Hz. Âdem’in kademi üzere olduğu, ruh latifesinde Hz. Nûh ve İbrâhim’in, sır latifesinde Hz. Mûsâ’nın, hafî latifesinde Hz. Îsâ’nın, latifelerin en latifi olan ahfâda ise Hz. Peygamber’in kademi üzere bulunduğu, yani onların velâyet makamına ulaştığı kabul edilir. Emir âleminin ruhanî latifelerinin zikri olan letâif-i hamseyi tamamlayan sâlike daha sonra letâif-i nefs, letâif-i kül ve nefy ü isbat zikirleri öğretilir.

Halvetiyye gibi nefsin mertebelerini sülûke esas olarak alan tarikatlarda ise seyrüsülûk, “atvâr-ı seb‘a” adı verilen nefsin yedi mertebesi (emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne, râziye, marziye, kâmile) için belirlenen yedi ism-i ilâhî (kelime-i tevhid, Allah, hû, hak, hay, kayyûm, kahhâr) zikredilerek yapılır.


BİBLİYOGRAFYA

Muhammed Pârsâ, Risâle-i Kudsiyye (trc. Abdullah Salâhî Uşşâkī), İstanbul 1323, s. 46.

Mehmed Nûri Şemseddin en-Nakşibendî, Risâle-i Murâkabe, İstanbul 1282, s. 12-19.

Gümüşhânevî, Câmiʿu’l-uṣûl (nşr. Edîb Nasrüddin), Beyrut 1998, I, 63, 208, 215-217.

M. Emîn el-Kürdî, Tenvîrü’l-ḳulûb (nşr. Necmeddin Emîn el-Kürdî), Halep 1411/1991, s. 572-574.

İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddîn (KS): Hayatı-Eserleri-Tarîkat Anlayışı ve Hâlidiyye Tarîkatı, İstanbul 1984, s. 188.

Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, s. 307.

Necdet Tosun, Bahâeddin Nakşibend, İstanbul 2002, s. 308-310.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 27. cildinde, 143 numaralı sayfada yer almıştır.