MAKŪLÂT

İnsan düşüncesinin ve varlığın en genel, en nihaî taksim ve tasnifini ifade eden terimler, kategoriler; bir önermede yüklemin konuya izâfe edilme tarzı anlamında mantık terimi.

Müellif:

Grekçe’de “bir şeyi niteleme, tarif, ifade” anlamındaki kategoreinin Arapça karşılığı olan kavl kelimesinden türetilen makūle ve çoğulu makūlât “bir varlık veya nesne karşısında onu tarif etmek için söylenen sözler” mânasına gelmektedir (Fârâbî, el-Maḳūlât, s. 116). Arapça’ya yapılan tercümeler döneminde Grekçe kategoriasın çoğul biçimi Arapça’da kātîguryâ ve kātîguryâs şeklinde bir süre kullanılmışsa da sonraları bunun karşılığı olan makūlât yaygınlık kazanmıştır. Terim olarak mantıkta bir yüklem şekli ve bir yüklemin konuya izâfe edilme tarzıdır. Bir felsefe sistemindeki ana fikir veya kavramdır.

Kategoriler, mümkin varlıkların en genel ve nihaî sınıflarını gösteren birtakım kelimeler olup insan düşüncesinin en basit, fakat en geniş kadrosunu teşkil eder. Bunlar, insan zihninin tikelden tümele yükselerek ulaşabildiği en yüksek ve en genel cinslerdir (el-ecnâsü’l-âliye). Bunun için zihin çeşitli nesneler arasında benzerlikler tesbit eder, sonra bu benzerliklerden hareketle birçok ferdi bir kadro içinde toplayarak bir sınıf meydana getirir. Ardından bu sınıflar arasında benzerliklerden ve ortak ilişkilerden hareketle daha geniş ve daha kapsamlı bir sınıf oluşturur. Giderek daha yüksek kadroları içinde toplayan sınıflara ulaşır. Bu işlemin sonunda zihin en yüksek cinslere ulaşır ki bunlar kategorilerdir. Bu bir tümevarım (istikrâ) işlemidir ve bu işlemde temel alınan zihnin soyutlama ve genelleme işlevidir. Zira her ferdi özel niteliklerinden soyutlamadıkça fertler arasında ortak bir nitelik elde edilemez; böyle olmayınca da genelleme olmaz, dolayısıyla bir kategoriye ulaşılamaz. Şu halde zihnin yaptığı bu işlem, farklı ve çeşitli alanlara ait bilgileri belli kadrolar içinde toplayıp tasnif etmekten ibarettir. Mantık disiplininde bir şeyin tarifini yapabilmek için bu tasnif büyük önem taşımaktadır.

İlkçağ Hint ve Yunan filozoflarından Yeniçağ’a gelinceye kadar birçok filozof insan zihninin nihaî formlarını ve varlığın en genel cinslerini ifade etmek üzere kategorileri belli sayı ile sınırlayarak çeşitli tablolar oluşturmuştur. Bunlardan en yaygın olanı Aristo’nun kategorileridir. Filozofun Organon olarak bilinen mantık külliyatının ilk kitabının adı da Kategorias’tır. Aristo’ya göre mantığın gayesi bilimsel kanıta ulaşmaktır. Bu kanıtlama kıyas yöntemiyle gerçekleşir, kıyas ise önermelerden oluşur, önerme de en az iki terimden meydana gelir. Bu iki terimden birincisi konu, ikincisi yüklemdir. Şu halde kanıtlayabilmek için en başta kavram ve terimlerin incelenerek bir kadro altında toplanması gerekir. Bu düşünceyle Aristo “bütün, bazı, değildir, veya” gibi mantıkî ifadelerin dışında kalan ve başka bir ifadeye bağlanmayan terimlerin on ayrı sınıf olduğunu söyler (Organon, s. 4). Bunlar cevher (töz), nitelik (keyfiyet), nicelik (kemiyet), ilişki (izâfet), mekân, zaman, konum (vaz‘, durum), iyelik (mülkiyet), etki (fiil) ve edilgi (infial) başlıklarıyla on kategoriden oluşan bir tablodur. Bunlardan ilki olan cevher her zaman konu, diğer dokuz kategori ise yüklem olmak durumundadır. Çünkü Aristo’ya göre yalnız cevher bir varlık tarzıdır, diğer kategoriler ancak cevherin nitelikleri olarak var olabilir (Fârâbî, Kitâbü’l-Ḥurûf, s. 101). Bu durumu şöyle bir örnekle açıklamak mümkündür: “Fârâbî (cevher) 870 yılında (zaman) Fârâb şehrinde (mekân) Muhammed’in oğlu (ilişki) olarak doğmuş (edilgi); kendisi kısa boylu (nicelik), kumral (nitelik), üstün bir zekâya sahip (iyelik) olarak birçok öğrenci yetiştiren (etki) ve Bağdat’ta iken öğrencileriyle Dicle kenarında gezinerek (konum) felsefe meselelerini tartışmayı seven bir filozoftu.” Bu on kategori nihaî ve en yüksek kavramlar olarak başka bir kategoriye indirgenemez. Meselâ “beyaz” bir renk, renk de bir “nitelik”tir, fakat nitelik başka bir terim aracılığıyla ifade edilemez, açıklanamaz.

Aristo’nun kategorileri on sayısıyla sınırlaması sonraki mantıkçılar tarafından eleştirilmiş, birçokları yeni kategori tabloları düzenlemiştir. Meselâ Stoalılar’a göre kategoriler cevher, nitelik, iyelik ve ilişki olmak üzere dörttür. Fârâbî de tümevarım yöntemiyle elde edildiğinden bu en yüksek cinsleri sayı ile sınırlandırmanın geçerliliğinin tartışmalı olduğunu belirterek bazılarının bunların sadece cevher ve arazdan ibaret olduğunu, bazılarının ise ilişki ifade eden nitelikleri birbirine indirgeyerek kategorileri beş, altı veya yedi şeklinde tasnif ettiklerini belirtir, fakat kendisi bu indirgemeci yaklaşımı benimsemez (a.g.e., s. 91-95). İbn Sînâ da kategorilerin ondan fazla olamayacağı gibi bir kategorinin ifade ettiğini bir diğerinin ifade edemeyeceğini söyleyerek sayının ondan daha aşağı inemeyeceğini savunur (eş-Şifâʾ el-Manṭıḳ [2], s. 82 vd.). Bununla birlikte İbn Sînâ, en-Necât’ta tariflerden söz ederken kısaca temas ettiği kategorilere el-İşârât’ta hiç yer vermez. Ali Sedad’ın da belirttiği gibi İbn Sînâ sonrası mantıkçılar, Gazzâlî, İbn Rüşd ve Sâvî gibi bazıları dışında kategorileri genel olarak mantığın değil metafiziğin konusu kabul ederek mantık eserlerinde “zâtî, arazî, küllî, cüz’î” gibi kavramlar ve beş tümeli inceledikleri “tasavvurât” bölümlerine ağırlık vermişler; kategorileri metafizik eserlerinde ve Ṭavâliʿ, el-Mevâḳıf ve el-Maḳāṣıd gibi temel kelâm eserlerinin ve bunlara yazılan şerh ve hâşiyelerin genel meseleler bölümünde cevher ve araz bahisleri altında ele almışlardır (Gazzâlî, s. 304-318; Fahreddin er-Râzî, I, 233-585; İsfahânî, s. 156-236; Adudüddin el-Îcî, s. 96-181; Ömer b. Sehlân es-Sâvî, s. 57-74; Ali Sedad, s. 4-5).

Öte yandan varlığı madde ve form (heyûlâ ve sûret) ilkeleriyle yorumlayan Aristo’nun bu tezine karşı “cevher-i ferd” (atom) nazariyesini temellendiren kelâmcılara göre atomlardan oluşan bu âlemi Allah kesintisiz olarak yaratmaktadır. Bu durumda sadece sürekli hareket eden cevher-i ferdlerin yani atomların varlığı söz konusudur. Şu halde kategoriler, cevherle niteliğin ifade ettiği arazlar ve hareketin üzerinde gerçekleştiği mekân olmak üzere üçtür. Diğer kategoriler ise dış dünyada karşılığı bulunmayan zihnî birer kavramdan başka bir şey değildir (eş-Şifâʾ el-Manṭıḳ [2], İbrâhim Medkûr’un girişi, s. 13).

Kategorilerin ontolojik veya epistemolojik içerikte olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Özellikle Ortaçağ skolastiklerinden bunları varlığın genel formları sayan realistlerle sırf isimden ibaret, zihnin ürünü genel kavramlardan ibaret gören nominalistler arasındaki tartışmalar yüzyıllar boyu sürüp gitmiştir. Aristo, gerek Kategoriler’de gerekse bu konuyu tartıştığı Metafizik’in beşinci kitabında probleme açıklık getirmemiştir (Metafizik, s. 252-253).


BİBLİYOGRAFYA

Aristo, Organon (trc. Hamdi Râgıb Atademir), Ankara 1963, s. 4.

a.mlf., Metafizik (trc., Ahmet Arslan), İstanbul 1996, s. 252-253.

Fârâbî, Kitâbü’l-Ḥurûf (nşr. Muhsin Mehdî), Beyrut 1986, s. 91-95, 101.

a.mlf., el-Maḳūlât (el-Manṭıḳ ʿinde’l-Fârâbî içinde, nşr. Refîk el-Acem), Beyrut 1985, I, 89-131.

İbn Sînâ, eş-Şifâʾ el-Manṭıḳ (2), s. 82 vd., ayrıca bk. İbrâhim Medkûr’un girişi, s. 13.

Gazzâlî, Miʿyârü’l-ʿilm, Beyrut 1990, s. 304-318.

Fahreddin er-Râzî, el-Mebâḥis̱ü’l-meşriḳıyye (nşr. Muhammed el-Mu‘tasım-Billâh el-Bağdâdî), Beyrut 1410/1990, I, 233-585.

İsfahânî, Meṭâliʿu’l-enẓâr, [baskı yeri yok] 1887 (Hulûsi Efendi Matbaası), s. 156-236.

Adudüddin el-Îcî, el-Mevâḳıf, Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), s. 96-181.

Ömer b. Sehlân es-Sâvî, el-Beṣâʾirü’n-Naṣîriyye fî ʿilmi’l-manṭıḳ, Beyrut 1993, s. 57-74.

Ali Sedad, Mîzânü’l-ukūl fi’l-mantık ve’l-usûl, İstanbul 1303, s. 4-5.

Rıza Tevfik, Mufassal Kāmûs-ı Felsefe, İstanbul 1336-38, II, 89-134.

Nihat Keklik, İslâm Mantık Tarihi ve Fârâbî Mantığı, İstanbul 1969-70, II, 2-3.

Cemîl Salîbâ, el-Muʿcemü’l-felsefî, Beyrut 1982, II, 410-411.

Mahmut Kaya, İslâm Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi, İstanbul 1983, s. 85-91.

A. Lalande, Mevsûʿatü Lâlând el-felsefiyye (trc. Halîl Ahmed Halîl), Beyrut 1996, I, 152-153.

Ferîd Cebr v.dğr., Mevsûʿatü muṣṭalaḥâti ʿilmi’l-manṭıḳ ʿinde’l-ʿArab, Beyrut 1996, s. 990-993.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 27. cildinde, 460-461 numaralı sayfalarda yer almıştır.