MÜEVVEL

Zannî delile dayanılarak mânalarından biri tercih edilen müşterek lafız anlamında fıkıh usulü terimi.

Müellif:

Sözlükte “çevirmek; dönmek” anlamlarındaki evl kökünün “tef‘îl” kalıbından (te’vîl) türetilen müevvel kelimesi “kendisine dönülen, sonunda varılacak olan nokta” demektir. Fıkıh usulü terimi olarak zannî delile dayanılıp muhtemel mânalarından birinin diğer(ler)inden üstün olduğu kabul edilen müşterek lafzı ifade eder. Müşterek ise her biri ayrı vaz‘ ile olmak üzere birden fazla mânaya gelen lafızdır; “göz, su pınarı, casus, altın” anlamlarındaki “ayn” kelimesi böyledir (iştirakin sebepleri hakkında bk. MÜŞTEREK). Meselâ boşanmış kadınların yeni bir evlilik yapabilmek için beklemeleri gereken süreyi (iddet) düzenleyen âyette (el-Bakara 2/228) geçen “kurû’” kelimesi “hayız dönemi” ve “temizlik dönemi” mânalarında müşterek bir lafızdır; bu mânalardan hangisine yorulursa o mâna üzerine te’vil edilmiş olur. Karısını üçüncü defa boşayan erkeğin, kadın başka bir erkekle nikâhlanıp ondan boşanmadıkça onunla tekrar evlenmesinin helâl olmayacağını bildiren âyette geçen (el-Bakara 2/230) “nikâh” lafzı Arapça’da hem “evlilik akdi” hem “cinsî münasebet” mânasına gelen müşterek bir lafızdır; burada cinsî münasebet mânasına yorularak bu anlamda müevvel hale gelmiştir (Bilmen, I, 74). Te’vil kelimesi de fikrî çaba ve çıkarımlar neticesinde bir lafızdan kastedilen mânaya ulaşma noktasında müevvelle birleşmekle beraber kapsam bakımından ondan farklı bir terimdir (bk. TE’VİL).

Debûsî, Serahsî ve Pezdevî gibi Hanefî usulcüleri lafızları vaz‘ olundukları mânalar bakımından hâs, âm, müşterek ve müevvel olmak üzere dört kısma ayırırken (Taḳvîmü’l-edille, s. 94; el-Uṣûl, I, 124; Kenzü’l-vüṣûl, I, 26, 28) Sadrüşşerîa müevvelin vaz‘ itibariyle değil müctehidin re’y ve ictihadıyla belirli bir mâna ifade ettiğini, dolayısıyla müşterek lafız içerisinde ele alınması gerektiğini söylemiş ve onun yerine, vaz‘ bakımından müstakil olup diğer delâlet derecelerine girmesinin mümkün olmadığını ileri sürdüğü cem‘-i münekkeri koymuştur (et-Tavżîḥ, I, 32-33; ayrıca bk. Molla Hüsrev, I, 116-121). Bazı usul kitaplarında ise lafızlar vaz‘ olundukları mâna bakımından hâs, âm ve müşterek diye üç kısımda incelenmiş; müevvel müştereke, cem‘-i münekker de âmma veya âmda istiğrakı şart koşanlara göre hâssa dahil edilmiştir (Şemsüleimme es-Serahsî, I, 127; Sadrüşşerîa, I, 32; Molla Hüsrev, I, 118).

Müevvel tanımları “müşterek lafzın muhtemel mânalarından birinin belirli hale gelmesi” noktasında birleşmekle beraber bazılarında bunun “ictihad ve baskın kanaat” (Debûsî, s. 95; Şemsüleimme es-Serahsî, I, 127), bazılarında “kati olmayan delil” (Alâeddin es-Semerkandî, s. 348; Abdülazîz el-Buhârî, I, 44) yoluyla gerçekleştiği ifade edilir. Ayrıca Debûsî müşterekin muhtemel mânalarından birini tercihe götüren delilleri katî ve zannî şeklinde değil ictihadî ve semâî (naklî) şeklinde tasnif etmiş ve mânalarından biri semâ yoluyla belirginleşen müşterekin müfesser adını alacağını söylemiştir. Ona göre müşterek lafız anlamlarından biri semâ yoluyla belirli hale gelince müfessere dönüşür; bu anlamın re’y yoluyla belirlenmesi -fıkıh usulü terimiyle- “tefsir” niteliğinde olmayıp bir keşiften ibarettir. Bu da lafzın hakiki mânasının tesbiti değil sadece müşterek lafzın birbirine eşit derecedeki muhtemel mânalarından birinin tercihi, böylece aralarındaki müşterekliğin re’y ve ictihad yoluyla ortadan kaldırılması demektir. Öte yandan bazı usulcüler kapalılığı re’y ile giderilen hafî, müşkil ve mücmel lafız için de müevvel tabirini kullanırlar (Debûsî, s. 95, 168; son ikisi için bk. Alâeddin es-Semerkandî, s. 348; müevvel tanımının tahlili için ayrıca bk. et-Taʿrîfât, “Müʾevvel” md.).

Hanefî usul eserlerinde müevvelin hükmü açıklanırken hata ve sehiv ihtimali bulunmakla beraber buna göre amel etmenin gerekli olduğu, ancak müşterek lafzın mânalarından biri tercih edildiğinde diğer mânalarına delâlet ihtimali tamamen ortadan kalkmayacağı için şer‘î bir konuda müevvel mânayı inkâr eden kimsenin küfürle itham edilemeyeceği belirtilir. Bu arada müevvelin hükmünün bir yönden zâhirin hükmü gibi olduğuna, ancak zâhirin bizâtihi ilim, müevvelin ise haber-i vâhid gibi gālib-i re’y (zan) ifade ettiğine dikkat çekilir (Debûsî, s. 104; Şemsüleimme es-Serahsî, I, 163). Debûsî müevveli de haber-i vâhid ve kıyas gibi ilim ifade etmeyen, fakat amelde esas alınan ve uygulamada kolaylık sağlamasına binaen “mücevviz hüccet” olarak anılan deliller arasında sayar; hata ihtimali taşımasına ve Kur’an’da, “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme” (el-İsrâ 17/36) buyrulmasına rağmen müevvele nasıl hüccet denebildiği yönünde gelebilecek itirazları cevaplandırır (Taḳvîmü’l-edille, s. 168-169).

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “evl” md.; et-Taʿrîfât, “Müʾevvel” md.; Debûsî, Taḳvîmü’l-edille fî uṣûli’l-fıḳh (nşr. Halîl Muhyiddin el-Meys), Beyrut 1421/2001, s. 94-95, 104, 168-169; Pezdevî, Kenzü’l-vüṣûl, I, 26, 28, 38; Şemsüleimme es-Serahsî, el-Uṣûl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Beyrut 1393/1973, I, 124-127, 163; Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, Kahire 1322, I, 384-402; , s. 339, 348; Seyfeddin el-Âmidî, el-İḥkâm (nşr. İbrâhim el-Acûz), Beyrut 1405/1985, III, 49-50; Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Keşfü’l-esrâr, Beyrut 1406/1986, I, 204; Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, İstanbul 1308, I, 42-44; Teftâzânî, et-Telvîḥ, Kahire 1377/1957, I, 32; , I, 32-33; İbn Melek, Şerḥu’l-Menâr, İstanbul 1292, s. 96; Molla Hüsrev, Mirʾâtü’l-uṣûl (İzmîrî, Ḥâşiye içinde), İstanbul 1309, I, 116-121; Bihârî, Müsellemü’s̱-s̱übût (Fevâtiḥu’r-raḥamût ile Gazzâlî, el-Müstaṣfâ içinde), Kahire 1322, II, 22-32; Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 19, 176-177; Ali Haydar Efendi, Usûl-i Fıkıh Dersleri, İstanbul 1966, s. 165-167; Bilmen, Kamus2, I, 20-21, 74-75; Fahrettin Atar, Fıkıh Usûlü, İstanbul 1988, s. 205-206; Zekiyyüddin Şa‘bân, İslâm Hukuk İlminin Esasları (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), Ankara 1990, s. 307, 320-325, 341-342; Ferhat Koca, İslâm Hukuk Metodolojisinde Tahsis, İstanbul 1996, s. 74-79; M. Nazif Şahinoğlu, “Te’vil”, İA, XII/1, s. 215-217.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 478-479 numaralı sayfalarda yer almıştır.