ARGUN

(ö. 690/1291)

İlhanlı hükümdarı (1284-1291).

Müellif:

Abaka’nın en büyük oğlu olan Argun İlhan 660 (1261-62) yılında (Tavuk yılı Aram ayının 25. günü) dünyaya geldi. Fakat Reşîdüddin’in bazı sözleri, 658 (1259-60) yılında doğmuş olabileceğine de ihtimal verdirmektedir. 1278 yılında Horasan’a gelen Abaka, ertesi yıl oğlu Argun’u Fars ve Kirman’ı yağmalamış olan Çağataylar’dan Neküderliler’in (Neküderiyân) üzerine gönderdi. Argun Neküderliler’i Sîstan’a kadar takip edip orada kuşattıktan sonra bazı Çağatay şehzadelerini beraberinde alarak babasının yanına döndü. Abaka’nın 1282’de ölümü üzerine yeni bir han seçmek için Van gölünün kuzeyindeki Aladağ’da toplanan kurultaya o da katıldı ve Abaka’nın en büyük oğlu olduğu için hanlık tahtına kendisinin seçilmesi gerektiğini bildirdi. Fakat kurultay büyük bir çoğunlukla amcalarından Ahmed’i han seçince Argun da onun hükümdarlığını tanımak zorunda kaldı.

Sultan Ahmed devlet işlerini annesi Kutı Hatun’a bırakıp vaktini, girmiş olduğu tarikatın şeyhleriyle konuşmak ve tarikatın âyinlerine katılmakla geçirmeye başlamıştı. Argun, Ahmed’in bu yaşayışını fırsat sayıp isyan ettiyse de yenilip esir alındı. Fakat Ahmed’in ve bilhassa ordusunun baş kumandanı Alinak Noyan’ın gafleti yüzünden durum bir gecede Argun lehine değişti. Alinak ve yanındakiler kolayca bertaraf edildikleri gibi Ahmed’in de yakalanıp ortadan kaldırılmasında herhangi bir güçlük çekilmedi (683/1284). Bunun üzerine toplanan kurultayda Argun han seçildi (altıncı ay tavuk yılı = Cemâziyelevvel 683 / Ağustos 1284). Yeni hanın ilk işi, hayatını kurtaran ve kendisine hanlık tahtını sağlayan Celâyir Buka’ya geniş yetkiler tanıyarak onu bütün devlet işlerine bakmakla görevlendirmek oldu.

Argun Han’ın yaklaşık yedi buçuk yıl süren saltanatı iç olaylar bakımından oldukça hareketli geçti. Bu olaylardan ilki, Sâhib-i Dîvân Şemseddin el-Cüveynî’nin Abaka Han’ı zehirlemekle itham edilerek öldürülmesidir (Ekim 1284). Bu olaydaki asıl sebep ise Cüveynî’nin yeniden sâhib-i dîvân olmasının Buka’yı endişelendirmesidir. Esasında değerli bir devlet adamı olan Şemseddin el-Cüveynî, yatıştırıcı sözlerle Abaka’nın 1277’de Anadolu’da giriştiği katliamı durdurmaya muvaffak olmuştu. Cüveynî daha önce Sivas’ta, bugün Çifte Minareli Medrese denilen güzel bir eser de yaptırmıştı. Devletin idaresi kendisine verilmiş olan Buka da dirayetli bir bey olup malî işlerden de anlıyor, Argun’a yakın beyler onu çok kıskanıyorlardı. Bu yüzden fırsat buldukça mübalağalı, hatta aslı olmayan sözlerle hana karşı Buka’yı kötülüyorlardı. Buka da onlara yukarıdan bakıyor ve zaman zaman sertçe davranıyordu. Kardeşi Aruk ise Bağdat’ta, kaynaklara göre, “krallar gibi” yaşıyor, tahsil edilen vergiyi devlet merkezine göndermiyordu. Argun bunu anlayınca Aruk’u azletti; haslarının (incü) idaresini de Buka’dan alıp yakın çevresinden Tuğaçar Noyan’a verdi. Ordunun merkez kolunun kumandanlığına da yine Buka’nın hasımlarından Koncukbal’ı getirdi. Bunları haber alan Buka üzüntüden hastalandı. Hasımları onun için yalan yere hastalığını bahane ederek eve kapandığı şeklinde şikâyette bulundular. Han bu sözlere inandı ve divan defterlerinin evinden alınmasını ve adamlarının da işlerinden çıkarılmalarını emretti. Hayatının tehlikeye girdiğini gören Buka şehzadelerden Çöşkâb’ı Argun’un yerine geçirmek istediyse de Çöşkâb durumu hana bildirdi. Bunun üzerine İlhanlı Devleti’ni beş yıldan fazla bir zaman istediği şekilde idare eden Buka kolayca yakalanıp öldürüldü (Zilhicce 687 / Ocak 1289). Daha sonra oğulları ile diğer yakınları ve taraftarları da aynı âkıbete uğradılar.

Buka’nın yerine, malî konuları çok iyi bildiğine Argun’u inandıran yahudi tabip Sa‘düddevle getirildi. Sa‘düddevle kısa zamanda İlhanlı maliyesini yoluna koydu, fakat kimseye iltimas etmediği için çok düşman kazandı. Argun ise vezirinin icraatından son derece memnundu.

Argun devrinde Fars’taki Salgurlu Atabegliği ortadan kaldırıldı. Son Salgurlu atabegi Melike Âbiş Hatun Tebriz yakınındaki Çerendâb’da vefat etti (1286). Anadolu’ya gelince, bu ülke de diğer yerler gibi iyi idare edilmedi. Yaptırdığı sayısız eserlerden dolayı “ebü’l-hayrât” diye anılan büyük Selçuklu devlet adamı Sâhib Ata da vefat edince (1288) memleket büsbütün sahipsiz kaldı. Ertesi yıl Tebriz’den gönderilen Fahreddin el-Kazvînî’nin koyduğu ağır vergiler halkı büyük bir sıkıntıya düşürdü; hatta birçokları bu yüzden yurtlarını bırakıp başka yerlere gittiler. Fakat Fahreddin el-Kazvînî yaptığı zulmün cezasını aynı yıl hayatı ile ödedi. Yine aynı yıl Anadolu’daki Moğol ordusu kumandanlığına tayin edilen Samagar Noyan, malî idaresinin başına Anadolulu Hoca Nâsırüddin’i getirdi. O da icraatı ile halkın acılarını dindirdi.

Argun devri dış olaylar bakımından pek önemli sayılmaz. Onun saltanatında akından başka hiçbir hadise vuku bulmadı. Bununla beraber Argun’un elçileri kendilerine karşı müttefik bulmak için boş yere Avrupa’yı dolaştılar. Ceyhun’u ve Kafkasya’daki Demirkapı’yı geçip İlhanlı ülkesine giren Çağatay ve Kıpçak Hanlığı’na mensup kuvvetler de sadece yağmacılık için gelmişlerdi.

Samimi bir Budist olan Argun bahşılara değer verip onları himaye ediyordu. Henüz otuz yaşlarında olduğu halde uzun yaşamak için Hindistanlı bir bahşının hazırladığı ilâcı sekiz ay içtikten sonra Tebriz Kalesi’nde çilehâneye girmişti. Fakat oradan hasta çıktı; bir ara sağlığı düzelir gibi oldu ise de yeniden hastalandı ve bir daha iyileşemedi. Çünkü kendisine felç gelmişti. Kamların, hastalığın büyüden ileri geldiğini söylemeleri üzerine Toğançuk Hatun (Sultan Ahmed’in bir yakını) bu büyüyü yapmakla itham edilip birçok kadınla birlikte suda boğuldu (1291). Diğer taraftan Argun’un iyileşmeyeceğini anlayan Tuğaçar, Koncukbal ve Togan gibi bazı noyanlar bir ittifak cephesi vücuda getirdiler. Bunlar ilk önce kendileri gibi hana yakın diğer bazı beyleri öldürdükten sonra vezir Sa‘düddevle’nin ve onunla birlikte çalışan diğer bazı noyanların da hayatlarına son verdiler. Bu hadiseler üzerine “bolgak” çıktı, yani ortalık karıştı. Askerler mahalleleri yağmaladılar. Tam bu sırada da Argun Arrân’da öldü (7 Rebîülevvel 690 / 10 Mart 1291). Bir sandık içine konulan cesedi, Moğol geleneğine uyularak Sultâniye’nin batısındaki Sûcâs dağına götürülüp orada gömüldü.

Argun’un başlangıçta babasının tahtını elde etmek için Ahmed ile giriştiği mücadele, onun devlet işleriyle yakından ilgileneceği ümidini vermişti. Fakat ümit gerçekleşmedi. Devlet işlerini Buka’ya, sonra da Sa‘düddevle’ye bırakıp kendisi basit bir Moğol noyanı gibi kışlaktan yaylağa gidip geldi. Bu husus keyfî hareketlere, yetkilerin kötüye kullanılmasına ve töreye bağlılık fikrinin zayıflamasına sebep oldu. Sâhib-i Dîvân Cüveynî’nin Argun Han’ın haslarına katılan emlâkinin oğullarına iade edilmesi söz konusu olunca, mesele bunların hayatlarına son verilmek suretiyle halledildi. Argun’un dört oğlundan Gazan ve Harbende (Olcaytu Sultan Muhammed) daha sonra hanlık tahtına geçtiler. Argun Tebriz’e çok yakın bir yerde Arguniye adlı bir şehir kurmaya girişmişse de ölümü üzerine bu teşebbüs sonuçsuz kalmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

Muhammed Mübârek, Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, İstanbul 1318, s. 31-32.

S. C. Tabâtabâî, Resmü’l-ḫaṭṭi Uyġūrî ve Seyrî der Sikke-şinâsî, Tebriz 1351 hş., III, 38-43.

, s. 613-638, 639.

Reşîdüddin, Câmiʿu’t-tevârîḫ (nşr. K. Jahn), ’s-Gravenhage 1957, s. 49-58, 60-81; a.e. (nşr. A. A. Alizâde), Bakû 1958, s. 165, 195-228.

Aksarâyî, Ravżatü’ṣ-ṣafâʾ: Moğollar Zamanında Türkiye Selçukluları Tarihi (nşr. Osman Turan), Ankara 1944, s. 148-158.

İbnü’l-Fuvatî, el-Ḥavâdis̱ü’l-câmiʿa (nşr. Mustafa Cevâd), Bağdad 1351, s. 435-467.

Vassâf, Târîḫ, Bombay 1269/1853, s. 122-143, 219-247.

Hamdullah Müstevfî, Târîḫ-i Güzîde (nşr. Abdülhüseyn-i Nevâî), Tahran 1336-39 hş., s. 593-600.

, I, 711, 722, 775, 776.

Rızâ Kulu Han, Ravżatü’ṣ-ṣafâ-yı Nâṣırî, Tahran 1338-39, IX, 480.

Mîrhând, Ravżatü’ṣ-ṣafâʾ, Leknev 1952, s. 114-122.

Anonim Selçuknâme (trc. F. N. Uzluk), Ankara 1952, s. 72-83.

Muhyiddin b. Abdüzzâhir, Teşrîfü’l-eyyâm ve’l-ʿuṣûr (nşr. M. Kâmil), Kahire 1960, s. 4, 48, 61, 63-66, 68, 82.

R. Grousset, L’Empire des steppes, Paris 1948, s. 446-451.

, s. 89-98, 252-253.

W. Barthold, “Argun”, , I, 560-561.

P. Jackson, “Arḡūn Khan”, , II, 402-404.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1991 yılında İstanbul’da basılan 3. cildinde, 355-357 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Leave a Comment