BÂBÜRLÜLER

1526-1858 yılları arasında Hindistan’da hüküm süren bir Türk devleti.

Müellif:

Hânedanın kurucusu ve ilk hükümdarı Çağatay Türkleri’nden Bâbür’dür. Bâbür Şah 1526’da Pânîpet Meydan Savaşı’nı kazanarak Lûdî Sultanlığı’nı ortadan kaldırdı ve Bâbürlü hânedanını kurdu. Mart 1527’de Kânvâ’da, savaşçılıklarıyla Hindistan’da haklı bir şöhrete sahip olan Racpûtlar’ı mağlûp etti. Çitor racası Rânâ Sangâ’nın emrindeki Hindular ağır kayıplar verdiler. Bu hadise Bâbürlüler’in Hindistan’daki hâkimiyetini iyice sağlamlaştırdı. 1530’a doğru Bâbür’ün sağlık durumu bozulmaya başladı. Devrin ileri gelenlerini yanına çağırtarak oğlu Hümâyun’un hükümdarlığını kabul ettirdikten kısa bir süre sonra 26 Aralık 1530’da Agra’da vefat etti.

Bâbür’den sonra oğlu Hümâyun (1530-1540) Agra’da tahta çıktı. Devletin o sırada önde gelen rakibi Lûdî ailesinden Afganlar’dı. Bengal’e iltica etmiş olan Mahmud Han Lûdî batıya doğru ilerleyerek Cavnpûr’u ele geçirdi. Hümâyun 1531’de şehri kurtardıktan sonra Şîr Han’a ait Çunâr Kalesi üzerine yürüyerek kaleyi dört ay kadar muhasara etti. Bâbürlüler’in güneybatıdaki komşusu Sultan Bahadır Şah Gucerâtî, 1534’te Hümâyun doğuda meşgul iken Çitor’u muhasara ettiği bir sırada Agra yakınlarına kadar ilerlemişti. Bunun üzerine Hümâyun Gucerât seferine karar verdi ve Bahadır’ı Mandasor’da bozguna uğratarak kaçmaya mecbur ettikten sonra Kambay körfezine kadar ilerledi ve Gucerât’ı topraklarına kattı (1535). Yörenin idaresini kardeşi Askerî’ye bırakarak Agra’ya döndü. Askerî Gucerât’ın muhafazasında başarılı olamadı. Bahadır Ahmedâbâd’a hücum ederek Bâbürlüler’i ülkesinden attı. Bu sırada Hümâyun iç karışıklıklarla uğraşıyordu. Kardeşleri Hindal Mirza ve Kâmrân Mirza’nın ayaklanmaları ve tahtta hak iddia etmeleri Hümâyun’u epey uğraştırdı. O sırada Şîr Şah, Ganj boyunca batıya doğru nüfuzunu yaydığı gibi Benâres’i de topraklarına kattı. Şîr Şah 27 Haziran 1539’da Çavsa’da gece baskınıyla Hümâyun’u beklenmedik bir şekilde ağır bir mağlûbiyete uğrattı.

17 Mayıs 1540’ta Kannevc Meydan Savaşı da Bâbürlüler’in yenilgisi ve Agra ile Delhi’yi boşaltıp Lahor’a çekilmeleriyle sonuçlandı. Hindal Mirza ve Kâmrân Mirza Hümâyun’la Lahor’da buluştular ve hep birlikte mücadeleye karar verdiler. Fakat Hindal-Kâmrân rekabeti, doğuda Şîr Şah tehlikesi Hümâyun’u Hindistan’dan uzaklaşmaya mecbur etti. Bâbürlüler on beş yıl kadar sürgünde varlıklarını devam ettirmeye çalıştılar. Hümâyun Safevîler’e sığındı ve Tahmasb’ın yardımını gördü. Hindal Moğollar’la yaptığı savaşta öldü. Askerî ve Kâmrân da hac için Mekke’ye gittiler ve orada vefat ettiler.

Hümâyun 1555’te Hindistan’a geri döndü. Sûrîler’den İskender’i mağlûp ederek Delhi’yi zaptetti. Böylece Bâbürlüler ikinci defa Hint hâkimiyetini ele geçirdiler. Mir’âtü’l-memâlik müellifi Seydi Ali Reis bu sırada Delhi’ye gelmiş ve Hümâyun’la görüşmüştür. Hümâyun 28 Ocak 1556’da kaza sonucu yaralandı ve öldü. Hümâyun’un ölümü Seydi Ali Reis’in tavsiyesi üzerine gizli tutuldu. Az sonra Hümâyun’un oğlu Ekber Şah, atalığı Bayram Han’ın yardımıyla on dört yaşında iken Celâleddin unvanı ile tahta oturdu. Gerekli tedbirler alınarak iç huzur sağlandı. Afganlı Hemu 1556 yılı sonlarında mağlûp edildi. Daha sonra Bayram Han hacca gönderilmek suretiyle saraydan uzaklaştırılmak istendi. Ekber Şah bazı idarî ve sosyal değişiklikler yaptı. Bengal, Portekiz, Gucerât meselelerini isteği doğrultusunda halletti. Osmanlılar, Safevîler ve Özbekler’le iyi münasebetler kurdu. Hindistan-Türk tarihinde büyük akisler bırakan Celâleddin Ekber’in 1605’te vefatından sonra büyük oğlunun muhalefetine rağmen Nûreddin unvanı ile tahta çıkan Cihangir, Bâbürlüler’in Ekber’den sonraki en güçlü şahsiyetidir. 1612’de Afganlılar’ın Bengal’deki tehlikeli ayaklanmasını bastırdı. Mevar Racası Amar Sing de Cihangir ile siyasî rekabete başladı. Onun saltanatı sırasında Portekiz, Hollanda, Fransa ve İngiltere Hindistan’a karşı sömürge politikalarını geliştirdiler.

Vereenidge Dost-Indische Compagnie adlı Felemenk Doğu Hindistan Kumpanyası, Compagnie Française des Indes Orientales ve İngilizler’in kurduğu East Indian Company yanında Portekizliler’in de Hindistan kıyılarında ticarî merkezleri mevcuttu. Türkçe bilen William Hawkins 1608’de Gucerât’taki Sûret’e geldi ve ülkesi için ticarî imtiyaz istedi. Bu münasebetle 1609’da Cihangir’in huzuruna çıkarak onunla dostluk kurdu. 1615’te Sir T. Roe İngiltere adına Bâbürlü hükümdarı tarafından kabul edildi. Cihangir’in oğlu ve Dekken valisi Hürrem ona istediği bazı ticarî kolaylıkları sağladı. Dekken’de Melik Amber ayaklanması ve Maratalar’ın onunla iş birliğine girmesi Cihangir’i epeyce meşgul etti. Şehzade Hürrem babası adına Dekken’de sükûneti sağladı (1621). Bu sırada Safevî Hükümdarı Şah Abbas Kandehar’ı ele geçirdi (1622). Cihangir batı sınırı için önem arzeden bu kaleyi almak üzere Hürrem’i görevlendirdi. Ancak şehzade emrine itaat etmeyerek Bâbürlüler’in can düşmanı Melik Amber’le birleşti. Daha sonra yaptığına pişman olarak iki oğlu Dârâ Şükûh ile Evrengzîb’i başşehre yolladı. 1626’da Mehâbet Han Cihangir’e karşı ayaklandı ve hükümdarı esir aldı, fakat aynı yılın sonuna doğru Cihangir onun elinden kurtuldu. Şehzade Hürrem de bu kargaşa sırasında âsi veziri destekledi.

Cihangir 7 Kasım 1627’de Keşmir’den Lahor’a giderken yolda öldü ve Ravi nehri kıyısında Şah Dârâ denilen yerde gömüldü. Şehzade Hürrem bu sırada Dekken’de idi. Cihangir’in karısı Nurcihan’ın kardeşi Âsaf Han, Cihangir’in torunu Dâver Bahş Bûlâkī’yi hükümdar ilân etti. Ancak Dâver Bahş, az sonra Âsaf Han’ın kendisine ihanet ederek amcası Hürrem’i sultan ilân ettiğini öğrendi ve Safevîler’e sığındı (1628). I. Şah Cihan adıyla Agra’da tahta çıkan Hürrem, Cihan Lûdî ve Bundelas ayaklanmalarıyla meşgul oldu. Çok sevdiği eşi Ercümend Bânû Mümtaz Mahal’in hâtırasına Tac Mahal adlı âbidevî eseri yaptırdı. Behmenîler’in son kalıntısı olan mahallî hânedanları da Bâbürlü topraklarına kattı. Portekizliler’le Hugli’deki mücadele Şah Cihan lehinde sonuçlandı. Dekken’deki ordu Evrengzîb’in emrindeydi. Bîder ile Kalyan da bu şehzade tarafından alındı. Şah Cihan 1657’de hastalandı. Bunu haber alan diğer şehzadeler ayaklandılar. Murad Bahş kendisini hükümdar ilân ettiyse de bir ihanet sonucu ele geçirilerek hapsedildi ve daha sonra öldürüldü. Şah Şücâ‘ da Hacva’da mağlûp oldu ve Murad Bahş’ın âkıbetine uğradı. Dârâ Şükûh, Samugarh’ta Evrengzîb’in kuvvetleri önünde bir varlık gösteremeyerek yenildi. Böylece rakipsiz kalan Evrengzîb, Muhyiddin I. Âlemgîr unvanıyla 21 Temmuz 1658’de Agra’da tahta çıktı ve babasını da kalede göz altına aldırdı.

1662’de doğuda Assam racası Bâbürlüler’e karşı ayaklandı. Evrengzîb muktedir ve güvenilir valilerden Mîr Cumlâ’yı onun üzerine yolladı. Yûsufzay ve Afridîler’in 1667 ve 1672’de birbirini takip eden isyanları da bastırıldı. Cesvent Sing’in bir halef bırakmadan ölmesi üzerine de Mârvâr Bâbürlü topraklarına katıldı. Hindistan’da Hinduluğun en güçlü temsilcilerinden biri de Racpûtlar’dı. Evrengzîb, oğlu Ekber’i bunları te’dib etmekle görevlendirdi. Fakat tecrübesiz şehzade Racpûtlar’ın vaadine aldanarak babasına karşı isyan etti. Bâbürlü ordusu hemen hükümdarın diğer oğlu Muazzam’ın idaresinde Ekber’in üzerine yürüdü. Ekber önce Dekken’e, sonra Maratalar’a sığındı. Evrengzîb’in sıkı takibi dolayısıyla canını kurtarmak için İran’a kaçtı ve orada öldü. Maratalar gün geçtikçe Bâbürlüler’e karşı düşmanca tutumlarını daha da arttırdılar. Reisleri Şâhcî, Ahmednagar’dan çevreye sık sık baskınlar düzenleyerek birçok yeri yağmaladı.

Evrengzîb daha sonra Şâhcî’nin oğlu Sîvâcî ile meşgul oldu. Amber Racası Cay Sing’i Maratalar’a karşı harekete geçirdi. Âsiler yenilgiye uğratıldığı gibi zaptettikleri arazi de Bâbürlüler tarafından alındı. Dilir Han Racapûr’a yürüyerek şehir ve kale yakınlarında Maratalar’ı ağır bir mağlûbiyete uğrattı (1679). Sîvâcî’ye kendisi gibi muharip olan oğlu Sembhâcî halef oldu ve Evrengzîb’i dört beş yıl kadar uğraştırdı. Karakoyunlular’a mensup Kutbşâhîler ile Osmanlılar’la akraba olduklarını iddia eden Âdilşâhîler Bâbürlüler’in hâkimiyetini tanımak zorunda kaldılar (1687). Dekken bölgesi ve civarının hâkimiyet altına alınmasından sonra sıkı bir şekilde takip edilen Sembhâcî de esir alındı. Bazı kutsal değerlere hakaret etmesinden dolayı Evrengzîb’in emriyle 1689’da idam edildi. Ancak Maratalar bu defa Raca Ram ve II. Sîvâcî gibi liderler vasıtasıyla Bâbürlüler’e karşı mücadeleye devam ettiler. Evrengzîb 1705’te Maratalar üzerine son seferine çıktı. Vâkinkera Kalesi’ni kuşattığı sırada hastalandı ve 3 Mart 1707’de Ahmednagar’da öldü. Cesur ve ileri görüşlü bir kişi olan Evrengzîb Bâbürlüler’in altı büyük hükümdarının sonuncusudur. Devlet yönetimi hakkında on iki maddelik bir de vasiyetnâme bırakmıştır. Hindular karşısında müslüman nüfusu dengeleyebilmek için Türkistan’dan getirilen çok sayıda Türk’ü büyük şehirlerde iskân ettirmiş, onlara toprak dağıttığı gibi ordusunda da görev vermiştir.

Evrengzîb’in ölümünden sonra oğulları A‘zam Muhammed Şah ve Kâm Bahş 1707’de kısa bir süre tahtı ellerinde bulundurdular. A‘zam Muhammed Şah babası gibi güçlü bir şahsiyet değildi. Kâm Bahş, Bîcâpûr sûbedarı iken Turaniyanlı beylerin desteğiyle tahta sahip olmak istedi. Kendi adına hutbe okuttuğu gibi para da bastırdı. Bu arada Evrengzîb’in diğer oğlu Şah Âlem I. Bahadır Şah da ayaklanmış, A‘zam Şah’ı yendikten sonra hükümdarlığını ilân etmiş ve Dekken’de istiklâlini ilân eden Kâm Bahş’ın kendisine itaat etmesini istemişti. Bunun üzerine Kâm Bahş, Pâdişâh-ı Dînpenâh unvanını alarak I. Bahadır Şah’la mücadeleye karar verdi. Ancak Haydarâbâd yakınlarında meydana gelen savaşta mağlûp oldu, kısa bir süre sonra da aldığı yaraların tesiriyle öldü. I. Bahadır Şah daha şehzade iken Muazzam unvanını taşıyordu. Babası adına Dekken’i yönetmiş ve Goa’daki Portekizliler’le savaşmıştı. Ancak Bâbürlüler’e sonraki tarihlerde büyük darbeler indirecek olan Maratalar’a mağlûp olmuştu. 1699’da Afganistan’da Kâbil valiliğine gönderilmişti. I. Bahadır Şah 1707’de Bâbürlü hükümdarı oldu. Saltanatının ilk yılları Marata ve Racpûtlar’la mücadele içinde geçti. 27 Şubat 1712’de ölümünden önce Pencap’taki Sihler’i te’dib edip dağlık bölgeye sürdü. I. Bahadır Şah’a büyük oğlu Azîmüşşân halef oldu. Fakat vezir Zülfikar Han’ın desteğine rağmen tahtı muhafaza edemedi. Mültan’da vali olan Muizzüddin Cihandar Şah üç gün devam eden savaştan sonra Azîmüşşân’ı bertaraf ederek Bâbürlü tahtına çıktı. Ancak isyan eden Azîmüşşân’ın büyük oğlu Ferruhsiyer meselesini bir türlü halledemedi. Oğlu İzzeddin, Barhe seyyidlerinin desteklediği Ferruhsiyer’e mağlûp oldu. Sadık veziri Zülfikar Han 1713’te âsi kuvvetlerle Agra’da savaştı. Durumun aleyhinde geliştiğini gören Cihandar Şah Delhi’ye sığındıysa da burada ele geçirildi. Ferruhsiyer 10 Ocak 1713’ te Bâbürlü tahtına oturdu. Ancak kendisine bu mevkii sağlayan Bâre Seyyidleri’yle anlaşamadı. Bengal’de ve dolayısıyla Kalküta’da nüfuz kazanmış olan İngilizler fırsattan istifade ederek Ferruhsiyer’den gümrük resminden muaf olduklarına dair izinnâme aldılar. Ondan sonra sırasıyla Şemseddin Refîüdderecât ve Refîüddevle II. Şah Cihan 1719’da Bâbürlü tahtına çıktılar. Seyyidler ve bazı Hindu ileri gelenleri hükümdarın zayıflığından faydalanarak düzeni bozucu bazı menfaatler sağladılar. II. Şah Cihan da selefinden farklı değildi ve Seyyidler’in istedikleri şekilde hareket etti. Maiyetiyle Agra’ya giderken Fetihpûr Sikri yakınında Bidyâpûr köyünde öldü (Eylül 1719). Bu sırada Mâlvâ sûbedarı Nîkûsiyer, Çın Kılıç Han’a güvenerek hükümdarlığını ilân etmişti. Ancak Çın Kılıç Han ve ona tâbi olanlar Nîkûsiyer’i yalnız bıraktılar. Ali ve Seyyid Hüseyin hanlar Bâbürlü hükümdarını Agra’da muhasara altına aldıktan sonra esir ederek Delhi’ye sürgüne yolladılar.

Bâbürlüler’in son güçlü hükümdarı Nâsırüddin Muhammed’dir. Rûşen-ahter lakabını taşıyan Nâsırüddin Muhammed 29 Eylül 1719’da tahta çıktı ve Seyyidler’in de yardımıyla mevkiini sağlamlaştırarak otuz yıla yakın saltanat sürdü. Afganistan’da ve İran’da Afşarlılar’ı güçlendiren ve onlara parlak bir devir yaşatan Türkmen reisi Nâdir Şah, Kandehar meselesi sebebiyle Bâbürlüler’le anlaşmazlığa düştü. Galzaylar’ın Hindistan’a sığınması üzerine Nâsırüddin Muhammed’e mektup yazıldı. Fakat Nâdir Şah’ın gün geçtikçe artan gücünü göremeyen Bâbürlü hükümdarı Afşarlılar’ın ricasını cevapsız bıraktı. Nâdir Şah bu sebeple 1738’de Kâbil’i, 1739’da da Delhi’yi işgal edip ülkeyi yağmaladı. Hindistan’ın bütün zenginlikleri İran’a taşındı. Nâsırüddin Muhammed, Nâdir Şah’ın Hindistan’dan ayrılmasından sonra içte emniyeti sağlamaya çalıştı. 1747’de Nâdir Şah’ın öldürüldüğü haberi Delhi sarayına ulaştı. Afşar ordusundaki Afganlar Abdâlî kabilesinden Ahmed’i kendilerine şah seçtiler. Afganlılar tekrar Bâbürlüler’in kuzeybatı sınırlarını kolaylıkla aşarak Pencap’ı yağmaladılar. Nâsırüddin Muhammed, son çare olarak oğlunun kumandasındaki kuvvetlerini Ahmed Şah Dürrânî üzerine yolladı. Pencap-Delhi yolu üzerindeki Sirhind’de meydana gelen savaşta Bâbürlü kuvvetleri istilâcı Abdâlîler’e mağlûp oldu. Nâsırüddin Muhammed, oğlunun Afganlılar tarafından öldürülmesinden kısa bir süre sonra 16 Nisan 1748’de vefat etti. Delhi’de XIV. yüzyılın büyük velîsi Şeyh Nizâmeddin Evliyâ’nın türbesi yakınında toprağa verildi. Bâbürlüler bundan sonra hızlı bir çöküş içine girdiler. Ülke Maratalar’ın, Pindârîler’in ve hepsinden önemlisi ateşli silâhlarla donatılmış İngilizler’in istilâsına uğradı. Evrengzîb devrinde en geniş sınırlarına ulaşan Bâbürlüler büyük kayıplara uğrayarak süratle eridiler. Afganlılar, Sindliler, Pencaplılar, Keşmirliler, Bengalliler ve Güney Hint racaları imparatorluktan paylarına düşen toprakları aldılar.

Mücâhidüddin Ebû Nasr unvanını taşıyan Ahmed Şah Bahadır (1748-1754), annesi Udam Bai ve harem ağası Câvid Han’ın tesirinde kaldı. Ahmed Şah Dürrânî onun zamanında Pencap’ı istilâ ederek yağmaladı. Bu arada İskenderâbâd’daki Maratalar ayaklandılar; 1750’de yakın adamı Safder Ceng Maratalar’a katıldı. Bu ayaklanmadan sonra gücünü epeyce kaybeden Bahadır tahttan indirildi.

Azîzüddin II. Âlemgîr (1754-1760), vezir İmâdülmülk Gāziddin’in yardımlarıyla nüfuz sağlayabildi. Güçlükle toplayabildiği orduyla Pencap’ı Dürrânîler’den geri alma teşebbüsü felâketle sonuçlandı. Ocak 1757’de Delhi ikinci defa Afganlılar’ın eline geçti. Bu hadiseden sonra vezir Gāziddin bir komplo hazırlayarak II. Âlemgîr’i tahttan indirip öldürttü (1760) ve hükümdarın oğlu Ali Cevher’i Celâleddin Şah Âlem unvanıyla tahta çıkardı. 1760-1806 devresinde iki defa tahta çıkan Şah Âlem, Baksar Savaşı’ndan sonra İngilizler’in himayesini kabul etti. Robert Clive, 1767’ye kadar devam edecek valilik görevine getirildi. Hükümdar ise İngilizler’den maaş alan bir memur durumuna düştü.

Bîdârbaht ve Muînüddin II. Ekber de İngilizler’in gölgesinde varlıklarını kabul ettirebilmişlerdi. Son Bâbürlü hükümdarı Sirâceddin II. Bahadır Şah’tır. 1837-1858 yılları arasında ülkede Bâbürlüler’in eski büyüklüğünden hiçbir eser kalmamıştı. Bahadır Şah 1857’de Delhi’de patlak veren ayaklanmaya zoraki ön ayak olduğu için İngilizler tarafından sert bir şekilde cezalandırıldı. Aralık 1858’de Birmanya’ya Rangun’a sürüldü ve 6 Kasım 1862’de orada öldü. II. Bahadır silik bir şahsiyet olmasına karşılık şairliği, mûsiki bilgisi ve hattatlığıyla Bâbürlüler’in son temsilcisidir.

BÂBÜRLÜLER (932-1274/1526-1858)
1. Zahîrüddin Bâbür932 (1526)
2. Nasîrüddin Hümâyun937-947 (1530-1540
[ikinci hükümdarlığı 962/1555])
3. Celâleddin Ekber963 (1556)
4. Nûreddin Cihangir1014 (1605)
5. Dâver Bahş1037 (1627)
6. Şihâbüddin I. Şah Cihan1037 (1628)
7. Murad Bahş1068 (1657)
8. Şah Şücâ‘1068 (1657)
9. Muhyiddin Evrengzîb Âlemgîr1068 (1658)
10. A‘zam Şah1118 (1706)
11. Kâm Bahş1119 (1707)
12. I. Şah Âlem I. Bahadır Şah1119 (1707)
13. Azîmüşşân1124 (1712)
14. Muizzüddin Cihandar Şah1124 (1712)
15. Ferruhsiyer1124 (1713)
16. Şemseddin Refîüdderecât1131 (1719)
17. Refîüddevle II. Şah Cihan1131 (1719)
18. Nîkûsiyer1131 (1719)
19. Nâsırüddin Muhammed Şah1131 (1719)
20. Ahmed Şah Bahadır1161 (1748)
21. Azîzüddin II. Âlemgîr1167 (1754)
22. III. Şah Cihan1173 (1760)
23. Celâleddin Ali Cevher II. Şah Âlem1173 (1760)
24. Bîdârbaht1202 (1788)
25. II. Şah Âlem (ikinci hükümdarlığı)1203 (1788)
26. Muînüddin II. Ekber1221 (1806)
27. Sirâceddin II. Bahadır Şah1253-1274 (1837-1858)

Teşkilât ve Kültür. Bâbürlü hânedanının başında bulunan hükümdara “padişah” denilirdi. Bâbür Kâbil’de iken bu unvanı benimsemiş ve kullanmıştı. Ayrıca “şehinşah”, “hakan”, “şah” gibi unvanlar da zaman zaman hükümdar isimlerinin sonuna ekleniyordu. Padişah “devlethâne” denilen sarayda otururdu. Padişah eşleri Nur Mahal, Nurcihan, Begüm Sâhib, Cihanârâ, Mümtaz Mahal gibi unvanlarla anılırlar ve gerçek isimleri zikredilmezdi. Padişahtan sonra devlet işlerinde en yetkili kişi, bütün sivil ve askerî işlerde padişah vekili durumunda olan “vekîlü’s-saltana” idi. Dîvân-ı A‘lâ’nın başındaki maliye işlerini yürüten ve düzenleyen saray görevlisine “vezir” denirdi. Dîvân-ı Hâlise doğrudan merkezden idare edilen topraklar ve maaş işleriyle, Dîvân-ı Ten ise “câgîr” denilen ve hizmet karşılığı verilen topraklarla meşgul olurdu. Ordunun malî ve idarî işlerinden sorumlu olan memura “mîr bahşı” adı verilirdi. Bunun yardımcıları olarak ikinci, üçüncü, dördüncü bahşılar bulunurdu. Bâbürlüler’in din işlerine “sadrü’s-sudûr” bakardı ve ülkedeki vakıflarla zekât ve hayır işlerini yürütmek onun başlıca görevi idi. Askeri idare eden kumandanlara bey karşılığı olarak “mansabdâr” denilirdi. Bunlar “heft hezârî”, “penç hezârî” ve “deh başı” adlarıyla belirli sayıdaki askerin kumandanı durumundaydılar. Mansabdârlar hem Türkçe hem de Farsça unvanlar kullanmışlardı. Timar sahipleri belirli sayıda askere bakmak ve onları savaşa hazır bulundurmak mecburiyetindeydiler.

Bâbürlüler’de hassa askerine “vâlâşâhî” deniyordu. Bunlar Ekber Şah tarafından teşkilâtlandırılmış seçkin askerlerdi. Timar sahibi ve kumandanlar ücretlerini kendileri tesbit ederler, bunun % 5 tutarını kendilerine ayırırlar, geri kalanını da askerî hizmetlere harcarlardı. Savaşta önemli roller oynayan filler ordunun önemli bir gücünü teşkil eder, bunlardan sorumlu olan görevliye “şahne-i pîlân” denirdi. Ayrıca Bâbürlü ordusu ateşli silâhlarla da donatılmıştı. Top kullananlara “topçu”, tüfek kullananlara ise “tüfengendâz” adı verilirdi. Bâbürlü ordusunun mevcudu savaş zamanları 200.000’den fazla olurdu.

Bâbürlüler’in hâkim oldukları topraklar XVIII. yüzyıl ortalarına kadar en geniş sınırlarına ulaşmıştı. Pencap, Sind, Dûâb, Kuz, Orissa, Bengal, Gucerât, Dekken ve Keşmir bölgeleri eyalet olarak kurulmuştu. Eyalete “sûbe” de deniyordu. Bunların sayıları on beş yirmi arasında değişiyordu. Eyaletlerin başında bulunanlara “vali” veya “sûbedar” (sipehsâlâr) adı veriliyordu. Vilâyette sûbedarlardan sonra divan, bahşı ve sadr unvanlı memurlar gelirdi. Sûbeler “serkar” denilen kazalara bölünmüştü, idarecisi ise “fevcdâr” idi. Her serkar “pergene” adı verilen nahiyelere ayrılmıştı. Şehirlerde emniyet ve asayişi sağlayan memur “kûtvâl” idi. Giriş çıkışları kontrol etmeleri yanında pazar yerlerindeki fiyat kontrolleri, ölçü aletlerinin denetimi, çevre temizliği ve Hindu kadınların yakılmasını önlemek başlıca görevleriydi.

Bâbürlüler Hindistan’da kültür ve medeniyetin gelişmesinde büyük rol oynamışlardır. Kendilerine has bir mimari tarz geliştirdikleri gibi ülkenin her tarafını önemli eserlerle süslemişlerdir. Bâbürlü başşehirleri Kâbil, Lahor, Delhi, Agra ve Fetihpûr Sikri’de cami, türbe, bahçe, köprü, su arkları, köşkler meydana getirmişlerdi. Agra’daki muhteşem eser Tac Mahal, Bâbürlüler’in ulaştığı medeniyetin en mükemmel örneğidir. Ayrıca Bâbürlüler Türk-İslâm tarihçiliğinin gelişmesine de büyük hizmet etmişlerdir. Bâbürlü hükümdarların saraylarında görevlendirdikleri âlimler, diğer ilimler yanında tarihçiliğe de altın devrini yaşatmışlardı. Herat mektebi ve Hint-İran geleneği tarihçiliği tesiri altına almıştır. M. Elliot ve J. Dowson, Bâbürlü devri tarihçilerinin eserlerini külliyat halinde İngilizce’ye tercüme ederek yayımlamışlardır. Bâbürlüler devrinde yazılmış başka önemli eserler de vardır. Bâbür’ün yazmış olduğu Bâbürnâme, kızı Gülbeden Begüm’ün kaleme aldığı Hümâyûnnâme, Ebü’l-Fazl el-Allâmî’nin yazdığı Ekbernâme bunlar arasındadır. Ayrıca Nizâmeddin Ahmed Herevî’nin umumi Hint tarihine dair Ṭabaḳāt-ı Ekberî’si ile Firişte’nin Gülşen-i İbrâhîmî adlı eserleri de meşhurdur.


BİBLİYOGRAFYA

Babur, Baburnâme (haz. R. Rahmeti Arat), Ankara 1985.

Gul-Badan Begum, Humāyūn-nāma (trc. A. S. Beveridge), Lahore 1987.

W. Erskine, Bābur and Humāyūn, London 1854, I-II.

H. M. Elliot, History of India as Told by Its Own Historians (nşr. J. Dowson), London 1854.

R. S. Whiteway, The Rise of the Portuguese Power in India, London 1899.

G. Hambly, Cities of Mughal India, New York 1908.

J. Sarkar, The History of Aurangzeb, Calcutta 1916-25, I-V.

a.mlf., Fall of the Mughal Empire, Calcutta 1932-50, I-V.

L. F. R. Williams, An Empire Builder of the Sixteenth Century, London 1918.

W. Irwine, Later Mughals, London 1922, I-II.

B. Prasad, History of Jahangir, London 1922.

P. Brown, Indian Painting under the Mughals, Oxford 1924.

V. Smith, Akbar, The Great Mogal, Oxford 1927.

B. P. Saksena, A History of Shah Jahan of Dehli, Allahabad 1932.

S. P. Sen, The French in India, Calcutta 1946.

G. S. Sardesai, New History of the Marathas, Bombay 1946, I-III.

, II-III.

S. R. Sharma, Mughal Government and Administration, Bombay 1951.

a.mlf., The Religious Policy of the Mughal Emperors, London 1962.

K. R. Qanungo, Dara Shikoh, Calcutta 1952.

J. Mill, History of British India, London 1958, I-X.

I. H. Qureshi, Administration of the Mughul Empire, Karachi 1966.

a.mlf., “Moğolların Hakimiyeti Altında Hindistan, Moğol İmparatorları” (trc. Kasım Turhan), İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, İstanbul 1989, II, 299-327.

D. N. Marshall, Mughals in India: A Bibliographical Survey, London 1967.

B. Gascoigne, The Great Moghuls, New York 1971.

P. Spear, A History of India, Maryland 1971, II.

W. Franklin, The History of the Reign of Shah Aulum, Lucknow 1973.

, s. 260-265.

Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. 345-360.

Enver Konukçu, “Hindistan’daki Türk Devletleri”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1988, IX, 461-534.

Abdülmün‘im en-Nemr, Târîḫu’l-İslâm fi’l-Hind, Beyrut 1401/1981, s. 234-419.

A. Rahim, “Muhammed ‘Adil Shah”, , V/4 (1957), s. 226-239.

Hamit Süleyman, “Bâbürlüler Devri Minyatür Sanatı” (trc. Haver Aslan), , sy. 19 (1982), s. 199-213.

T. W. Haig v.dğr., “Hind-Türk İmparatorluğu”, , V/1, s. 492-510.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1991 yılında İstanbul’da basılan 4. cildinde, 400-404 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Leave a Comment