ÇETR

Bazı İslâm ve Türk devletlerinde hükümdarlık alâmetlerinden biri.

Müellif:

Türkçe’ye Farsça’dan geçen ve “şemsiye, çadır” anlamına gelen çetrin aslı Sanskritçe çhattra (gölgelik, siper) kelimesidir (bk. ÇADIR). Çetr (mizalle), hükümdar sefere veya alayla bir yere giderken başı üzerinde tutulurdu. Bir mızrağın ucunda küçük bir kubbe şeklinde açılan bu saltanat şemsiyesi atlas veya altın sırmalı kadifeden yapılırdı ve tepesinde “altın top” denilen bir alem (monçuk) bulunurdu. İlk önce Mezopotamya tasvirî sanatında özellikle Asur krallarının ayakta dururken, yürürken ve savaş arabasında savaşırken veya avlanırken başları üzerine tutulduğu görülen çetrin, eski İranlılar’da ve Emevîler’den itibaren de çeşitli İslâm devletlerinde kullanıldığı bilinmektedir. Abbâsî Halifesi Mu‘tasım-Billâh devrinde (833-842) İbnü’z-Zeyyât “mişmas” (müşemmes, çetr, mizalle) imalâtından sorumlu idi (Taberî, IX, 20). Müstaîn-Billâh zamanında ise (862-866) halifenin çetri (şemse) Türk asıllı Emîr Yînûḳ (Bînûḳ) el-Fergānî’nin kontrolündeydi (Taberî, IX, 289). Muktedir-Billâh’ın (908-932) Mûnis el-Muzaffer’e, Müsterşid-Billâh’ın (1118-1135) Irak Selçuklu Sultanı II. Tuğrul’a karşı tertipledikleri seferler sırasında üzerlerinde çetr taşınıyordu. XIII. yüzyılda yaşayan Çinli bir yazar, Abbâsî halifesinin başında tutulan çetrin tepesinde yeşimden yapılmış bir aslan ve onun üzerinde de altından yapılmış parlak bir ay bulunduğunu yazmaktadır (, III, 382). Mizalle (çetr) kelimesi Abbâsîler’den Fâtımîler’e geçmiş ve Slav asıllı emîrlerden biri sâhibü’l-mizalle olarak görevlendirilmiştir.

Memlükler dönemi kaynaklarında çetr kelimesi citr ve çitr şekillerinde kaydedilmiştir. Yeşil ipekten yapılan çetr altın yaldızla süslenir, tepesinde gümüşten bir kuş bulunurdu. Bundan dolayı çetr “el-kubbe ve’t-tayr” adıyla meşhurdu. Dinî bayramlarda yüksek rütbeli bir emîr tarafından taşınırdı.

Çetr fazla yaygın olmamakla beraber Endülüs’te de vardı. Murâbıtlar, Muvahhidler, Merînîler ve Nasrîler tarafından kullanıldığına dair ise bilgi yoktur.

İbn Bîbî’nin, “Hükümdar çetrinin kartalı sultanların güneşine talih kanadını ve tüylerini gerdi ve kudret gölgesini yaydı” cümlesinden, aynı çağda Anadolu Selçuklu sultanlarının çetr alemlerinin kartal şeklinde olduğu (Öney, s. 166) ve ayrıca müslüman Türkler’in mitolojik hayvanları çetr ve çadır alemi olarak kullandıkları anlaşılmaktadır (, II, 353).

Özellikle Müslüman-Türk devletlerinde çetr hâkimiyet alâmeti olarak yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Karahanlı hükümdarları kırmızı renkte çetr taşırlardı. Karahanlılar’da çetrin (kubbe) savaş alâmetlerinden birini teşkil ettiği ve savaş meydanlarında taşındığı da bilinmektedir. Gazneliler’de başlangıçta la‘l renkli çetrler kullanıldığı halde Mahmûd-ı Gaznevî’den itibaren siyah renk tercih edilmiştir. Gazneli Hükümdarı İbrâhim b. Mes‘ûd’un çetri üzerinde mücevherlerle süslenmiş bir şahin vardı. Çetri taşıyana çetrdar denirdi. Ortaçağ’da bayrakla çetrin aynı renkte olması genel bir kuraldı.

Büyük Selçuklular’da da hükümdarlık alâmeti olan çetrin üzerinde ok ve yay resmedilmiş bir arma vardı. Tuğrul Bey’in 3000 süvari ile Nîşâbur’a girdiği zaman başı üzerinde kırmızı renkli ipekli kumaştan yapılmış bir çetr taşındığı bilinmektedir. Sultan Berkyaruk’un ölümü (498/1104) üzerine Atabeg Emîr Ayaz veliaht Melikşah’ı sultan ilân edip onun için diğer saltanat alâmetleri yanında çetrin de hazırlanmasını emretti ve üzerine Melikşah’ın alâmetini koydurdu. Katvân savaşında mağlûp olan ve bir çetrin altında duran Sultan Sencer’in esir düşmesinden endişe eden Sîstan Meliki Ebü’l-Fazl ona kaçmasını söyleyerek çetrin altında kendisi durmuştu. Kirman Selçukluları’nda da hâkimiyet alâmeti olarak çetr vardı. Hânedanın kurucusu ve ilk hükümdarı Kavurd Bey’in çetri üzerinde Büyük Selçuklular’da olduğu gibi ok ve yay resmi mevcuttu. 547’de (1153) Bağdat’ta Abbâsî Halifesi Muktefî-Liemrillâh’ın oğlu Müstencid-Billâh’a veliahtlık verilmesi münasebetiyle yapılan merasimde Kirman Selçukluları’nı ve Sultan Sencer’i temsil eden heyet çetr taşıyordu.

Anadolu Selçukluları’ndan bahseden kaynaklarda “çetr-i cihângîr-i saltanat”, “çetr-i mansûr”, “çetr-i şehinşâh” ve “çetr-i hümâyun” tabirleri geçer. Siyah renkli olan Selçuklu çetri II. Gıyâseddin Keyhusrev zamanında (1237-1246) mavi renge çevrildi. Sultanın bu tasarrufunda meşhur devlet adamı Sâdeddin Köpek’in etkili olduğu anlaşılmaktadır. Abbâsî halifeleri saltanatlarını tasdik ettiği Selçuklu sultanlarına menşur, hil‘at vb. ile birlikte çetr de gönderirdi. Nitekim II. Süleyman Şah’a hâkimiyet sembolü olarak çetr ve livâ gönderilmiştir. Anadolu Selçukluları’nda sultanlar öldüğü zaman çetr ve sancaklarının türbenin üzerine konulması âdet olmuştu.

Hârizmşahlar’da da siyah çetrin mevcudiyeti bilinmektedir. Sultan Alâeddin Muhammed, Fars Atabegi Sa‘d b. Zengî’yi takip ederek Rey civarına geldiğinde çetr ve sancakları yanında bulunuyordu. Sa‘d sultanın çetrini görünce teslim olmayı tercih etmiştir. Sultan Celâleddin Hârizmşah, itaat arzetmeye gelen Erzurum Meliki Rükneddin Cihan Şah’ı kabul ettiği sırada başının üstünde büyük bir çetr bulunuyordu. Aynı şekilde İlhanlılar’da da çetr hükümdarlık alâmetleri arasındaydı. Cengiz Han’ın da yeşil kırmızı çetr kullandığı bilinmektedir.

Meşhur Gurlu Hükümdarı Alâeddin Cihansûz, Gazneli Behram Şah’ı yenilgiye uğratıp Gazne ve Büst’ü yakıp yıktığı seferden sonra Gazneli ve Selçuklu sultanlarını taklit ederek çetr kullanmaya başlamıştır. Aynı hânedandan Gıyâseddin Mahmud da Delhi Sultanlığı’nın kurucusu Kutbüddin Aybeg’e sultan unvanı vermiş ve saltanat alâmeti olarak çetr göndermişti. Delhi Türk sultanları değişik renkte çetrler kullanmışlardır. Meselâ İltutmış oğlu Mahmud’u kazandığı bir zafer dolayısıyla kırmızı bir çetr ile ödüllendirmişti. Bedâûn valiliğine tayin ettiği Mahmud’un küçük kardeşi Rükneddin’e de yeşil çetr (çetr-i sebz) vermişti (623/1226). Melik Yüzbeg taht mücadelesi sırasında kırmızı, siyah ve beyaz çetr kullanmıştır. Halacîler ve Tuğluklular da çetr-i siyâh-ı sultânî kullanırlardı. İbn Battûta, Muhammed b. Tuğluk’un bir kısmı mücevherli, bir kısmı altın sırmalı on altı çetri olduğunu söyler (Riḥle, s. 446). Bu çetrlerden yedi tanesi savaşa giderken sultanın üzerinde taşınırdı. Timurlu, Safevî ve Bâbürlü hükümdarları da çetri saltanat ve hâkimiyet alâmeti olarak kullanmışlardır.

Osmanlı kaynaklarında çetr kelimesinin geçtiği görülmekte, ancak bunun bir saltanat alâmeti olmadığı bilinmektedir.

Hindistan’daki İslâm mimarisinde şekil olarak çetri esas alan yapılara çetrî denilmektedir. Bunlar çeşitli binalarda tahkimat maksadıyla yapıldığı gibi cami, minber, minare ve türbelerde dekoratif amaçlarla veya gölgelik olarak da kullanılmıştır. Delhi’de hükümdar türbeleri üzerindeki çetrîlerin en eskisi, Rükneddin Fîrûz Şah ile (ö. 634/1236) Muizzüddin Behram Şah’ın (ö. 639/1242) Melikpûr’daki türbeleri üzerine yapılan çetrîlerdir.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 388.

, IX, 20, 289.

, s. 93-94.

, IX, 252.

İbn Battûta, Riḥle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 446.

Nesevî, Sîret-i Celâleddîn-i Mingburnî (trc. Anonim, nşr. Müctebâ Mînovî), Tahran 1344 hş./1965, s. 198.

, s. 31.

, II, 133; III, 469, 503, 506, 509, 512, 515, 517; IV, 7, 46-47, 96-97; V, 300-301, 334.

Muhammed b. İbrâhim, Târîḫ-i Selâciḳa-i Kirmân (nşr. M. Th. Houtsma), Leiden 1886, s. 10.

, s. 70-71, 448.

İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, Ankara 1956, s. 202.

, s. 297.

C. E. Bosworth, The Ghaznavids: Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran: 994-1040, Edinburgh 1963, s. 105, 126, 280.

Gönül Öney, “Anadolu Selçuk Mimarisinde Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı Kartal”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s. 166.

Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, Ankara 1981, s. 149.

M. Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, Ankara 1983, II, 20.

Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Ankara 1984, VII, 388-389.

W. Irvine, The Army of the Indian Moghuls, New Delhi, ts., s. 31.

M. Fuad Köprülü, “Bayrak”, , II, 406-409.

, I, 357-359.

, X, 113.

R. Ettinghausen, “Hilāl”, , III, 382.

C. E. Bosworth v.dğr., “Miẓalla”, a.e., VII, 191-195.

Sargon Erdem, “Alem”, , II, 353.

Eleanor Sims, “Čatr”, , V, 77-79.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1993 yılında İstanbul’da basılan 8. cildinde, 293-294 numaralı sayfalarda yer almıştır.